Ondan sonra Efendiler, 12 Ağustos 337 günü, Erkân-ı Harbiye- i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleriyle beraber Polatlı ’da cephe karargâhına gittim.
Düşman ordusunun cephemize temas ederek sol cenahımızdan ihata edeceğine hüküm vermiştik. Tedâbîr ve tertibâtımızı kemâl-i cesaretle bu nokta-i nazardan aldırdım. Vakayi, isabetimizi gösterdi. Düşman ordusu, 23 Ağustos 37’de ciddî olarak cephemize temas ve taarruza başladı. Birçok kanlı ve buhranlı safhalar ve dalgalar oldu. Düşman ordusunun fâik grupları, hatt-ı müdafaamızın birçok parçalarını kırdılar. Bu suretle ilerleyen düşman aksâmının karşısına, kuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi, 100 kilometrelik cephe üzerinde cereyân ediyordu. Sol cenahımız, Ankara’nın elli kilometre cenubuna kadar çekilmişti. Ordumuzun cephesi garba iken cenuba döndü, arkası Ankara’ya iken şimale verildi. Tebdil-i cephe edilmiş oldu. Bunda hiç beis görmedik. Hatt-ı müdafaalarımız, kısım kısım kırılıyordu. Fakat der-akab kırılan her kısım, en yakın bir mesafede yeniden tesis ettiriliyordu. Hatt-ı müdafaaya çok rabt-ı ümit etmek ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ile mütenâsib, uzun mesafe geriye çekilmek nazariyesini kırmak için memleket müdafaasını başka bir tarzda ifade ve bu ifademde ısrar ve şiddet göstermeyi faydalı ve müessir buldum. Dedim ki: