Nutuk/10. bölüm/Hilâfet ve saltanat meseleleri hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiğim izâhât

Buna muârız olan fikirde vuzûh yoktu. «Saltanat, millete intikal etmiştir; saltanat kalmamıştır; hilâfet de saltanat demektir, binâenaleyh onun da hikmet-i mevcudiyeti yoktur» tarzında açık ve sarîh konuşulamıyordu. Otuz yedi gün sonra, 25 Eylül’de bir celse-i hafiyede Meclis’e bazı izâhâtta bulunmayı faydalı addettim. Câri efkâr ve hissiyâtı tatmînden sonra, başlıca şu mütâlaatı serd etmiştim:

«Türk milletinin ve onun yegâne mümessili bulunan Meclis-i Âli’nin, vatan ve milletin istiklâlini, hayatını temîn için çalışırken; hilâfet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgûl olması mahzurludur. Şimdilik, bunlardan hiç bahsetmemek menâfi-i âliye iktizasındandır. Eğer maksat, bugünkü halife ve pâdişâha muhafaza-i merbutiyet ve sadakat edildiğini ifade ve teyid etmekse, bu zat haindir. Düşmanların, vatan ve millet aleyhinde vasıtasıdır. Buna halife ve pâdişâh deyince millet, onun emirlerine mutavaat ederek düşman âmâlini yerine getirmek mecburiyetinde kalır. Hain veyahut makamının kudret ü salâhiyetini kullanmaktan memnu olan zat, zaten pâdişâh ve halife olamaz. O halde, onu hal’ edip yerine derhal diğerini intihap ederiz, demek istiyorsanız, buna da bugünün vaziyet ve şerâiti müsait değildir. Çünkü hal’i lâzım gelen zat, milletin nezdinde değil, düşmanların elindedir. Onun vücudunu keen-lem-yekün addederek diğer birine biat edilmek tasavvur olunuyorsa, bugünkü halife ve sultan, hukukundan feragat etmeyerek İstanbul’daki kabinesiyle, bugün olduğu gibi muhafaza-i makam ve idâme-i faaliyete devam edebileceğine nazaran, millet ve Meclis-i Âli, asıl maksadını unutup halifeler davasıyla mı uğraşacak? Âli ile Muaviye devrini mi yaşayacağız? Hulâsa, bu mesele vâsi, nazik ve mühimdir. Halli, bugünün işlerinden değildir.

Meseleyi esasından halle girişecek olursak, bugün içinden çıkamayız. Bunun da zamanı gelecektir.

Bugün vaz’ edeceğimiz esâsât-ı kanuniye, mevcudiyet ve istiklâlimizi kurtaracak olan Millet Meclisi’ni ve millî hükümeti takviyeye ma’tûf mâna ve salâhiyeti zâmin ve nâtık olmalıdır!»

Efendiler, bu izâhâtımdan bir hafta evvel, ben de Meclis’e bir proje vermiştim. 13 Eylül 336 tarihli olup siyasî, ictimâi, idarî, askerî nokta-i nazarları telhis ve teşkilât-ı idariye hakkındaki mukarrerâtı ihtivâ eden bu program, Meclis’in 18 Eylül 336 günkü ictimâında okundu. İşte, bu tarihten daha dört ay geçtikten sonra takarrür eden ilk Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bu programdan çıkmıştır.