Mizah, Tanrı'dan Bir Armağan mı Yoksa Şeytanın Getirdiği Bir Ceza Yöntemi mi?/Sosyal Normların Cezalandırma Yaptırımı Boyutunda ‘Sosyal Ceza Olarak Gülme’

Sosyal Normların Cezalandırma Yaptırımı Boyutunda ‘Sosyal Ceza Olarak Gülme’

Erikson’a göre “Kimlik, psiko-sosyal anlamda fertteki ego sentezinin ve gruptaki rolünün tamamlanmasına dayanır.” ve sosyal psikolojide sosyal kimlik olarak, gruplar arası davranışlar sonucu ortaya çıkan bir kavram olma özelliği gösterir. Tajfel ve Turner’ın Sosyal Kimlik Kuramı’na göre, fertler kendilerini, ait oldukları sosyal grupların üyelik şartları içinde tanımlar. Birey, milliyet, cinsiyet, din, meslek gibi aynı sosyal kategorizasyonları benimseyen kişilerin oluşturduğu sosyal grubun üyesidir. Bu yüzden gruplar arasındaki sosyal karşılaştırmalar sosyal kimliği de açıklar. Sosyal kimliği insanların sosyal belirticilerinin bir toplamı olduğunu söyleyen Turner, spesifik sınırlandırmalarda ben (self) kavramının toplum içinde temsili olarak karşımıza çıktığını söyler (Erikson 1968 ve Turner 1984’ten aktaran Sözen 1991: 94).

Aitlik duygusuyla yalnızlıktan ve endişelerden arınan insan, kendi sosyal grubunun üyelik şartları içinde birey kimliğini tanımlar. Sosyal normlar tarafından şekillendirilen; insanlık tarihiyle var olan sosyal gruplar, insan ilişkilerini düzenleyerek toplumsal bağların kuvvetlenmesine sebep olur ve sosyal kimlikleri şekillendirir. Bayram, düğün, ölüm gibi nedenlerle yapılan toplantı ve ziyaretler, hemşehri dernekleri ve faaliyetleri, festivaller, şenlikler, sıra geceleri, kadın kabul günleri, mezuniyet törenleri, eski mezun toplantıları, sosyal grup ve

faaliyetlerinin en belirgin örnekleridir. Grup aidiyeti içinde grup benliği ile güç ve statü oluşturan sosyal grup üyeleri aynı toplumun üyesi olma, gelenek-görenekleri canlandırma, dengeleme, rahatlatma, sosyal motivasyonu sağlama gibi gizli fonksiyonlarla sosyal dokunun kuvvetlenmesine katkıda bulunurlar.

“Toplumlar kendilerini ifade etmek, değerler sistemi ile sosyal yapılarını şekillendirmek, sürdürmek ve güçlendirmek üzere söz ve eylem birlikteliğine dayalı kültürel kalıplara başvurmaktadır. Kültürel kalıplar Geertz’in de belirttiği üzere hem kültürel anlam dünyası ve ‘sosyal gerçekliğin bir modeli’ hem de ‘sosyal gerçeklik için bir model’ ve kutsal bir bağlamı inşa etmektedir” (Geertz 1973: 93’ten aktaran Şahin 2011: 115). Sosyal yapı, sosyal bir sistem olarak ele alındığında, benzer kategorizasyonlarla toplumu oluşturan grupların, sahip olunan değerlerin, kimlik ve kişilik göstergesi olarak benimsenip yaşatılmalarıyla doğru orantılı gelişim gösterir. Sosyal sistemin süreklilik arz etmesi de, sosyal yapının güçlü tutulmasında önem arz eden örf, âdet, gelenek, görenek gibi sosyal normların gelenek çevresi içinde varlığını devam ettirmesine bağlıdır. Bir başka ifadeyle, sosyal gruplarda kolektif bellekte kodlanarak saklanan kültürel değerler, yaşatıldıkları sosyal yapı içinde anlamlanarak sürekliliği sağlar.

Karşılıklı etkileşimle kurulan bu hiyerarşik düzen içinde, sosyal bir duygu olan ‘suçluluk’, toplumsal yapıyı şekillendiren değerler sisteminin temel aktörlerinden biridir. Suçluluk duygusu, kişiyi hata yapmaktan alıkoymaya koşullayarak davranış eğilimlerini düzenler. Toplumsal yapının belirleyici unsuru olan kültürel değerler, sosyal baskı fonksiyonuyla, duygu ve davranışların kontrol edilerek olumsuz olaylarla karşılaşmama hedefinde, denetim mekanizması görevi yüklenir. Bireyin sergileyeceği davranış, sosyal normların cezalandırma yaptırımıyla bilinçaltında algıyı yönettiği için, bilinçli kontrol mekanizmasını da beraberinde getirir.

İnsan hayatını anlamlandıran ve düzene koyan sosyal normların en önemli özelliği ‘yaptırım’dır. Ödüllendirme ve cezalandırma olmak üzere iki farklı boyutu bulunan bu yaptırımlar, sosyal özelliklerle donatılan insan için sosyal baskı veya sosyal ödül içermesi sebebiyle vazgeçilmezdir. Toplum önünde teşhir edilmek, bir başkasının gözünde küçük düşmek, sosyal ortamlarda herhangi bir sebeple kendini güçsüz hissetmek, alay objesi olmak, eleştirilmek, suçlanmak, reddedilmek, dışlanmak, yargılanmak, aşağılanmak, bilişsel algı mekanizmasıyla donatılan insana uygulanabilecek en yıkıcı sosyal cezalardır.

Dört çeşit hukuk sistemi vardır: Resmî hukuk, dinî hukuk, toplumsal (örfî) hukuk ve ferdî hukuk. Toplumsal yapı içinde, sosyal etkileşim olmadan hayatını idame ettiremeyecek formda programlanan insan için, toplumsal hukuk sistemi, çoğu zaman diğer hukuk sistemlerinden etkin şekilde varlığını gösterir. Yasama, yürütme ve yargı kuvvetler ayrılığını kendi dinamik bünyesinde tek merkezde barındıran toplumsal hukuk sistemi, sosyal kanunları çı karma, uygulama, yürütme, değiştirme ve kolektif bellekte benimsenip uygulanmadığı takdirde kaldırma yetkisine sahiptir.

Mizahın fiziksel göstergesi olan gülme de, sosyal normların olumsuz yaptırım güçleri içinde yer alan bir sosyal cezadır. Mizahın en etkili yaptırım gücü olan gülmenin yıkıcı etkisi nereden kaynaklanmaktadır? Mizahın felsefi doktrini, bu sorunun cevabında gizlidir.

Hangi demografik şartlara, eğitim düzeyine, ekonomik imkânlara ve inanca sahip olursa olsun, her birey ‘benlik’ duygusuna sahiptir. Benlik, kültürel değerler ve dinî inançlarla kontrol altında tutulabilse de, toplumsal yapı içinde yaşayan her insan için vazgeçilmezdir. Sosyal varlık olan insan için itibar kaybı, ister tek bir kişi ister kalabalık bir grup önünde yaşansın, özgüven yitimini de beraberinde getirir. Bu anlamda, resmî cezaların zamanı ve mekânı varken, toplumsal cezaların zamanı ve mekânı yoktur. Bir kişinin ait olduğu sosyal yapı ve grup içinde bir kez dahi cinsel istismarla suçlanması, masumiyeti kanıtlansa bile sosyal cezanın ebediliğinin toplumsal hayattaki yansımasıdır.

Sosyal normların cezalandırma yaptırımına sahip olan gülme, uygulandığı toplum için bir sosyal denetim mekanizmasıdır. Gülme, gülünen kişinin itibarını, statüsünü ve saygınlığını azaltan, tahrip edici bir eylemdir. Gülünen kişi üzerinde üzücü bir etki bırakarak utanmaya sebep olan gülme, aşağılama cezasıyla sosyal düzeltme aracına dönüşür. Sosyal yapı, insan olmanın gereklerini sağlayamayan, insanî niteliklerini kısmen de olsa kaybeden bireyleri gülmenin objesi yaparak teşhir eder ve resmî yaptırım gücü olmaksızın en ağır cezaya çarptırır. Bergson, gülme eyleminin içinde sempati ve iyilik olursa, eylemin amacına ulaşamayacağını belirterek gülmenin sosyal işlev ve sosyal etki ayrımı üzerinde durur ve gülmenin hangi koşullar altında gerçekleşeceğini, hoş görüleceğini veya yasaklanacağını toplumun belirlediğini ifade eder (1996: 99). Aynı zamanda, gülmenin süresini ve yoğunluğunu tespit eden toplumun, gülmeye bir anlam atfetmek üzere kendisiyle arasına bir mesafe koyacağını (Raskin 1985: 17) böylelikle, sosyal yararlılığın ya da düzeltmenin, mesafe koyma koşulu gerektirdiğini vurgular.

Gülme eylemini gerçekleştiren kişi, hiçbir koşulda, gülmenin öznesi olmak istemez. Mesafe koyma koşulu, utandırmak için gülen kişinin, gülme eylemini gerçekleştirdikten sonra, aynı hataya kendisinin düşmemesi için, gülme eyleminin neden ve sonucunu sorgulamasını ifade eder. Dikkatsizlik, dalgınlık, beceriksizlik, unutkanlık, hareketsizlik, duygusuzluk gibi olumsuz davranışları haslet edinmeme amacıyla insanları düşündürerek eksiklik ve kusurların bilincine varmalarını sağlar.

Kabul görmeme, onaylanmama, itibarsızlaştırılma, alay edilme, dışlanma, sosyal bir varlık olarak insana, toplum tarafından verilebilecek en ağır sosyal cezalardır. İnsanî değerlere saygı duymayan, doğuştan gelen yükümlülüklere uygun davranmayan kişiler, gülme yoluyla cezalandırılıp uyarıldıklarında, kendilerindeki kusurları, eksiklikleri, yanlışlıkları görerek hatalarını düzeltme şansı elde edebilirler. Bu yönüyle, insanların iyiye ve güzele ulaşabilmeleri yolunda yararlılık işlevi yüklenen gülme, utandırma yerine iyimser bir üslûp içerseydi, kuşkusuz toplum tarafından cezalandırılma işlevine sahip olmayacağından aynı etkiyi sağlayamayacaktı. Kusurların, yanlışların algılanmasında çok daha kesin ve etkili bir yöntem olan utandırma; insana, sahip olması gereken özellikleri kaybettiğinde ortaya çıkacak durumu sert bir şekilde hatırlatır. Bu bakış açısıyla, insanları cezalandırmakla olumsuz bir işlev yüklenmiş gibi görünen gülme, aslında, toplum yararına kötülüğü iyilik amaçlı kullanmaktadır.

Ortak kültürel bellekten beslenen, aynı dili konuşan, benzer kültürel ortamlarda yetişen kişiler, toplumun düzenini sağlama ve sosyal yapıyı koruma ihtiyacı hisseder. Bu değerlerden mahrum olanlar ise, gelecekte, hem kendileri hem de yaşadıkları toplum için telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açabilir. Dağılmalara, parçalanmalara açık olan toplum, kişisel ve sosyal bunalımların dışında, bilinç düzeyi yüksek bireylerle, çözülmeleri engellemede o derece dirençlidir. Cezalandırma mekanizmasını bünyesinde barındırmasının yanında yararlılık işlevine de sahip olan gülme, cezalandırma yaptırımıyla, insan ilişkilerini düzenleyerek toplum düzenini korur, sorunların asgari düzeye indiği huzurlu nesiller yetişmesini sağlar. Bir insanın düşünce yapısını, değer yargılarını oluşturan, kişiliğini geliştiren, nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren o toplumun sosyokültürel değerleridir. İnsan ruhunun, duygu ve düşünce sisteminin özünde bulunan uyum, kültürel değerlere de yansır. Birbiriyle bütünleşmiş olan değerler, gruplar arası ilişkileri düzenleyerek toplumsal yapıyı güçlendirir. Sosyal, kültürel gelişme ve bütünleşme, ekonomiye, hatta sınaî ve teknolojik gelişmelere dahi olumlu katkıda bulunur.