Mithat Sancar'ın 29 Haziran 2021'deki grup konuşması

Şeyh Said, Seyid Rıza ve Orhan Doğan mücadelemizde yaşayacak

Bugün 29 Haziran, mücadele geleneğimizin önemli isimlerinin ölüm yıldönümü. Ömrünü demokrasi ve barış mücadelesine adayan çok sevgili dostum, yoldaşım Orhan Doğan, bundan on dört yıl önce aramızdan ayrıldı. Kendisini buradan saygıyla, özlemle ve minnetle anıyorum. Orhan Doğan, barış ve onurlu yaşam mücadelesinin bir meşalesidir. Bu meşale bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Sevgili Orhan Doğan’ın barış hayali bu ülkede mutlaka gerçekleşecektir. "Bu ülkeye barışı getiremedik, o nedenle buruğuz" demişti. Biz de diyoruz ki; "Sevgili Orhan Doğan, yerinde rahat uyu, bu halk ve bu mücadele birliği özlemini mutlaka gerçekleştirecektir". Anısı da mücadelemize her zaman ışık tutacak ve mücadelemizde yaşamaya devam edecektir.

Değerli arkadaşlar, bugün Kürt halkının özgürlük ve direniş mücadelesinin sembol isimlerinden Şeyh Said ve 47 arkadaşının idam edilmesini 96'ncı yılı. Onu da saygıyla anıyorum. Zulme baş eğmeyen, zulüm karşısında diz çökmeyen Şeyh Said’in direniş mirası, demokrasi ve barış mücadelemizde yaşamaya devam edecektir.

Geçtiğimiz Perşembe ve Cuma günü Dersim’de idik. Eşit yurttaşlık ve halklar buluşması gerçekleştirdik. İlk gün Seyid Rıza Meydanı’nda halkımızla buluştuk. “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu; ama sizin önünüzde de diz çökmedim bu da size dert olsun” diyerek darağacına yürüyen Seyid Rıza’ya ve bizi bağrına basan halkımıza, yaşadığımız tarihsel deneyim ve mücadeleler ışığında artık o yalanlarla baş etmeyi öğrendiğimizi, doğruluğun ve dürüstlüğün kültürünü ve siyasetini inşa ettiğimizi ve bu yolda mücadeleden vazgeçemeyeceğimizi bir kez daha haykırdık.

Onların oyunlarıyla da hileleriyle de baş ediyoruz

Seyit Rıza’nın diz çökmeyen, baş eğmeyen duruşu zaten bizim mirasımızdır, bizim en büyük değerimizdir. Ama kendisinin “baş edemedim” dediği hile ve yalanlarınla artık mücadele edecek düzeye geldik. Halkımızın kararlı duruşu, mücadele geleneğimiz, bizlerin kararlı duruşu ve ısrarı onların hileleriyle ve oyunlarıyla baş etmede en büyük servetimizdir. Onların hileleriyle de oyunlarıyla da baş ediyoruz ve baş etmeye devam edeceğiz. Bunu da böyle bilsinler. Buradan bir kez daha Seyid Rıza’yı saygıyla anıyorum.

İkinci gün Canlar İçin Hakikat ve Adalet Buluşmasını gerçekleştirdik. Alevi canlarla, inanç kesimleriyle ve kanaat önderleriyle yapmış olduğumuz toplantıda; inanç özgürlüğünden eşitlik talebine, eğitim hakkından yüzleşmeye varıncaya kadar bütün sorunların ülke gündemine dair değerlendirmelerini ve dağ gibi büyüyen ülke sorunlarına ilişkin çözüm önerilerini dinledik. Birlikte tartıştık, birlikte konuştuk, birlikte cevaplar aradık. Yol ve erkanın temel düsturu olan hakikat ve adalet yürüyüşünde Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözleriyle “bir olalım, iri olalım, diri olalım” dedik. Hünkarın 800 yıllık birlikte ve eşit yaşam manifestosu olan "72 millete bir nazarda bakmayan kırk yıl müderris olsa hakikate asidir” sözlerini hep birlikte dillendirdik. Davetimize icabet edip gelen ve görüş, öneri ve eleştirileriyle bizlere irşat etme zahmetinde bulunan tüm canlara aşk olsun diyorum.

Tekçi, baskıcı, inkarcı zihniyet ile eşitlik, adalet ve özgürlük isteyen zihniyet arasındaki mücadelenin final yılındayız

Dersim’deki konuşmamda da söylemiştim. İçinden geçtiğimiz bu dönem tekçi, baskıcı, inkarcı ve kıyıcı zihniyet ile eşitlik, adalet ve özgürlük isteyen zihniyet arasındaki mücadelenin final yılı olacaktır. Finale doğru gidiyoruz. İşte bu final yılında başta Alevi canlarımız ve Kürt halkı olmak üzere bu ülkedeki tüm ezilenlerin mücadele ortaklığını pekiştirmek istiyoruz. Bu çağrımızı da her vesileyle yineliyoruz. Bunu neden bu kadar sıklıkla vurguladığımızı da açıklıyoruz. Bugün de biraz daha açacağız. Bundan sonra da bunun sebeplerini anlatmaya çalışacağız. Ama bugün burada konuşma yaparken bundan üç gün sonrasına bir saygı göndermemek, anmamak olmaz.

O canların temsil ettiği ışık aydınlatıyor bu ülkeyi

Evet, üç gün sonra 2 Temmuz’da Sivas'ta katledilen canlarımızı hep birlikte anacağız. Şimdiden onların anısı önünde de saygıyla eğiliyorum. Orada o canlarımızı bizden alan o vahşet ateşi değil, o canların temsil ettiği ışık aydınlatıyor bu ülkenin geleceğinin yolunu. Bu ülkede halkların ortak mücadelesinin yolunu orada katledilen canlarımızın bize bıraktığı onurlu miras aydınlatıyor. Bu mirasa da sonuna kadar bağlı kalacağımızın sözünü bir kez daha veriyoruz. Ayrıca canlarımızın hesabını sorma mücadelesinden bir an bile vazgeçmeyeceğiz. Hak, hakikat ve adalet mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz.

Zulüm ve talan üreten bir sistemle karşı karşıyayız

Çürüyen ve çürüten, her gün şiddet, yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlik, zulüm ve talan üreten bir yıkım sistemi ile karşı karşıyız. Ortaya saçılanların haddi hesabı yok ama kime sorarsanız bunlar daha buzdağının görünen kısmı. Biz de biliyoruz bunlar daha buzdağının görünen kısmı. Boğazına kadar yolsuzluğa, ranta ve talana bulaşmış kurumlardan medyasına, yargısından bürokrasine varana kadar her yeri bu kirli çarkın dişlisi haline getiren bir iktidar düzeni var ve bu düzeni besleyen bir sistem var bu ülkede.

Mafyatik düzeni değiştirmek için mücadele ediyoruz

Biz on yıllardır süren bu sistemi ve bu sistemin ürettiği en büyük canavarlardan olan bu mafyatik düzeni değiştirmek için mücadele ediyoruz. Bu mücadelemizin hedefi bu mafyatik iktidar düzenini, tepeden tırnağa kire ve batağa batmış olan bu iktidar düzenini ve onun beslendiği on yıllardır devam eden sistemi değiştirmektir. Tam bu noktada bir değerli gazetecinin bana da ilham veren bir yazısından bir bölüm aktarmak istiyorum. Hakkı Özdal, değerli bir gazeteci, diğer değerli yazarlar gibi bu konularda güzel yazılar da yazdı. Son yazısında Marx'tan başlayarak Martin Luther’e giden bir analiz yapıyor ve Luther’in Marx tarafından alıntılanan sözünü hatırlatıyor. Luther; “tefeciliğin küçük hırsızlıktan daha önemli bir suç olduğunu ama küçük hırsızlar hapislerde çürürken büyük hırsızların altın ve ipekler içinde debdebeli bir hayat sürdüğünü” söylüyor. Bunu söylerken de Roma mitolojisindeki Cacus imgesini kullanıyor. Dev canavar Cacus bir mağarada yaşıyor ve yalnız geceleri köylülerin öküzlerini çalıp yemek için dışarıya çıkıyor. Fakat hırsızlığı anlaşılmasın diye çaldığı öküzleri boynuzlarından geriye doğru iterek mağarasına sürüklüyor. Böylelikle sabah uyanan köylüler kırda kaybolmuş öküzlerinin ayak izlerinin mağaraya doğru değil mağaradan dışarıya takip edecekler, hırsız ve cani Cacus'u masum sanacaklar. İşte başka bilim insanlarının da dediği gibi burada gerçekliğin görüntüden fazlasını içerdiğini bu mitolojik örnek bize çok iyi gösteriyor. Bugün Türkiye, kırda kaybolmuş öküzlerini arayan Roma köylüleri gibi yalnızca önüne konan görüntülere, küçük kalibreli isimlere ve bağıntısı koparılmış olaylara bakarak ilerlemeye çalışıyor ama bu yol yanlış bir yoldur. Buradan gideceğimiz yer hırsızlığın ve caniliğin merkezi değil, tam tersine bu merkezden uzaklaştığımız nokta olacaktır, giderek daha da uzaklaşacağız.

Suçun en büyük merkezi tepeden tırnağa mafyalaşmış bu yalan, talan ve kan iktidarının düzenidir

O nedenle karşımızda bulunan sistem on yıllardır aynı araç ve yöntemlerle, hatta son 30-40 yıldır aynı şahıslarla işliyor. Bunlarla varlığını sürdürüyor. Yapmamız gereken şey şudur arkadaşlar: Ayak izlerine bakarak suçun merkezi olan mağaradan uzaklaşmamak. Hep birlikte yapmamız gereken şey suçun merkezine doğru ilerlemektir. Bugün suçun en büyük merkezi tepeden tırnağa mafyalaşmış bu yalan, talan ve kan iktidarının düzenidir. Ama ışığımızı ve fenerimizi bundan da ibaret bırakırsak yine sonuç alamayacağız. Çünkü bu sistem kaynaklarıyla böyle canavar düzenler üretmektedir. Bunları yaparken de en başta savaş politikalarını kullanmaktadır. Bu sistem Kürt sorununda çözümsüzlüğü, inkarı ve imhayı esas alarak işlemektedir. Her seferinde bazı eski aktörleri de kullanır ama yeni isimler de bulur ve yoluna devam eder.

Her türlü pisliği düzen haline getiren bir iktidar var

Bütün yalanları, talanları, soygunu, cinayetleri ve tecavüzleri işte Kürt sorununda savaş politikalarını kullanarak örtmeye becerebiliyorlar. Bugüne kadar bir şekilde bunu yapabilmekte başarılı oldular. İşe ‘final yılı’ derken kastettiğimiz budur. Şimdi önümüzde savaş politikalarını, Kürt sorununda inkarı ve imhayı en ileri boyutlara vardıran talanı, sömürüyü ve her türlü pisliği bir düzen haline getiren bir iktidar var. Bu iktidara karşı mücadelede, bu iktidarı üreten sistemi de gözden kaçıramayız.

İktidarı değiştirecek şey güçlü bir toplumsal mücadeledir

Bu sistemi ve onun ürünü olan bu canavar iktidarı değiştirecek şey güçlü bir toplumsal mücadele ve geniş bir demokrasi ittifakıdır. HDP bunun öncülüğüne taliptir. HDP bu deneyime sahiptir, bunu başarıya ulaştıracak kararlılığa da sahiptir. Dahasını söyleyeyim; bu kirli düzende zerre parmağı ve en ufak menfaati olmamış bir partiden ve gelenekten söz ediyoruz. HDP işte bütün bu kirli geçmiş içerisinde hiçbir pisliğe bulaşmamış bir mücadele, özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesi geleneğinin bugünkü adresidir. Bundan önce yürütülen mücadelelerde ödenen bedellerin, üretilen bilginin ve yaratılan tecrübenin bugünkü mirasçısıdır.

Bu pisliği temizleyecek olan güç HDP fikriyatıdır

İşte bu temizliği, inancı ve kararlılığı ile bu düzen ve sistemden çıkışı sağlayacak olan güç HDP'nin fikriyatıdır, HDP’nin mücadelesidir. Saldırıların sebebi budur. HDP’ye bu kadar saldırmalarının sebebi budur. Biliyorlar, bu sisteme gerçek alternatif halklar için özgürlük, inançlar için eşitlik, gençler için umut ve kadınların hayatlarını kendilerinin belirlediği bir düzen. İşte bu fikriyat HDP'nin temelidir, bütün bu iktidar düzenine ve beslendiği kirli sisteme karşı gerçek kurtuluşunun adresi bu fikriyattır, bu programdır ve bu inanç ve kararlılıktır.

Baskılara boyun eğmeyen HDP, iktidarın kimyasını bozmuştur

HDP'ye saldırıyorlar, saldırmaya da devam edecekler. Çünkü sebebini biz de biliyoruz, onlar da biliyor. Bu iktidarın korkusu büyüktür; bütün baskılara rağmen boyun eğmeyen ve yürüyüşüne devam eden HDP bu iktidarın kimyasını bozmuştur. 7 Haziran 2015’te de kimyalarını bozmuştu, sonrasındaki bütün baskılara rağmen mücadelesiyle ve seçimlerde aldığı sonuçlarla, bütün kadrolarıyla ve çalışanlarıyla inançlı yürüyüşünü sündürerek kimyalarını bozmuştur. HDP son 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde ağır bir yenilgi tattırarak bu kimyanın darmadağın olmasını sağlamıştır.

Suçlar üzerine kurulan iktidar düzenleri, suçluluk ortaklıkları eğer geleceklerinin devamını tehlikede görmeye başlarsa, birbirlerine karşı ellerindeki araçları kullanmaya ve birbirleriyle savaşmaya başlarlar. Bu savaşın asıl nedeni de ranttan daha fazla pay almaktır. Daha da ötesi de var. Her bir suç odağı kendini güvence altına almaya çalışıyor, şimdiden güvenli mevziler yaratmaya çalışıyor. Çünkü iktidarın gittiğini görüyorlar. Kendilerine talan, soygun ve suç ortamını ve imkanını sunan bu iktidar düzeninin sonuna geliyoruz.

Eşitlik mücadelesini en geniş birliktelikle sürdürmeliyiz

Fakat biz bekleyerek, burada oturup “iktidarın sonu geldi” diyerek bu sonu beklemeyeceğiz. Bu sonun gelmesi için her gün her alanda demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesini en geniş birlikteliklerle sürdürmeliyiz. Halkların, ezilenlerin, dışlananların, geleceği gasp edilen gençlerin ve hayatları talan edilen kadınların kararlı mücadelesini her gün yeniden büyüterek ancak bu sonu getirebiliriz. Demokrasi ittifakı çağrımızın amacı da budur. Biz çağrımızı sadece seçimlere endeksli bir çağrı olarak görmediğimizi defalarca söyledik. Evet, seçimler önemsiz değil, hatta çok önemli ama her şeyi seçimde halledeceğini düşünerek, bugünün mücadele gereklerini yerine getirmeksizin oturup seyretmek ve boş sözler söylemekle bu düzen değişmez.

Herkesin her an ve her alanda yapacağı şeyler vardır. İşte 24 Haziran’da gerçekleşen Demokrasi Konferansı bunun güzel bir örneğiydi. 200’ü aşan kuruluş bir araya gelerek bir konferans gerçekleştirdi. Bu ülkede herkesin, partilere bakmadan ve bağlanmadan, her şeyi partilere havale etmeden toplumsal mücadeleyi nasıl örebileceklerinin güzel bir örneğini verdiler.

Biz parti olarak bu mücadelenin içindeyiz, üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazırız. Görevimizi kimseye havale etmiyoruz, mücadeleden kaçmıyoruz. Tam tersine mücadelenin her alanında her gün her an var olacağız ama bu mücadeleyi yürütürken de sadece parti teşkilatlarına ve partinin kurullarına bırakmıyoruz. Görev ve yol sadece partimizin kurullarından oluşmuyor. Dersim’de de canlara söz verdiğimiz gibi bundan sonra yürüyüşümüzün her aşamasını Türkiye’nin dışlananları ve ezilenleri ile bir araya gelerek belirleyeceğiz. Halk buluşmaları gerçekleştireceğiz. Dersim’deki gibi buluşmalar gerçekleştireceğiz. Programımızı yakında sözcülerimiz kamuoyuna açıklayacaklar. Doğası talan edilen köylüler ile buluşacağız, bizlere fikir ve yol göstermelerini isteyeceğiz. Kapatma davasında nasıl yürüyeceğimizi Türkiye’nin demokrat vicdanlı hukukçularına danışarak belirleyeceğiz. Kapatma davasında savunmayı sadece bizim hukuk büromuz ve sadece bizim avukatlarımız yazmayacaklar. Çünkü bu dava sadece HDP’ye karşı açılmadı, bu dava esasen HDP’ye karşı açılmış bir dava değil.

Bu dava sadece HDP’ye karşı açılmış bir dava değildir

Bu daha Türkiye’de demokrasi mücadelesine, barış umuduna ve özgürlük özlemine karşı açılmıştır. Bu sistem ve bu sistemden yararlanan kirli mafyatik düzenin devamını sağlamak için açılmıştır. Ona karşı mücadeleyi engellemek için açılmış bir davadır. O nedenle diyoruz ki, sadece bizim işimiz olarak göremeyiz bu davayı. O nedenle dün İstanbul’da Türkiye’nin önde gelen hukukçularıyla bir araya gelip konuştuk, fikir aldık ve çalışma grupları oluşturduk. Savunmayı da mahkeme salonlarında okumak için yazmayacağız. Bu savunma sadece bir hukuki savunma olmayacak, bu savunmayı hukuk yoluyla demokrasi mücadelesinin gelecekte parlak bir belgesi olacak şekilde hazırlayacağız. Oraya bakarak buradan hukuksuzluklara karşı ortak demokrasi mücadelesini, hukuktan da yararlanarak, nasıl yapacağımızı tartışmayı gelecek nesillere karşı bir görev olarak da görüyoruz.

Şüphesiz bu iddianameyi de çürüteceğiz, zor iş değil

Şüphesiz bu iddianameyi de çürüteceğiz, o zor iş değil arkadaşlar. Zaten bu iddianame çürük, bunu çürütmek için uzun uzun uğraşmamıza gerek yok. Yine de işimizi ciddiye alıyoruz. Dediğim gibi bizim yapacağımız savunma tarihe karşı, halkların vicdanına yazılmak üzere hazırlanacak bir savunmadır. Demokrasi ile hukuk mücadelesini nasıl buluşturduğumuzu gösterecek bir savunmadır. Şüphesiz bu savunmayı okuduklarında vicdanları harekete geçecek hukukçular hâlâ mevcut Anayasa Mahkemesi’nde. Ben buna inanıyorum. AYM’de hâlâ bütün bu çürüme, hukuksuzluğa ve hatta hukuk sefaletine, bu rezalete karşı içi sızlayan hâkimler vardır. İşte onların da vicdanlarına korkusuzca sarılabilmelerinin yolu toplumsal mücadeleyi büyütmekten geçer. Toplumdaki o gür sese, o güçlü mücadeleye baktıklarında cesaret alacaklar.

Biz HDP’yi fikriyat olarak yaşatacağız

Biz HDP’yi kapattırmayacağız derken mahkemeden kapatma kararı çıkmaz demiyoruz. Biz HDP’yi fikriyat ve teşkilat olarak da yaşatacağız. Ama mahkemenin bu kararı verirken sadece o salonla sınırlı bir karar vermediğini de göstereceğiz. Verecekleri karar uluslararası alanda bir araya geldikleri, demokrat ve vicdanlı hukukçulara verecekleri hesap da olacaktır. Verecekleri karar bu toplumun vicdanlı büyük çoğunluğuna verecekleri hesap olacaktır. Biz onlara yardımcı olacağız, ondan sonrası kendilerine düşüyor. Bizi itham ettikleri şeylerden biri de “HDP’nin şiddetle ilişkili" olmasıdır. Nasıl bir kara ironi diyeceğim ama insanın bu kadar ciddi bir ironi karşısında tebessüm etmesi de kolay olmuyor. Baştan aşağı suça batmış, şiddet üreten iktidarın kendisi bu davayı açtırmıştır. İddianameye de HDP’yi şiddetle ilişkilendiren güya deliller koymuş. Hangi şiddeti sayayım? Kurdukları sistemin kendisi baştan aşağı şiddet üretiyor. Asıl şiddet odağı olan bu iktidarın kendisidir.

Şiddet arıyorsanız bize değil bize yapılana bakacaksınız

İzmir İl Binamızda Deniz Poyraz yoldaşımızı katlettiler. Katleden kimdi? Bu iktidar ve küçük ortağının nefret ve Kürt düşmanlığı siyasetiyle ilişkili olan korunan, kollanan, yol verilen ve örgütlenen kişiydi. Şiddet arıyorsanız bize değil, bize yapılana bakacaksınız. Bizim yaptığımız şey bu ülkede barışı sonuna kadar savunmaktır, şiddeti bu ülkenin bütün alanlarından çıkarmaktır. Şiddeti, siyasal ve toplumsal hayattın belirleyici ve etkileyici bir faktörü olmaktan çıkarmak HDP fikriyatının varlık sebebidir.

Şiddetin odağı bizzat iktidarın kendisidir

Devam ediyoruz, şiddetin odağı kim? Siirt Pervari’de daha önceki gün bir göçmen katliamı yaşandı. Bunlar aktüel güncel örnekler. Buraya sayısız örneği sıralayabilirim. Korucular tarafından aralarında çocuk ve kadınların olduğu kamyona yaylım ateşi açılıyor. İki göçmen katlediliyor, 10’u da yaralanıyor. Evet, sivilleri hedef alan, çaresiz göçmenleri gözü kırpmadan katletmeyi beceren bir sistem. Şiddetin odağı kim? Şiddetin odağı bütün bunları yaptıran ve kollayandır. Şiddetin odağı bizzat iktidarın kendisidir.

Polis gazeteciyi öldürmeye teşebbüs etti

Hafta sonu İstanbul’da gerçekleşen Onur Yürüyüşüne polis vahşice saldırdı. Şiddetin en ağırını, pervasızını uyguladı. Bir gazetecinin boynuna basarak öldürmeye teşebbüs etti. George Floyd örneği hâlâ hafızalardayken bundan bile ürkmeyen pervasız bir şiddet aygıtı ürettiler. Evet, şiddet İçişleri Bakanlığı’nın sözcülerinin çıkıp da açıkça savundukları bu şeydir. Yani açıkça tekrar ediyorum; şiddetin odağı iktidarın kendisidir. Bu ülkeyi boğan, nefessiz bırakanların sırtını sıvazlarken, İzmir katliamcısına “abicim” derken, muhalifleri, gazetecileri, kadınları nefessiz bırakmaya çalışan bu iktidar düzeni şiddetin odağı değil de nedir değerli arkadaşlarım? HDP midir şiddetin odağı? Hadi oradan! HDP; onurun, eşitliğin, özgürlüğün, birlikte barış içinde yaşamanın adresidir. Sizin şiddetinizi sonlandırmak için her türlü bedeli ödeyerek kararlılıkla mücadele yürüten insanlar topluluğudur HDP. Hakkari’deki sivil ölümlerini mi sayayım? Orman yangınlarını mı sayayım? Doğaya karşı işlenen korkunç şiddeti mi anlatayım. Bingöl dört gündür yanıyor, yüreğimiz yanıyor. Ülkenin neresinde bir çalı, bir çiçek yanarsa en önce yüreği yanan bizleriz. O ormanları yakanların hangi rant planları için hareket ettiklerini biliyoruz. Binlerce kez de halkın önüne serildi bunlar.

Çağrımız parti merkezlerine değil

İşte HDP; ormanımızı, doğamızı, derelerimizi, Dersim’in gözelerini, Munzur’u, Hopa'yı, İkizdere’yi, Şexan’ı, Kanal İstanbul adı altında İstanbul’u talan etmek isteyen bu düzene karşı en kararlı mücadelenin adresidir. Çıkış yolu budur arkadaşlar. Biz Türkiye’de bütün talan politikalarından, şiddet politikalarından gören, zarar gören ve canı yanan insanlarımızın hepsiyle ve bütün kuruluşlarla bir arada yürümek istiyoruz. Çağrımız parti merkezlerine değildir, parti merkezleri bunu dinler veya dinlemezler, bu onların kendi sorumluluğudur. Sonra da bu sorumluluğu halka nasıl anlatacaklarını onlar düşünecekler. Bizim sorumluluğumuz ezilenlere, sömürülenlere, inkar edilenlere karşıdır. Biz onların sorumluluğunu omuzlarımızda, yüreğimizde taşıyoruz. O nedenle çıkış yolu budur. Çıkış yolu temiz vicdanla, inançla, rant için değil bedel ödemeyi göze alarak mücadele yürütenlerledir.

Kapatma davası bir korku ve korkaklık davasıdır

Siz bu partiyi kapatabileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Açıkçası kapatma davası bir korku ve korkaklık davasıdır. Korktukları için açtıkları davadır. Sonuç ne olursa olsun, mahkeme kararı ne olursa olsun, HDP fikriyatıyla ve halkların ortak mücadelesiyle her gün yeniden bu düzene karşı mücadelesini sürdürecektir. Eğer hesap seçimse inanın ki HDP'yi kapatsanız da seçimlerde ülkenin geleceğini belirleyecek gücünü sonuna kadar ortaya koymanın yolunu yaratacaktır. O yolu kapatabileceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Elimizde bir tek toplu iğne kalsa dahi o toplu iğneyle yeni yollar açacağız. Bu ülkenin geleceğini hep birlikte bu sorumluluk ve inançla kuracağız.

Artık bu iktidarın sizin oylarınızla bu düzeni sürdürmesine izin vermeyin

O nedenle istedikleri kadar dava açsınlar, her türlü oyunu sahneye koysunlar, istedikleri kadar yalan söylesinler bunların miadı doldu. Onlara sonun geldiğini gösterecek şey de hepimizin ortak mücadelesidir. Hepimizin ortak mücadelesini her seferinde yeniden hatırlatmaya çalışıyorum. AKP’ye oy veren bütün yurttaşlarımız da dahildir. AKP’ye oy veren yurttaşlarımız bütün olan biteni görüyorlardır. Görmemeleri mümkün değil. Şu pisliğe, yalana, talana, sefalete ve sefahate bakarsanız, her şeyi açıkça görürsünüz. Artık bu iktidarın sizin oylarınızla bu düzeni sürdürmesine izin vermeyin. Eğer size korku salacak propagandalar yaparlarsa, derlerse ki, “biz iktidardan gidersek sizin de bütün kazanımlarınız gidecek” diye inanmayın. Geçen gün AKP Genel Başkanı böyle bir şey söyledi.

Birlikte yürürsek bu talan, yalan, soygun ve kan düzenine son vereceğiz

İnanmayın, sizin kazanımlarınız da haklarınız da bütün yurttaşların hakları ve kazanımları gibi bizim sorumluluğumuzdadır. Biz, o hakların da kazanımların da yurttaş olarak güvencesiyiz. Bu büyük birliktelik, geniş demokrasi ve eşit yurttaşlık ittifakı hayata geçsin, yürüyüşünü büyütsün; bütün korkular, bütün korku duvarları yerle bir olacaktır. İşte gerçek kurtuluş budur. Bunun yolu da bizim fikriyatımız, azmimiz, inancımız, vicdanımız ve zerre kir bulaşmamış mücadelemizdedir. Bir araya geleceğiz, iri olacağız, diri olacağız ve bu düzeni mutlaka değiştireceğiz. Evet, bu konuşda umutsuzluğa yer yok. Çünkü haklıyla haksızın, zalimle mazlumun, soyguncuyla emekçinin karşı karşıya geldiği bu finalde çoğunluk biziz, haklı biziz. O nedenle kazanacak olan da biziz. Buna en önce bizler inanmalıyız. Sözümün, sesimin ulaştığı her yurttaşa buradan söz veriyoruz: Birlikte yürürsek bu talan, yalan, soygun ve kan düzenine son vereceğiz. Hepimizin özgür, eşit ve demokratik bir gelecekte birlikte yaşamasının yolunu mutlaka açacağız. Allah yardımcımız, Hızır yoldaşımızdır.

Kaynak: "Sancar: Kapatma davası bir korku ve korkaklık davasıdır". HDP. 29 Haziran 2021. 29 Haziran 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Ağustos 2021. 
Telif durumu: