Mesnevi (Konuk)/1. Defter/151-200

151. Ve iğne ucu ile onun başını arar ve eğer bulamaz ise, dudağı ile onu ıslatır.
152. Ayakta olan diken, böyle güç bulunucu olursa, gönülde olan diken nasıl olur? Açık cevâb ver!
153. Eğer gönül dikenini her bir soysuz göre idi, bir kimsenin üzerinde ne vakit gamların eli olurdu?
154. Bir kimse eşeğin kuyruğu altına bir diken koyar; eşek onun def'ini bilmez, sıçrar.
155. Sıçrar ve o diken daha muhkem çarpar; bir âkıl lâzımdır ki dikeni koparsın.
156. Eşek dikeni def' etmek için, yanmaktan ve acıdan, çifte attı; her yerini yaraladı.
157. O diken toplayıcı olan hekîm üstâd idi. El vururdu, yer yer sınar idi.
158. O câriyeden, hikâye tarîkı üzere dostlarının hâlini dahi sorar idi.
159. O, makâmından ve efendilerinden ve hemşehrîlerinden kıssaları, hekîme açık söyler idi.
160. Kulağını onun kıssa söylemesi tarafına tutardı; aklını da nabzına ve onun hareketine tutardı.
161. Tâ ki nabzı kimin nâmından sıçrayıcı olursa, onun cânının maksûdu cihanda o olur.
162. Kendi dostlarını ve şehirlerini saydı; ondan sonra başka şehir adını götürdü.
163. Dedi: Vaktâki kendi şehrinden çıktın; hangi şehirde çok olmuş idin?
164. Bir şehrin adını söyledi ve ondan da geçti; yüzünün rengi ve nabzı başka olmadı.
165. Efendilerini ve hemşehrîlerini, onların mekânından ve tuz ve ekmekten bir bir açık söyledi.
166. Şehir şehir ve hâne hâne hikâye etti; onun ne damarı kımıldadı ve ne yüzü sarı oldu.
167. Şeker gibi olan Semerkand'dan soruncaya kadar, onun nabzı zararsız hâli üzere idi.
168. Nabız hareket etti ve yüzü kızardı ve sarardı; zîrâ Semerkandlı kuyumcudan ferd oldu.
169. O hekîm vaktâki hastadan bu sırrı anladı, o dert ve belânın aslını açık buldu.
170. Dedi: Geçit mahallinde onun mahallesi hangisidir? Dedi: Köprü başında ve Gatfer mahallesidir.
171. Dedi: Bildim ki senin hastalığın nedir; hemen senin halâsında sihirler göstereceğim.
172. Mesrûr ve fâriğ ve emîn ol ki, sana yağmurun çemene yaptığını yapacağım.
173. Ben senin gamını yerim; sen gam yeme. Ben sana yüz babadan daha şefkat ediciyim.
174. Her ne kadar pâdişâh senden çok ararştırır ise de; sakın sakın bu sırrı kimseye söyleme.
175. Senin sırrının mezarı gönül olduğu vakit, senin o murâdın pek çabuk hâsıl olur.
176. Peygamber, her kim sırrı gizledi ise, çabuk kendi murâdı ile çift oldu buyurdu.
177. Vaktâki tohum yerde gizli olur, onun sırrı bostanın tâzeliği olur.
178. Altın ve gümüş eğer gizli olmasa idiler, ma'den altında ne vakit terbiye bulurlar idir?
179. O hekîmin va'dleri ve lutufları, o hastayı korkudan emîn etti.
180. Hakîkî olan va'dleri gönül kabûl edici olur; mecâzî olan va'dler elem tutucu olur.
181. Kerem ehlinin va'di, akıcı hazînedir; nâ-ehlin va'di, rûhun elemi oldu.

Velînin, câriyenin hastalığını anlaması ve
câriyenin elemini ve marazını pâdişâh huzûrunda arz etmesi.


182. Bundan sonra şâha azm etti; şâhı ondan bir şemme âgâh etti.
183. Dedi: Tedbîr o olur ki, bu derd için, o merdi hâzır getirelim.
184. O uzak şehirden kuyumcu olan adamı çağır; altın ve hil'at ile ona gurûr ver.
185. Sultân hekîmden bunu işittiği vakit, onun nasîhatını gönülden ve candan ihtiyâr etti.

Pâdişâhın, kuyumcuyu getirmek için
Semerkand'a elçiler göndermesi


186. Binâenaleyh o tarafa hâzıklar ve kâfîler ve çok adûl olan bir iki elçi gönderdi.
187. O iki bey, şâhenşehden müjdeci olarak, o kuyumcunun önüne, Semerkand'a kadar geldiler.
188. Dediler ki: Ey ma'rifeti kâmil olan üstâd! Sıfat, şehirlerde senden zâhirdir.
189. İşte falan şâh kuyumculuk için, seni ihtiyâr etti; zîrâ sen pek büyüksün.
190. İşte bu hil'atı ve altını ve gümüşü al; geldiğin vakitte de hâs ve nedîm olursun.
191. Merd, çok malı ve hil'atı gördü, aldandı; şehrinden ve evlâdından kesildi.
192. Adam şâdmân olarak yola geldi; bî-haber idi ki o şâh, onun canına kasd etti.
193. Arab atına bindi ve sevinerek sürdü; kendi kanının bahâsını hil'at anladı.
194. Ey kendi ayağı ile sû'-i kazâya kadar, yüz rızâ ile sefere gitmiş olan kimse!
195. Onun hayâlinde izzet ve mal ve büyüklük vardır. Azrâîl, git evet götürürsün dedi.
196. Vaktâki o garîb olan merd, yoldan erişti; tabîb onu şâhın huzûruna getirdi.
197. Güzel mum, başı üzerinde yanmak için, onu nâz ile şâhenşâhın tarafına götürdüler.
198. Şâh onu gördü; birçok ta'zîm etti. Altın hazînesini ona teslîm etti.
199. Sonra hekîm ona dedi: Ey büyük sultân! O câriyeyi, bu efendiye ver!
200. Tâ ki câriye onun visâlinde iyi olsun; onun âb-ı visâli, o âteşi def' etsin.