Meltem Ahıska'nın savunması
Savunmamı hazırlarken birçok şeyi tekrar tekrar yadırgadım. Nasıl olmuştu da yaklaşık 3 sene önce internette karşıma çıkan bir bildiriye duygusal ve vicdani bir refleksle adımı eklemem, sonradan 'imza' diye adlandırılan bu sıradan ve kendi başına çok da etkili olmayan edim, ağır cezada yargılanmamı gerektirecek bir suça dönüşmüştü? Nasıl olmuştu da 3 sene önce muhafazakar gazetelerin bile üzerine olumlu yorumlar yaptığı, toplumun genelinde bir çözüm umudu yaratan "barış süreci"nin beklentisi buharlaşarak yok olmuştu? Başka birçok örneğin yanısıra I Mart 2015 tarihli Akşam gazetesindeki bir köşe yazısında şöyle deniyordu: "Çözüm Süreci, nihayet kalıcı bir barış ve istikrar sürecine dönüştü. Silahların bırakılması ve sivil siyaset için bu güçlü adımın atılması, aynı zamanda, yeni Anayasa için ilk büyük uzlaşma adımını taşıyor." Yine, nasıl olmuştu da bu bildirinin ortaya çıktığı dönemde Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerde meydana gelen, ve o dönem medyaya yansıyan sivil ölümler ve ağır mağduriyetlerden duyulan acının ifadesi, "terör örgütü propagandası" olarak adlandırılmıştı? Nasıl olmuştu da iddianamede adı geçen Besê Hozat adlı kişiyle hiçbir tanışıklığım ve yakınlığım olmamasına rağmen bu imzayı ondan talimat alarak attığım iddia edilebiliyordu?
20 yılı aşkın bir süredir öğretim üyesiyim; son 8 yıldır da profesör olarak görev yapmaktayım. Bu süre içinde çok sayıda öğrenci yetiştirdim, çok sayıda teze danışmanlık yaptım, kitaplar, makaleler yazdım, birçok konferansa katıldım. Bunları kendimi önemli göstermek için değil, şahsıma yöneltilen suçlamalar karşısında hafızayı tazelemek için söylüyorum. Çünkü benim ve meslektaşlarımın yargılanmasına temel oluşturan bu iddianame "terör örgütü propagandası" savıyla hem geçmişteki çalışmalarımın, hem de bu bildiriye destek verdiğim koşulların hafızasını silmeye çalışıyor.
Son yıllarda toplumsal hafıza konusu üzerine çalışmaktayım. Çalışmalarım bana, hatırlamanın adalet arayışı ile yakından ilgili olduğunu gösterdi. Hafıza konusunda çalışan önemli bir düşünürün dediği gibi "Unutmanın karşıtı hatırlamak değil, adalettir." Barış talebi de hatırlama ve adalet arayışıyla ilgili. 1960'larda dünyada gündeme gelen ve yaygınlaşan "pozitif barış" kavramının ifade ettiği gibi barış, sadece savaşların son bulması anlamına gelmiyor. Tarafların masaya oturduğu bir müzakereden de ibaret değil. Konumu ne olursa olsun toplumdaki herkesi ilgilendiren, adalet, eşitlik ve özgürlük arayışıyla ilgili bir yanı var. Birkaç senedir vermekte olduğum "Toplumsal Hafıza" dersinde bir öğrencimin anlattıkları çok çarpıcı gelmişti. Öğrencim, doğduğu köyde bir zamanlar kadınların birbirleriyle dayanışma içinde bir araya gelerek kış için ekmek yaparken, geçmişte ve o günde olup biten her şey hakkında kendi dillerinde nasıl mırıl mırıl sohbet ettiklerini, böylece genç kuşaklara hafızalarını nasıl aktardıklarını anlatmıştı. Benim için hâlâ çok etkileyici bir barış imgesi bu.
Barışın, hafızalarımızı aktarma özgürlüğüne sahip olmak, kardeşçe bir yaşamı düşleyebilmek, bunu umut edebilmek demek olduğunu düşünüyorum. Devletin, toplumsal barışın koşullarını yaratması ve bunu koruması gerektiğine inandığım için, umudun, yerini vicdanımı sızlatan savaş görüntülerine bıraktığı bir anda karşıma çıkan bu bildiriye destek verdim. Herhangi bir örgütle hiçbir bağım yoktur; hiç kimseden talimat almadım. Terör örgütü propagandası yaptığım iddiasını hiçbir şekilde kabul etmiyorum. Derhal beraatımı talep ediyorum.
Kaynak: "Meltem Ahıska'nın beyanı". Bianet. 20 Eylül 2018. 20 Eylül 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi.
|