Hediye...
Üç gündür içimde öyle bir heyecan-ı arzu var ki bunu ve sebebini bir türlü tefsir edemiyordum.
Teskin-i asabiyete muvaffak olamıyordum. En nihayet –zevcimin is’âf-ı hevesime mazhar olamamaktan tevellüt edecek hüzün ve kederi iyice bildiğim halde– karar verdim. O akşam memuru bulunduğu bankadan her vakitki gibi, yine yorgun ve ter içinde geldiği zaman mutat olan buse-i muhabbetimi takdim etmeden “Bir gül!” diye haykırıverdim.
O şaşkın, ve istizahkâr yüzüme bakıyordu: “Bir gül, bir gül.. o kadar ihtiyacım var ki bir gül, bir bahar çiçeği...”
Ve artık anlattım. O başını müteessirâne sallayarak diyordu ki: “Bir köyden... kışın bir gül...”
Ben o kadar ısrar ediyordum ki o akşam hemen darılıvermiştim ve gül gelinceye kadar söz söylemeden ısrar ediyordum.
Nihayet gülerek ve istihzakârane muvafakat etti: “Paris’teki dostumuz Vikont (K.)’a yazalım. Belki buraya kadar solmadan gelir...”
Biz kadınlar tuhafız. Bu muvafakate karşı yine gelinceye kadar olacak dargınlıkta devam edeceğimi aht etmiştim. Gözüm her gün posta arabasına ma’tûf idi.
Tuhaf arzu... Öyle zannediyordum ki bu bir gül bana bir bahar-ı zevk olacak. Fakat bir hafta olduğu halde el’ân bir haber gelmemişti. Artık karşıda bir hiddet ve garez hissediyordum. Tabiî bir keyifsizlik ve bir meşgale bir hafta kadar asabiyetimi teskin etmek üzere iken gözümü ilk dakika-i ıstıraptan sonra açtığım vakit kalbimdeki ilk darbenin bir gül ihtiyacından ibaret olduğunu hissettim. Dargınlığımız el’ân devam ediyordu. Fakat zevcimde o kadar derin bir mesrûriyet hissediyordum ki bunu mutlaka bana karşı bil-iltizâm yapıyor sanıyor ve daha ziyade darılıyordum.
Ertesi akşam Vikont o eski vaz-ı bülent ve vakarıyla posta arabasından indi. Pencerenin önünde uzanmıştım. Heyecanım o kadar şedîd idi ki söz söyleyemiyordum. Şimdi hatırıma geliyordu. Gülü isterken yakında –ıstırabatıma sebep olan– yavrumuzun vaftiz merasimine de Vikont’u davet etmiştik.
Beraber oturduğumuz halde ne o, ne ben, ne de zevcim gül bahsine dair bir şey açmamıştık. Ben cesaret edemiyordum. Fakat canım da fena halde sıkılıyordu... Neticeten gülü getirmemişti, getirse idi şimdiye kadar vermesi icap ederdi. Artık, hakikaten darılmıştım.
Ertesi gün köy rahibiyle birkaç bildik vaftiz merasimini icra etmek üzere idiler. Bir aralık rahip başını zevcime çevirdiği zaman, o mesut, müsterih tebessüm ediyordu.
Zevcim Vikont’a işaret etti ve sol elini –en ziyade memnun olduğu zamanlar yapar– yeleğinin cebine sokarak dikkatli dikkatli bana bakıyor ve gülüyordu.
O vakit Vikont küçüğün üzerine eğilerek ve merasim-i mahsusayı icra ederek dik ve halâvetli bir sesle sertçe “La rose!” dedi.
Zevcim hâlâ mütebessim ve halîm gözüme bakıyordu. Ben hemen intikal ederek titredim ve elimi uzatarak zevcimin o muhterem ve mukaddes dest-i muhabbetini sıkıverdim. Bu barıştığıma delil idi.
Ah bu hediye, bütün asabiyetimi teskin eden bu gül... Ve yolda giderken düşünüyordum: Bir gül, birkaç saniye, en nihayet bir bahar beni ta’tîr ve tesrîr edecekti. Lâkin bu, bütün hayatımı çiçekleyecek, bu gül bana ebedî bir zevk ve saadet olacak...
Kaynak: İlk yayımlanış: İrtika, 250, ss. 104, 30 Kânun-ı sani 1319 [12 Şubat 1904]. İkincil kaynak: Seyfettin, Ömer (Mart 2020). Polat, Nâzım Hikmet (Ed.). Bütün Hikâyeleri (4 bas.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ss. 48-50. ISBN 978-975-08-1944-5. Bu eser, kültürel öneminden ötürü Türkiye Cumhuriyeti'nde kamuya maledilmiştir ya da 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre eserin koruma süresi dolmuştur. Kanun'un 27. maddesine göre:
|