Genç şairler, parmak hesabıyla mâni düzmeye başlayalı; bazı müteceddidler, Türk sazını değnekle idare etmeye kalkışalı; mimarlarımız arasında da ne isimle yâd edeceğimizi bilmediğimiz ma'hûd medrese mimarisi tamim etmeye başladı. Softanın başından çıkardığı sarığı andıran taş kubbeler, tıpkı mantarlar gibi Türk seması altında yer yer bitmeye başladı.

Otel, banka, mektep, iskele, şimdi dışardan minaresi ve içerden minberi eksik birer cami karikatürüdür. Bu tarz inşa usulüne mimarlarımız, ´´Türk mimarisi´´ diyorlar. Hakikaten bu çirkin taş yığınları Türk mimarisi midir? O halde güvercinler niye bu mimariyi bir türlü sevmiyorlar?

Çini gibi, şark mimarisinin mütemmimi olan güvercinler, semanın her köşesinden üşüşerek, kubbe ve minare olan yerlerde küme halinde toplanırlar. ´´Sinan´´ın en hakiki hayranları, şadırvanlar etrafında, fıskiye serpintileri ve su kavs-i küzehleri içinde oynaşan bu lacivert kanatlardır.

Halbuki güvercinler, ne ecnebi banka binalarının sahte araba seklerine, ne de evkaf hanlarıyla seyr-i sefain iskelelerinin kubbelerine ve süslü saçaklarına aldanıyorlar. Düyun-i Umumiyye'nin damları üstüne bir güvercinin konduğunu henüz bir kimse görmemiştir. Güvercin, şayan-ı hayret bir anlayışla usta ´´Sinan´´ ve ´´Kasım´´ı aciz mukallidlerinden ayırmakta zerre kadar tereddüt göstermiyor.

Büyük mimarlarımızın bazen fikir danışması için, sanayi-i nefise encümenine bir güvercininde azâ intihap edilmesi acaba muvafık olmaz mıydı?