Figen Yüksekdağ'ın 26 Aralık 2016'daki savunması
Keşke sadece insanlar konuşsa silahlar değil
Yaptığım konuşma bir güncel, siyasal değerlendirmeydi. Kitleye açık bir panelde, demokratik üretim modellerinden ve kitle hareketinin taleplerinden birisi olan özyönetim ve demokratik özerklik modelini tartıştık. Türkiye’de bir siyasi tartışma yapmak bir suç olarak değerlendiriyor. Benim de katıldığım panel böyle bir hışma uğramıştır.
Türkiye’de ifade özgürlüğü siyasi iktidarın sayısız kez hışmına uğramıştır. Bizler özgür söz söyleme hakkımızı kullanamadığımız için, özgür siyaset yapma hakkını kullanamadığımız için çok ciddi bir toplumsal kaosla, şiddetle karşı karşıyayız. İddianameye konu edilen “terör örgütü propagandası” suçlamasının, sözü baskılamak gibi bir amaca hizmet ettiğini düşünüyorum.
Keşke Türkiye’de her şey sözlerle ifade edilse. Keşke Türkiye’de sadece insanlar konuşsa, silahlar konuşmasa. Keşke Türkiye’de en kabul edilmez sözler gündeme gelse ve bizler öyle bir kulvarda birbirimizle iletişim kurma, kızma, tepki gösterme, belki birbirimizi sevmeme hakkına sahip olsak. Tıpkı bütün demokrasilerde olduğu gibi, ülkemizde de olması gerektiği gibi.
Söylenen sözler birçok kesime aykırı gelebilir, devleti yönetenler söylediğimiz sözleri beğenmeyebilirler, öfkelenebilirler. Ama bu sözler bir toplumsal gerçeklik içerisinden çıkmıştır. Ve bizlerin söz söyleme hakkının güvence altına alınması gerekir. Söz söyleme hakkını güvenceye alması gereken yargı kurumudur. Elbette öncelikli olarak bu güvenceyi siyaset kurumunun vermesi gerekir.
Ben de bir siyasetçi olarak yürüttüğüm bütün çalışmalar boyunca Türkiye’de yasama organını ve söz söyleme özgürlüğünü güvenceye alacak bir sonucun ortaya çıkarılmasını sağlayamadım. Ama bu sadece benim yetersizliğim değildir. En başta siyasi iktidarın yetersizliği ve suçudur. Bugün söz söyleme özgürlüğüne karşı bir suç işleniyor. Türkiye’de söz söylemenin bedelini çok ağır biçimde ödemek durumunda kalıyoruz.
Kamu düzenini sözlerim tehdit ediyorsa iktidar iyi bir düzen kuramamış demektir
Tarihte nice siyasi davalar görülmüştür. Ben inanıyorum ki, bizim hakkımızdaki davalar da tarihe geçen davalar olacak ve bu davalar sonucunda kaybeden bizler olmayacağız. Bugün bize layık görülmeyen teşekkürü ve takdiri o zaman kazanacağız. Çünkü yaptığımız her çalışma Türkiye’deki ifade özgürlüğünün kazanılması, elde edilmesi amacına dayanıyor. İfade özgürlüğü sadece biz siyasetçilerin sahip olması gereken bir ayrıcalık değildir. Türkiye’deki her vatandaşın doğduğu andan itibaren sahip olması gereken bir haktır. Ama bizler her vatandaşın sahip olması gereken hakka siyasetçiler olarak sahip olamıyoruz. Yaptığım konuşmalardan dolayı onlarca davadan yargılanıyorum. İktidardakiler benim sözlerimin kamu düzenini tehdit ettiğini söylüyorsa, demek ki iyi bir düzen kuramamışlar.
Benim işim siyaset yapmak, İzmir'de de bunu yaptım. Konuşmamda Silopi, Nusaybin ve Cizre’deki çatışmalardan bahsettim. Bir yaranın üstü örtülmeye çalışılıyor orada, böylece sorunun biteceği düşünülüyor. Ben panelde sadece o kentlerdeki operasyonel durumlardan değil, gerçekten bahsettim.
Özyönetim panelindeki konuşmamın yargılanması gerçekleri görmemektir
Panelde başka ülkelerdeki rejimler ve yönetim biçimleri de tartışıldı. İşte o kentlerde de ilk başta sivil ve siyasi bir sorun vardı. 'Biz yerel demokrasiye ağırlık verilmesini talep ediyoruz' dediler o kentlerdeki insanlar, 'yerel inisiyatifi öngören bir yönetim biçimi istiyoruz' dediler. Sürecin en başında sadece basın açıklamaları vardı, ama siyaseti tartışma olanağı olmadan tutuklamalar, baskılar ortaya çıktı. Siyasi tartışmaların yapılamadığı ortamda militanlar, silahlar ortaya çıktı. Bakın operasyonlarda ölenlerin yarısından fazlası sivil ve çoğu 18 yaşın altında, 3 aylık bebek vardı aralarında. Hâlâ cenazesi bulunamayan insanlar var orada. O süreçte silahlı olup olmadığı fark etmez, bir kadının cenazesi çırılçıplak teşhir edildi. O kentlerde devlet güçleri ve askerin dışında da kim olduğu teşhis edilemeyen güçler, insanları öldürdü.
O panelin yapıldığı zaman işte bu trajedinin en yoğun yaşandığı zamanlardı. O panelde özetle şundan bahsettim, “o yurdun insanları sadece tek bir şey için direniyor; o bölgede, o yurtta kalmak için”. İnsanlar kendi yurtlarında kalabilmek için direndi. Evlerinin bir tarafı yıkılmış duvarını bir şeylerle örterek yine de kendi yurtlarında kalmayı seçti o insanlar. Bunlar terör propagandası değil, bunlar gerçek, bu da gerçeği görmemektir.
"Anayasayı tanımam" diyenler yargılanmıyor
Bakın bu ülkede “Anayasa'yı tanımam” demek serbesttir. Başkanlık tartışması yapmak serbesttir. Bugün Anayasa'yı tanımam diyenler hiçbir şeyle karşılaşmazken, her şeyi istedikleri gibi söylerken, Anayasa açıkça ihlal edilirken, muhalefet de buna karşı hesap sorma gücünden yoksun bırakılmaya çalışılıyor. Bizim görevimiz de buna karşı söz söylemektir.
Model ve rejim tartışması yapmak bile değil, bırakalım bunu, biz bir söz söyleyince Anayasa bir kenara itiliyor; biz bu suçu eleştiriyoruz diye uluslararası hukuk ve anayasayla güvence altına alınmış haklarımız gasp ediliyor.
Ben o panelde tarihten örnekler de verdim, Ege'den, Ortaklar köyünden, Şeyh Bedrettin'den, Börklüce’den bahsettim.
Panelde Terörle Mücadele Şubesinden polisin gelip kamera kurarak fikir tartışmasını terörize etmeye çalışmasını da eleştiriyorum. Mahkemeniz de bunu delil olarak dikkate almamalıdır.
Mahkeme başkanı, Yüksekdağ'ın katıldığı panelde ifade ettiği "Cizre devrimci bir süreçtir" sözünden neyi kastettiğini sordu.
Evet içinden geçtiğimiz bu süreç devrimci bir süreçtir, biraz tarih bilen herkes bu yaşadığımızın bir alt üst oluş süreci olduğunu söyler.
Figen Yüksekdağ
26 Aralık 2016