Devlet Bahçeli'nin 8 Şubat 1999 tarihli TBMM grup konuşması
Basınımızın ve Televizyonlarımızın Değerli Temsilcileri,
Bu eser Türkiye Cumhuriyeti Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 32. maddesinin şartları altında Vikikaynak'ta yer almaktadır. İlgili madde:
|
||
Hepinizi öncelikle saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Toplantımızı, partimizin son günlerde ülkemizin gündeminde önemli bir yer tutan konularla ilgili görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak amacıyla düzenlemiş bulunuyoruz.
Sizlerce de yakinen bilindiği gibi, ülkemiz yeni yıla hükümetsiz ve bütçesiz girmiştir. 45 günlük arayışın ardından ANAP ile DYP'nin desteğiyle kurulan DSP azınlık hükümetiyle birlikte "yeni" bir dönem başladı. Başka demokrasilerde örneği bulunmayan bu durum, tabii olarak DSP'li milletvekillerinin bile beklemediği düşündürücü ve ilginç bir siyasi oluşumdur. Halkımızın, bir araya gelerek geniş tabanlı bir hükümet kurmak yerine, "sol"u iktidar yapmayı tercih eden bu partilerin yaklaşımları üzerinde hassasiyetle duracağına inanıyoruz.
DSP Azınlık Hükümeti, daha normal şartlarda ancak rüyalarını süsleyebilecek iktidar gerçeği karşısında uğradıkları şaşkınlıktan kurtulabilmiş değildir. Bugün, halkın acil çözüm bekleyen sorunlarının üzerine gidecek bir irade ortada bulunmamaktadır. DSP azınlık hükümeti, sorunların ve gelişmelerin altında ezilen bir hükümet profili çizmektedir. Bu tablonun sorumluları sadece kendileri değil, aynı zamanda böyle bir hükümetin şekillenmesine vesile olan siyasi partilerdir.
Sayın Basın Mensupları,
Milliyetçi Hareket Partisi, mevcut Hükümetin aylardır Türkiye'yi oyalayan bölücü terör örgütünün başı konusundaki tavrını da gayri ciddi olarak değerlendirmektedir. Hükümet, meseleye yeterince önem vermemekte, Kuzey Irak'ta gösterime giren senaryonun farkına varamamaktadır. Bu konudaki hassasiyetimiz açıkça ortaya konulamamış, tavrımızı ilgili ülkelere dektere etme açısından yetersiz kalınmıştır. Hükümet, PKK'nın siyasallaştırılması çabaları karşısında daha duyarlı, daha sonuç alıcı bir strateji takip etmek zorundadır. İzini kaybettirerek yeni bir açılım siyaseti takip edeceği anlaşılan bölücü örgütün başının biran önce tesirsiz hale getirilmesi şarttır.
Son günlerde, Ortadoğu'da Kuzey Irak'tan başlayarak yeni oluşumlara ima atacak gelişmeler için düğmeye basıldığına dair yorumlar yapılmaktadır. Bu oyunlarda PKK'nın ve onun başının bir figüran olarak kullanılacağına dair ciddi endişe duymaktayız. Türkiye, kendi altının oyulması anlamına da gelecek olan bu gelişmeler karşısında seyirci kalamaz. Giderek kaynayan bir kazanı andıran Ortadoğu'da Türkiye'nin çok yönlü politikalar izleyerek inisiyatif sahibi olması hayati önem taşımaktadır.
Dış politika alanında son zamanların bir başka önemli gündem maddesini Kosova sorunu oluşturmaktadır. Aslında uzun bir geçmişe sahip olan bu konu, Bosna Hersek sorununun belirli ölçülerde de olsa çözümlenmesinden sonra ön plana çıkmaya başlamıştır. Sırp güçleri, yakaladıkları her fırsatta çirkin yüzlerini sergilemeye devam etmektedirler. Batılı ülkelerin bu korun karşısındaki tavrı, yeterince samimi ve ahlâki olmamıştır. Kosova'nın müslüman halkına uygulanan vahşete seyirci kalmışlardır. Bosna'dan sonra Kosova'daki gelişmeler de Batının uluslar arası insan hakları politikasının demokratik ve ahlâki endişelerden çok, siyasi ve ekonomik çıkarlara dayandığını kanıtlamaktadır.
Sayın Ecevit'in başkanlığında kurulan azınlık hükümeti, halefi olduğu ANASOL-D Hükümeti gibi Kosova dramı karşısında aktif ve duyarlı bir politika ortaya koyamamaktadır. Türkiye tarihi ve manevi bağları olan bu topraklarda yaşayan insanların dramı karşısında seyirci kalmamalıdır. Hükümet, biran önce sesini yükseltmeli ve gerekli girişimlerde bulunmalıdır.
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
En az dış politika alanında yaşadığımız hassa dönem kadar, içerde de kritik bir seçim dönemi yaşamaktayız. Seçimlere 2.5 ay gibi kısa bir süre kaldığı anda seçim sisteminin de yağın bir şekilde tartışmaya açılması tansiyonu arttıran bir başka faktör olmuştur. Öncelikle, bu durumun üzerinde kısaca da olsa durmak istiyorum. Meseleyi iki açıdan ele alıp değerlendirmek mümkündür. Birincisi, seçim sistemi tartışmaları halkın gerçek gündeminin geri plana itilmesine yol açmıştır. Seçim sistemi, siyasetteki yozlaşmadan, halkın gündelik sıkıntılarından daha öncelikli bur konu değildir. Kısacası seçim derdinin geçim derdini bastırmasına izin verilmemelidir.
Seçim sistemi tartışmalarını ikinci olarak siyasi açıdan ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Dünyanın hiçbir demokrasisinde oy verme gününden 2ay 2,5 ay gibi bir süre önce seçim sistemiyle oynanması düşünülemez. Bunun tek istisnası, siyasi partiler arasında geniş bir konsensusun ve kamuoyunda müşterek bir kanaatin ortaya çıkmış olmasıdır. Bugünkü Türkiye'de böyle bir ahenkli tablonun varlığından söz etmek mümkün değildir.
Aksi takdirde, daha başlangıçtan seçim sonuçlarının tartışmalı hale gelmesine yol açılabilir, siyasi akordun daha da bozulmasına sebep olunabilir. Milliyetçi Hareket Partisi, 1983 seçimlerinden bu yana tekrarlana gelen yanlışlıklara bir yenisinin daha eklenmesinden endişe duymaktadır. Bunun yanında, istikrarı sadece seçim kanunu düzenlemelinde arayan zihniyetin artık değişmesi gerektiğine inanmaktadır. Siyasi istikrar meselesinin, ekonomik ve sosyal istikrardan ayrı olarak mütaala edilmemesi gerekir.
Bir toplumda istikrarın ortaya çıkması ve pekişmesi, öncelikle özgüvenin sağlanmasıyla, adaletsizliklerin yerini adaletin almasıyla, kişisel hırs ve çıkar kavgasının bir kenara bırakılmasıyla mümkün olabilir. Siyasete sorumluluk duygusuyla değil, koltuk ve çıkar hırsıyla yaklaşan siyasetçilerle ülkemizin kalıcı bir istikrara kavuşması mümkün değildir.
Kıymetli Basın Mensupları,
Bizle, 18 Nisan'da yapılacak seçimlerin demokrasi tarihimizin en önemli, en hayati seçimlerinden biri olacağına inanıyoruz. Seçim sürecinde bir hayli mesafe alındığı bir dönemde, seçimlerin her ertelenmesi hem de sistemini tartışmayı zamansız ve anlamsız buluyoruz. Bugün gelinen aşamada, halkımızın kafasını karıştıracak girişimler ve açıklamalar yerine, seçimlerin sağlıklı bir şekilde yapılması üzerine odaklaşmak en doğru yaklaşım olacaktır. Seçimlerden hemen sonra, yeni parlamentoyla yeni bir anlayışla siyasi kuralların elden geçirilmesi daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Yüzyılı aşkın bir süredir tartışılan anayasal düzenlemeler ile seçim sistemi yeni baştan ele alınarak ülke gündeminin rahatlatılması zorunludur.
Bunu başardığımız ölçüde halkamızın acil çözüm bekleyen sorunlarına el atmak, dış ilişkilerdeki açmazlarına daha çok zaman ayırarak enerji sarfetmek mümkün olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi, kendisi gibi Türk Milleti'nin de 18 Nisan Seçimlerini ülkesi için bir "kader seçimi" olarak gördüğünü düşünmektedir. Önümüzdeki bu büyük siyasi sınavı başarmak için, bugünden itibaren ortaya konacak proje ve söylemlerden çok, gerçek tavır ve tutumların önemli olduğu açıktır. Bu açıdan sadece partilere ve onların liderlerine değil, hükümete, medyaya ve sivil toplum kuruluşlarına da çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. 2 Şubat tarihli Başbakanlık Genelgesini bu açıdan dikkat çekici buluyoruz. Genelgede dikkat çekilen hususlar Kanunlarımızda ve Anayasamıza doğrudan ya da dolaylı olarak zaten düzenlenmiştir. Yargının yetki alanına giren konularda idarenin inisiyatif kullanması durumu, birçok tartışmayı beraberinde getirebilecektir. Başta Hükümet ve kamu bürokrasisi olmak üzere, siyasi hayatla ilgili bütün kurumların ve siyasi partilerin seçim sürecine ve seçmenin iradesine gölge düşürücü eylem ve söylemlerden kaçınması gerekir. Tabii ki, Cumhuriyetimizin temel ilkeleri, milletimizin manevi ve milli değerleri siyasi mücadelelerin üzerindedir. Bunlar, istismar edilemeyeceği gibi, eleştiri konusu da yapılamaz. Seçmenimiz bunları ayırdedebilecek sağduyuya sahiptir. Aynı şekilde, ülke menfaatleri yerine kişisel menfaatler peşinde koşanları, gerçekleri ve geçmişi unutturmaya çalışanları değerlendirebilecek olgunluktadır. Kısacası, Türk Milleti'ne ve adaletine güvenmek zorundayız.
Son olarak, bir noktaya daha temas etmek istiyorum. 18 Nisan'daki tarihi sınavdan yüzakıyla çıkmak, ancak uzlaşmacı ve projeci siyasi yaklaşımlarla mümkün olabilir. Yine demokrasi konusundaki tavırların tutarlılık ve samimiyet gibi siyasi eğitim temelini oluşturan değerler üzerine oturması şarttır. Aksi takdirde demokrasiye ve siyasetçiye olun güveni sarsmaktan başka bir sonuç ortaya çıkmayacaktır. Bu konuda Türk seçmeninin her zamankinden daha kararlı olduğu göze çarpmaktadır. Bu sebeple amaca ulaşmak için her türlü yolu meşru gören siyasetçiler başarıya ulaşamayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, bütün kadrolarıyla ve imkanlarıyla siyasete makyevelist açıdan yaklaşanları, ülke menfaatlerini hiçe sayanları halkımıza anlatacak, onlarla her zeminde mücadele etmeye devam edecektir. Çünkü bizler, ülkemizin kaybedecek zamanı olmadığını biliyor, köhnemiş ilkesiz, seviyesiz siyasi anlayışların mutlaka tasfiye olması gerektiğine inanıyoruz.
Seçmenlerimiz, yeni yüzyıla birlikte adım atacağı parlamentosunu belirlerken çok hassas davranmalı, siyasetçiler de attığı her adımı düşünerek atmalıdır. Bu çerçevede öncelikle siyasi partilere büyük görevler düşmektedir. Partimiz, kampanyasını böyle bir yaklaşım biçimine gör planlamakta, "önce ülkem, sonra partim" anlayışının siyasi faaliyetlerini her alanına ve anına nüfûz etmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bizler Milliyetçi Hareket Partililer olarak sorumluluğumuzun farkındayız. Türk Milleti'nin ve demokrasisinin kurtuluşunu uzaklarda aramaya gerek olmadığına inanıyoruz. Bunun için yakın ve uzak tarihimize dikkatlice bakmak, yaşanılan tecrübelerden gerekli dersleri çıkarmak şarttır.