Devlet Bahçeli'nin 2 Ocak 2001 tarihli TBMM grup toplantısında yaptığı konuşma

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Yeni yılın ilk grup toplantısına başlarken hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Geride bıraktığımız mübarek Ramazan Bayramınızı ve yeni yılınızı kutluyor, ülkemiz, milletimiz ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyorum.

Öncelikle, her bayram tatilimizin zehir olmasına yol açan ve katliam boyutuna varan trafik kazalarına temas etmek istiyorum. Maalesef bayram tatili süresince 181 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, birçok aile yok olmuştur. Bu durum çok üzücü, üzücü olduğu kadar da düşündürücüdür. Kazalarda hayatını kaybeden bütün insanlarımıza Yüce Allah'tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Meclis ve hükümet olarak daha fazla zaman geçirmeden bu insanlık dramına çare arayıp bulmamız şarttır.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Hatırlanacağı üzere, Aralık ayının ilk haftasından sonra, başta Bütçe ve şartla salıverme yasası görüşmeleri olmak üzere Meclisimizin gündeminin yüklü olması dolayısıyla grup toplantılarında biraraya gelmemiz mümkün olamamıştır. Araya uzun sayılabilecek bir bayram ve yılbaşı tatilinin de girmesiyle birlikte, bugünkü toplantımızda değerlendirmeyi arzuladığımız konuların sayısı da artmış bulunmaktadır.

Bilindiği gibi, Kasım ayının ikinci yarısına damgasını vuran ve ciddi bir krize dönüşme eğilimi de taşıyan mali dalgalanmaların ardından gündeme gelen 2001 yılı bütçesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Yine, ülkemiz Aralık ayı boyunca şiddetlenen "af", "ölüm orucu" ve "açlık grevi" tartışmalarına sahne olmuştur. Kısacası, 2000 yılının son bir buçuk ayına, bir dizi sancılı ve yoğun gelişme damgasını vurmuştur.

Bütün bu gelişme ve sorunların birbiriyle doğrudan bir ilişkisi bulunmasa bile üst üste gelmiş olması, insanlarımızda haklı olarak ciddi bir tedirginliğin uyanmasına sebep olmuştur. Ancak değişik sorumluluk mevkilerinde bulunan ve dolayısıyla sıkıntılı dönemin kolayca atlatılması için katkı sağlaması gereken bazı çevreler de, maalesef hayal kırıklığı yaratmışlardır. Zaman zaman da adeta "yangına körükle gitmeye çalışanlar"a rastlanmıştır.

Hükümetimiz ise, bir taraftan mali krizi önleyip 2001 yılı bütçe sürecini tamamlamaya çalışırken, diğer taraftan da kangrene dönüşen cezaevi sorununu çözmek ve rezaletlere son vermek için çok önemli adımlar atmıştır.

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Sağlıklı değerlendirmeler yapıp geleceğe ilişkin beklentileri ortaya koymak için çok gerilere gitmeye ve ayrıntılı analizlere ihtiyaç yoktur. Türkiye'nin hangi ekonomik ve sosyal sorunları yaşayarak bugünlere geldiği her sağduyu sahibi vatandaşımızın malûmlarıdır. 57. Hükümet zamanında sadece 2000 yılına damgasını vuran cezaevleri ile soygunculara yönelik operasyonlar bile, geçtiğimiz dönemlerde ülkenin nerelere sürüklendiği ve nasıl yönetildiğine dair çarpıcı birer örnek teşkil etmektedir.

Türkiye'nin, daha dün enflasyonu dizginleme ümitlerinin giderek yok olmaya başladığı bir süreci yaşadığı unutulmaktadır. Bugün ise, düşük enflasyon hedeflerine ne kadar ulaşılıp ulaşılamayacağı, özelleştirme faaliyetinin yöntemleri ve büyüklükleri tartışılmaktadır. Bütün bunlar, ekonomik alana ilişkin olarak zihinlerde ve sistemde yaşanan dönüşümlerin bir yansıması değil de nedir?

2000 yılı başında uygulamaya başladığımız Enflasyonla Mücadele ve Ekonomide Yeniden Yapılanma Programı'nın birinci yılı tamamlandığında ortaya çıkan tablo birçok açıdan ümit vericidir. Ama bazı çevrelerin kişisel çıkarları veya geçmiş deneyimler ışığında yaptığı eleştiriler çok ölçüsüz ve hesapsız olabilmektedir. Tabii ki, hükümet olarak arzuladığımız bütün hedeflere ulaştığımızı, her alanda çok olumlu sonuçlar elde ettiğimizi söylemek mümkün değildir. Buna karşılık, son dönem içinde daha önce düşünülüp hayata geçirilemeyen ya da yarım kalan birçok yapısal reform başta olmak üzere, önemli gelişmelerin kaydedildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.

Bu genel bakıştan sonra hükümet sorumluluğunu paylaştığımız 20 ay gibi bir süre içinde hayata geçirilen belli başlı düzenlemeleri başlıklar halinde de olsa hatırlatmayı gerekli görüyorum. Hükümetimiz; birçok kanunun yanı sıra ekonomide yeniden yapılanmayı sürekli hale getirecek reform mahiyetindeki şu değişikliklerin gerçekleşmesine öncülük etmiştir. Buna göre;

Sosyal Güvenlik Kurumları ve Yeni Emeklilik Kanunu,

-Gümrük Kanunu,

-Bankalar Kanunu,

-Sermaye Piyasası Kanunu,

-Uluslararası Tahkim Yasası çıkartılmıştır.

-Vergi Kanunlarında ve

-Anayasamızda yapılmış olan değişikliklerle de özelleştirmenin ve Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımlarının önü açılmıştır.

Bunlara ilaveten, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Üst Kurulu, Telekomünikasyon Kurulu ve Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu faaliyete geçirilmiştir.

Bu yasal düzenlemeler ve uygulanan kararlarla birlikte 1999'dan 2000 yılına makro-ekonomik büyüklüklerde de ciddi gelişmeler yaşanmıştır.

Örneğin;

-TÜFE'ye göre ortalama aylık enflasyon hızı, %5'lerden %3'lere,

-Yıllık enflasyon hızı da %68.8'den %38 dolayına inmiş,

-Yıllık büyüme hızı eksi %6.4'ten %6'lara,

-İmalat sanayiindeki kapasite kullanımı oranı da %72'den %81'e yükselmiş,

-Faiz dışı bütçe fazlası 2 katrilyon liradan 9 katrilyon liraya yaklaşmış,

-Yıllık Faiz ve Anapara geri ödemelerinden oluşan Borç Servisinin/Bütçe Gelirlerine oranı da %145'ten %115 seviyesine inmiştir.

-2000 yılı için 14.4 katrilyon olarak hedeflenen bütçe açığının da yıl sonu itibariyle 12 katrilyon lira seviyesinde gerçekleşmesi beklenmektedir. Böylece uzun bir aradan sonra ilk defa bütçe açığı hedeflenen düzeyin altında kalmış olmaktadır.

1999'dan 2000 yılına bu olumlu gelişmelere ek olarak, son 6 ayda devlet hazinesinden Sosyal Sigortalar Kurumu'na yapılan transferler ortadan kalkmış, gümrüklerde ve bankacılık kesiminde büyük yolsuzlukların ortaya çıkarılması da ilk defa gerçekleştirilmiştir. 2000 yılı içinde yürütülen plânlı operasyonlar sonucunda 10 büyük yolsuzluk şebekesi ortaya çıkarılarak yargıya intikal ettirilmiştir.

Dış ekonomik ilişkiler alanında yaşanan gelişmeleri ise şöyle özetlemek mümkündür:

Türkiye, enflasyonla mücadelenin bir aracı olarak, önceden ilan edilmiş düşük kur politikası uygulamaktadır. Bu politikanın bir ölçüde ihracatı caydıracağı ve ithalatı artıracağı bilinmektedir. Bu olumsuzlukları gidermek için ihracatçılarımıza açılan kredilerin miktarı artırılmış, faiz oranları da %60'lardan %20-30 aralığına çekilmiştir.

Buna rağmen 2000 yılında ihracat artışının %1, ithalat artışının da %30 dolayında gerçekleşmesi, dış ticaret açığının 24 milyar, cari işlemler açığının da 8 milyar dolar civarında gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu açıkların beklenenin üzerinde gelişmesinin esas sebebi dış ekonomik gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Bunlar; 1999'dan 2000 yılına petrol fiyatlarının 2 mislinden çok artması sonucu Türkiye'nin ödemeler bilançosuna en az 2.5 milyar dolarlık bir ek yük getirmesi ve ithal girdilerinin pahalanmasıdır.

Yine, Kasım 1999'dan Kasım 2000'e ABD dolarının EURO ve özellikle Alman Markı karşısında %25'e varan bir değer kazanması Türkiye'nin Avrupa ülkelerine olan ihracatını olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Ayrıca düşük Avrupa paraları ile yapılmış olan ihracatımızın aşırı değerlenmiş dolar cinsinden düşük görülmesi hususunu da gözden uzak tutmamak gerekir.

Aralık ayı içinde Alman Markı'nın ve EURO'nun ABD doları karşısında değer kazanmaya başlaması Türkiye'nin ihracatını 2001 yılı başından itibaren müspet şekilde etkileyecektir.

Kısacası, bu dış ekonomik gelişmeler sonucu 2001'in ilk yarısında Dış Ticaret ve Cari İşlemler açıkları da inşallah Türkiye'nin karşılayabileceği seviyelere gerileyecektir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Çeşitli vesilelerle yaptığım açıklamalarda da ifade ettiğim gibi, hükümetimiz Kasım ayının ikinci yarısı ile yani Aralık ayı başında sarsıntıya sebep olan mali krizi ve onun peşi sıra gelen acımasız ve sorumsuz eleştirileri haketmemiştir. Aynı şekilde, ekonomimiz de, böyle bir krize yol açacak ya da onu haklı gösterecek bir yapıya ve eğilime sahip olmamıştır. Diğer bir deyişle, Türk ekonomisinin ve hükümetlerinin son on-onbeş yıllık performanslarına bakıldığında bütün bunların inanılması güç olan olumlu gelişmeler olduğuna şüphe yoktur.

Bu durumda, mali krizin gerçekçi bir izahının yapılması ve ileriye dönük bazı sonuçların çıkarılması önem taşımaktadır.

Mali krizi, hiç şüphesiz, Türk bankacılık sisteminde yaşanan "reel ekonomiye geçiş sancıları"nın, uluslararası mali piyasalarda ortaya çıkan dalgalanmaların ekonomimizde yarattığı sıkıntılarla örtüşmesi başlatmıştır. Bankacılık sektöründe yaşanan dönüşüm ve temizlik hareketinin sonuçlanmamış olması sebebiyle kırılgan olan mali yapı kriz karşısında zorlanmış, faturanın kısa bir süre içinde ağırlaşmasına sebep olmuştur.

Aralık ayı sonu itibariyle önemli ölçüde atlatılmış olan mali krizin tamamen soğutulması için belli başlı bütün ekonomik aktörlerin ve kurumların dayanışma içinde olması zorunludur. Çünkü bunun alternatifi, felaket tellallığı ve bölük pörçük hareket etmek olacaktır. Bu yolun, bugüne kadar kısa vadeli fırsatçılık ve panik psikolojisini güçlendirmek dışında bir sonuç doğurmadığı açıktır.

Unutulmamalı ki, krizin Türkiye'ye ödettirdiği ve ödettirme ihtimali bulunan fatura hafife alınacak türden değildir. Çünkü, faiz oranlarının birden fırlaması üretime ve yatırıma olan eğilimi zayıflatma riskini beraberinde getirmektedir. Bunun yanında, Kasım ayına kadar başarıyla uygulanan ekonomik programın, özellikle enflasyon hedefleri ile para politikaları olumsuz yönde etkilenmiştir.

Bütün bu gelişmeler, tabii olarak her kurumun ve kesimin daha dikkatli ve duyarlı olmasını gerekli kılmaktadır. Buna göre;

1- İlgili bütün kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon imkanları sürekli olarak geliştirilmelidir.

2- Ekonomik yapının en riskli alanlarından birini oluşturan Bankacılık sisteminin rehabilitasyon süreci süratle tamamlanmalıdır.

3- Yabancı sermaye yatırımları ile bilgi birikimlerinden daha çok yararlanmanın yolları el birliğiyle bulunmalı ve hayata geçirilmelidir. Bunun için özel sektör ile kamu sektörü arasında işbirliği ve uyuma özen gösterilmelidir.

4- Likidite krizinin aşılması için verilen hazine garantisinin ardından mali ilişkiler trafiği ilgili kuruluşlar tarafından sıkı bir biçimde takip edilmelidir.

5- Spekülatif demeçlerden ve kazanç arayışlarından uzak durulmalıdır. Piyasalarda panik havasının doğmasına sebep olacak girişimlere karşı dikkatli ve hazırlıklı olunmalıdır.

6- Ekonomik aktörler, başta ülkelerine ve kendilerine olmak üzere, yeniden yapılanma ve enflasyonla mücadele programına güvenlerini devam ettirmelidir.

7- Vergi düzenlemeleri başta olmak üzere, halkımızın yaptığı fedakârlıkların boşa gitmemesi için sistematik bir harcama reformu hayata geçirilmelidir.

Bizlerin hem parti hem de hükümet olarak bütün bu konularda payımıza düşeni yapmaya kararlı olduğumuzun bilinmesini istiyorum. Türk ekonomisi, sonbahar krizinden yara almıştır, ama yarasını çarçabuk iyileştirmeye de başlamıştır. Bu yaranın bir daha kanamaması için sorunun bütün taraflarına çok büyük görev ve sorumluluklar düştüğü açıktır.

Biraz önce de ifade ettiğim gibi, bu süreçte hükümetimiz birçok haksız ve acımasız eleştiriye de muhatap olmuştur. Bilinmelidir ki, bizler her türlü haklı ve seviyeli eleştiriden gerekli dersleri çıkarmayı erdemli siyasetin ve sorumlu devlet anlayışının tabii bir sonucu addediyoruz. Bunun karşısında, hem siyasi muhalefet temsilcilerine, hem de haksız ve gereksiz değerlendirmeler yapan çevrelere ciddi bir öz eleştiri yapmalarını öneriyoruz.

Hiç şüphesiz, ülkemizde siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın nelere mal olduğu meselesi herkesin hafızalarında canlılığını koruyan bir karşılığa sahiptir. Siyasi ve ekonomik istikrarın zor kazanılan ama kolay kaybedilen dengeler ve dinamikler bütünü olduğu unutulmamalıdır.

Tabii ki, yapılanları yeterli bulmak, bütün sorunların çözümlendiğini iddia etmek mümkün değildir. Ama çok önemli gelişmelerin kaydedildiğini de kabul etmek gerekir. Bütün bunların, yaşanan büyük felaketlere, bazı ciddi iç ve dış sorunların varlığına rağmen hayata geçirildiği hatırlanıldığında, geçen 20 ayın önemi ve değeri daha iyi anlaşılacaktır.

Şüphesiz, böyle bir muhasebeyi son on yıl boyunca yetki ve sorumluluk mevkiinde olanlar çok daha iyi yapabilir. Ama siyasi defterlerini sürekli karalayıp daha sonra beyaz sayfa açmaya çalışanların bu muhasebeyi sağlıklı bir biçimde yapması imkansızdır. Çünkü, siyaset kurumunu, sürekli bağırıp çağırmayla, günübirlik yaşama alışkanlıklarıyla karıştıranların yapabileceği şeyler çok sınırlıdır.

Bizim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak derdimiz, zamanımızı tutarsız ve seviyesiz siyasi üslup ve usullerle mücadele ederek geçirmek değildir. Bizler açısından önemli ve öncelikli olan, yıllardır çözülemeyen temel ekonomik sorunları çözmek, daha ilkeli ve tutarlı bir siyaset yaklaşımını hakim kılmaktır. Halkımızın çektiği çilelerin, yaptığı fedakarlıkların son bulmasını sağlamaktır. Bunun için de, gerekli ve kalıcı adımların biran önce atılması ve sonuç alınması önem taşımaktadır.

İşte, partimizin ve hükümetimizin temel amaçlarından ve çabalarından biri budur. Önümüzdeki dönem içinde bu zamana kadar yapılan çalışmaların sonuçları daha çok hissedilecek; ülkemiz yolsuzluk, haksızlık ve yoksulluk gibi esas sorunlarından kurtularak hakettiği gelişme hızına ve mutluluğa kavuşacaktır.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Üzerinde durmak istediğim ikinci önemli konuyu "af tartışmaları" ve bununla da ilişkili olan cezaevlerinin durumu oluşturmaktadır. Önce, af tartışmaları ile ceza indirimi ve şartla salıvermeye ilişkin düzenlemeye temas etmek ve daha sonra da cezaevi operasyonlarıyla ortaya çıkan ibret verici tablolara değinmek istiyorum.

Cumhuriyet tarihimize bu açıdan baktığımızda sık sık çıkarılan ve sayısı 52'ye ulaşan kısmî ya da genel "af" kanunlarının adalet sistemimizin neredeyse ayrılmaz bir parçası haline geldiği görülmektedir. Bu durum, her "af kanunu tartışması" gündeme geldiğinde özellikle mağdur olan insanlarımızda haklı bir tepkinin oluşmasına yol açmaktadır.

Normal şartlar altında düşünüldüğünde sağlıklı bir hukuk devleti ile sürekli af uygulamasını bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü böyle bir uygulama, hem adalete olan güven duygusunun zedelenmesine sebep olabilmekte, hem de cezaların caydırıcılık rolünü zayıflatabilmektedir.

Buna karşılık, 1998 yılının ikinci yarısından itibaren çeşitli zamanlarda ve şekillerde gündeme gelen ve geçen Aralık ayının sonunda kanunlaşarak yürürlüğe giren düzenleme birçok açıdan bir gereklilik haline gelmiştir. Bu kanun, Türkiye'de artık bu ve benzeri kanunlara bir daha ihtiyaç duyulmaması ve yeni düzenlemelere başlangıç teşkil etmesi bakımından önem taşımaktadır.

Unutulmamalı ki, çıkan kanun "af yöntemi"ni değil, "ceza indirimi ve şartlı salıverme yöntemi"ni benimsemiştir. Dolayısıyla salıverilen mahkumların yeni bir suç işlememesi için dikkatli davranması sağlanmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde, kamu vicdanını incitmemek amacıyla kanundan yararlanacak suçlar arasında seçici olmaya özen gösterilmiştir.

Bu bağlamda bölücü terör örgütü mensupları ve onların elebaşları kesin olarak kanun kapsamı dışında bırakılmıştır. Gene, çeteler, banka soyguncuları, rüşvet ve yolsuzluğa karışanlar ceza indiriminden yararlandırılmamışlardır. Bazı çevrelerin sorumsuzca beyanları ve istismar çabaları ise, siyasi çıkar sağlamaya ve halkımızın kafasını bulandırmaya çalışmaktan ibarettir.

Mevcut durum karşısında esas gerekli olan, yargı, ceza ve infaz sisteminin ciddi biçimde gözden geçirilmesidir. Adalete her alanda güven duyulması için şart olan bütün adımların süratle atılmasıdır.

Takdir edileceği üzere, bunu sağlamanın bir yolu da cezaevlerini tepeden tırnağa yeniden yapılandırmaktan geçmektedir. Oda sistemini ifade eden "F tipi" ceza evleri, bu açıdan çok önemli bir fırsattır. F tipi cezaevlerine karşı çıkmanın, mevcut koğuş sisteminin devam ettirilerek terör ve baskının cezaevlerinde de sürdürülmek istenmesiyle aynı anlama geldiği açıktır.

Kim ne derse desin, suçluların cezalarını çekmesi gereken mekânların yeni suçların planlandığı ve suçluların yetiştirildiği merkezler haline gelmesi kabul edilmez bir durumdur.Maalesef, hem kapasite fazlalığı ve mevcut sistemin boşlukları, hem de yıllardır devam eden ihmaller, cezaevlerinin yeni suç ve terör merkezlerine dönüşmesine yol açmıştır.

Operasyonların sonucunda tüm milletimizce de daha iyi kavranan cezaevi rezaleti, uzun yılların ağır ihmalinin ve vurdumduymazlığının acı bir örneği olmuştur. Bu operasyonlarla birlikte terör örgütlerinin uyguladığı vahşi yöntemlerin her normal insanı ürküten boyutlara ulaştığı gözler önüne serilmiştir.

Bütün bu gerçeklerin günışığına çıkartılmış olması bir açıdan daha çok önemlidir. Mahkûm ve cezaevi meselesine sadece "insani saiklerle" yaklaşmaya çalışanların, terör örgütlerinin insanlık dışı yöntemlerine karşı durumlarını gözden geçirme ihtiyacı hissetmeleri gerekmektedir.

Yine bu ve benzeri terör örgütlerine lojistik destek sağlayan bazı sivil görünümlü dernek ve kuruluş yöneticilerinin de yaklaşımlarını demokrasi ve insan hakları gibi kavram ve değerlerle örtemedikleri ortaya çıkmıştır.

Bu arada, kamuoyunun özellikle de medyanın bu çevreler karşısında daha dikkatli ve titiz bir tavır takınmasının şart olduğunu unutmamak lazımdır. Ölüm oruçlarının başladığı günlerdeki yayın politikalarının çok yönlü bir analizi geleceğe ışık tutması bakımından çok yararlı olacaktır. Terör örgütlerinin "ölüm oruçları" ve "F tipi cezaevleri karşıtı kampanyaları" propaganda aracı olarak kullandığı açıktır. Bunun için daha dikkatli ve özenli bir yayın politikası takip etmek önem taşımaktadır.

Kısacası, Türk devleti, on yılı aşan ihmalin ve birikimin yarattığı olumsuz tabloyu büyük bir kararlılıkla ortadan kaldırmaya başlamıştır. Çok zor bir operasyonu başarıyla tamamlayıp kara lekeyi temizleyerek ilk önemli adımını atmıştır.

İnşallah önümüzdeki kısa zaman dilimi içinde yargı ve cezaevi reformu hayata geçirilerek bu süreç tamamlanacaktır. Hazırlıkları sürdürülen reform tasarılarının bir an önce tamamlanarak Yüce Meclis'e sunulması sağlanacaktır.

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Başlangıç noktamıza dönerek bir hususun altını bir kez daha çizmek istiyorum. Yeni bir yıla adım attığımız bugünden geride kalan yıla dönüp baktığımızda, ülkemizde büyük sıkıntı ve sorunların yanında çok önemli gelişmelerin yaşandığını da görüyoruz.

Gerçekten de iç ve dış şartların ağırlığına, felaket senaristlerinin bolluğuna rağmen hemen her alanda kayda değer adımlar atılmıştır.

Hükümet olarak, Türk ekonomisinde yapısal dönüşümü tamamlayarak daha sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomik gelişmeyi mümkün kılma çabamız devam etmektedir. Dün hükümete ve programa her türlü desteği verenlerin, kısa bir süre sonra anlamsız arayışların içine girmeleri düşündürücü olmuştur. Buna rağmen, halkımızın büyük bir çoğunluğu sağduyulu bir şekilde hareket etmiş, gereksiz bir karamsarlığa ve ümitsizliğe kapılmamıştır.

Ülkemizin artık, siyaset alanında olduğu gibi ekonomi alanında da panikçi, jurnalci ve çıkarcı zihniyetlerden kurtulması gerektiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kendisine ve ülkesine güvenmeyenlerin, ümit yerine ümitsizlik aşılayanların zararları, herşeyden önce bütün milletimize dokunmaktadır.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak her türlü sıkıntıya ve imkansızlıklara, uzun zamanların birikimi olan sorunların çokluğuna ve ağırlığına rağmen yarınlarımızdan çok ümitliyiz. Topyekün başarıya ve huzura susamış aziz milletimizin de bundan emin olmasını istiyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiyemizin birliğine ve dirliğine zarar vermeyecek her türlü sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmenin hem mimarı hem de destekçisi olmaya devam edecektir. Zaten, Türk Milleti açısından zorlu yeni çağı yaşanır kılmanın başka yolu yoktur.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en içten dileklerimle selamlıyor, yeni yıldaki çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Kaynak: "Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Konuşması 2 Ocak 2001". mhp.org.tr. 2 Ocak 2001. 20 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2021-09-04. 
Telif durumu: