Devlet Bahçeli'nin 28 Mart 2000 tarihli TBMM grup konuşmasında yaptığı konuşma


Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken hepinizi öncelikle saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile anayasa değişikliği meselesi, birkaç aydan bu yana siyasi gündemin ağırlıklı konusu olmaya devam etmektedir. Buna ilave olarak, eski bir parti genel başkanının 1 yıl ceza almasıyla birlikte Türk Ceza Kanunu'nun 312. Maddesi, gündemin yeni tartışmalı konularından biri haline getirilmiştir.

Partimizin bütün bu konularda görüşlerini samimiyetle ortaya koyması karşısında, yeni istismar ve çarpıtma malzemesi olarak demokrasi ve insan haklarını seçen bazı çevreler, seçimlerden itibaren yoğunlaştırdıkları eleştiri ve karalama kampanyalarına bir yenisini daha eklemişlerdir.

Tabii ki, partimizin hayat tarzı haline gelen uzlaşmacı, birleştirici ve seviyeli siyaset yöntemi ve uslûbu gereği gayri ciddi, ön yargılı ve planlı yayın ve açıklamaları muhatap kabul edip tek tek cevaplandıracak, çekişmeden medet umanların ekmeğine yağ sürecek değiliz. Bizim çabamız, dün olduğu gibi bugün de halkımızın temiz duygularıyla oynanmaması için gösterilen titizlik ile sınırlı kalacak, toplumsal kaynaşma ve barışın tesisi, esas olmaya devam edecektir.

İzninizle, Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 312. Madde tartışmalarıyla ilgili görüş ve önerilerimizi, bunlara temel teşkil eden demokrasi ve siyaset kurumuna bakış açımızı özetlemeden önce, geçtiğimiz hafta sonunda toplanan Türk Kurultayı üzerine birkaç tespitimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hatırlanacağı gibi, bu yıl Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayları zincirinin 8. halkası tamamlanmış bulunmaktadır. Bu Kurultay, katılımcılar, komisyon çalışmalarında ele alınan konular ve sonuç bildirgesiyle Türk Dünyası'nın geleceğine ilişkin olarak çizilen ufuk bağlamında son derece başarılı geçmiştir. Emeği geçenleri ve değerli katılımcıları huzurlarınızda bir kez daha kutluyorum.

Rahmetli Başbuğumuz'un uzak görüşlülüğünün bir eseri olan bu kurultay, Türk Dünyası'nın temsilcilerini her yıl bir araya getiren önemli bir platformdur. Türk Dünyası'nın en güçlü ortak sesi olması, Türk Kurultaylarını anlamlı ve önemli kılan en belirgin özelliğidir.

Yalnız, kurultayların böyle bir niteliğe haiz bulunması, onların fonksiyonel olması için yeterli olamamaktadır. Hükümetlerin, parlamentonun, aydınlarımızın ve medyamızın meseleye topyekûn sahip çıkması gerekmektedir.

Türkiye'nin bölgesel bir güç olmasını, siyasi ve ekonomik açıdan uluslararası saygınlığı ve etkinliğinin artmasını arzulayanların ve önemseyenlerin böyle bir etkinliğe daha fazla destek olması şarttır. Destek yetersizliğinin yanında, bazı çevreler de bu etkinliği ya görmezlikten gelmekte ya da küçümsemektedirler. Sadece ülkemizin değil, Avrasya'nın geleceği bakımından da düşündürücü olan bu yaklaşımların değişmesi lazımdır.

Bizler, çok farklı kültürel ve toplumsal şartların varlığına, aralarında ciddi tarihi sorunların yaşanmış olmasına rağmen Avrupa'nın her açıdan büyük entegrasyonu gerçekleştirmeye çalışmasını onaylayıp, Türk Dünyası'nın işbirliği ve dayanışma çabalarını küçümseyenleri anlamak da güçlük çekiyoruz.

Unutulmamalı ki, Türkiye'nin eşit ve adil bir ortağı olacağı Avrupa Birliği hem Avrupa hem de bütün Avrasya için nasıl kazanç ise; Türk Dünyasının refah, istikrar ve barış üzerine temellenmiş birlikteliği de, aynı şekilde Avrupa ve hatta bütün insanlık için çok önemli bir kazanç olacaktır.

İşte, Türk Kurultaylarının temel amaçlarından biri, büyük Türk kültür coğrafyasında gelişecek böyle bir işbirliği ağının zihni altyapısını hazırlamak, müşterek bir bilincin gelişimine katkı sağlamaktır. Bizim çabamız ve dileğimiz, Türkiyemizin böyle bir tarihi ve evrensel ideale öncülük etmesidir. Hangi fikirden olursa olsun her Türk aydınının, medyamızın ve üniversitelerimizin meseleye karşı duyarlı bir yaklaşım içinde olmasıdır. Ülke olarak başarıya ulaşmamızda, böyle bir desteğin ve duyarlılığın değeri şüphesiz çok büyüktür.

Yeni yüzyılın ilk Türk Kurultayı'nın, geçen yüzyılın başında yeniden diriliş mücadelemizin meşalesinin yakıldığı Samsun'da toplanması bu açıdan anlamlı olmuştur. Ancak, medyamızın konuya yaklaşımı ve ilgisi daha canlı ve sürekli olduğu takdirde, inanıyorum ki, ülkemizin stratejik çıkarlarına yönelik toplumsal bakış açısı da daha duyarlı ve zengin bir noktaya taşınmış olacaktır.

Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken de ifade ettiğim gibi, Anayasa değişikliği ve 312. Madde ile ilgili tartışmalar, zaman zaman gündemi boğmuş, bazen de bir kaşık suda fırtına kopartılmaya çalışılmıştır.

Ortaya çıkan görüntüler, son birkaç yıldır demokrasi havarisi kesilen çevrelerin estirmeye çalıştığı rüzgârlar, belirli ölçülerde de olsa bir siyasi kriz beklentilerine yol açmıştır.

Partimizin bütün bu konulara, siyasi gündemde yer almaya başlamalarından itibaren bakış açısı bellidir ve değişmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'nin genellikle krizlere yol açan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, artık olabildiğince sancısız bir şekilde çözmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu çerçevede farklı görüşlerin varlığı, tartışmaların yaşanması demokrasilerin tabiatı gereğidir. Ama sonuca ulaşılması, kriz yaşanmadan çözümün ortaya çıkması da, yine demokrasinin bir gereğidir.

Partimiz, bunun yanında, ülkemizin içinde bulunduğu iç ve dış şartlar ile siyasi iktidarın ve meclisin mevcut yapısının meselelerin çözümünde azami bir işbirliği ve uzlaşma çabasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. Bunun önemi, dönemsel olarak gündeme gelen ve çözümü devlet yönetimi bakımından hayatiyet arzeden bu sürecin gereksiz tartışma ve sıkıntılara yol açması durumunda, daha çok anlaşılmaktadır. Çünkü, bu tür bir gelişmenin yeni kriz ve sıkıntılara kapı aralaması söz konusu olabilmektedir.

İşte, böyle durumlarda ve zamanlarda, parti hesaplarının ve çıkarlarının bir kenara itilmesi zorunludur. Sorunun karşılıklı anlayış ve işbirliği çabasıyla, demokratik teamüllerin yol göstericiliğinde makul bir uzlaşmaya varılarak çözülmesi gerekmektedir. Bu yol, Türkiye'nin önünde bekleyen dağ gibi sorunlara daha güçlü bir şekilde ve biran önce eğilebilmek açısından da büyük önem arzetmektedir.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda bir hususun altını bir kez daha çizmek istiyorum.

Partilerin siyasi rant peşine düşeceği durumlar, milli ve stratejik sorunlar ya da kararlar değildir. Böyle zamanlarda, siyasetin alanının daralıp itibarının aşınmasına yol açacak tutum ve davranışlardan öncelikle siyasetçilerin kaçınması şarttır. Eğer partiler ve politikacılar demokrasiyi gerçekten benimsiyor ve önem veriyor iseler, siyasetin alanını genişleten ve itibarını arttıran politikalara da aynı şekilde değer vermelidirler.

Dünyada demokrasilerin karalamalar ve afaki nutuklar ile gelişip pekiştiği bir örneğe rastlamak mümkün değildir. Aynı şey ülkeye hizmet yarışı içinde geçerlidir. Zaten demokrasinin temel mantığını, ülkeye hizmet yarışının çerçevesini çizen belirli siyasi ve ahlaki normlar oluşturur.

Bu sebeple, demokrasinin gelişimi ve yerleşmesinin, siyaset ile toplum arasında varolan bağların güçlendirilmesinin temel ve vazgeçilmez yolu, duyarlı ve tutarlı politika ve davranışlardır. Bu da, hiç şüphesiz siyasetin itibarının öncelikle siyasetçiler tarafından korunup kollandığı ve buna ilişkin bir kanaatin toplumda yaygınlaştığı zamanlarda kendini gösterir ve anlam kazanır.

Yakın ve uzak dönem siyaset tarihimiz, bunun aksinin gerçekleştiği durumlarda ortaya çıkan trajikomik örneklerle doludur.

Aslında, 50 yılı aşkın bir süredir yol almaya çalıştığımız çok partili siyaset hayatımıza biraz yakından dikkatlice bakmak, Türkiye'nin hem sağlıklı bir demokratikleşme sürecine olan ihtiyacını, hem de yaşadığı demokrasi ve siyaset sorunlarını kavramak için yeterlidir. Birbuçuk ay sonra 50. yılını dolduracak olan ilk rekabetçi seçimlerin yapıldığı tarihî 1950 Seçimlerinden günümüze kadar yaşananların gerçekçi bir muhasebesini yapmak, bunun üzerine kafa yormak anlamlı olacaktır.

Türkiye, 1950 yılında siyaset tarihinin bir ilkine, iktidarıyla muhalefetiyle 5 yıllık zorlu bir sürecin ardından belirli bir uzlaşmaya vararak imza atmıştır. Kritik anlarda uzlaşma yerine, karalama ve derin meşruluk tartışmaları ön plana çıkartıldığında ise, demokrasi gerilemiş ve siyaset kurumu zarar görmüştür.

Son 50 yıllık zaman dilimi içinde, siyasetçiler, aydınlar ve partiler arasında, sosyal, ekonomik ve siyasi sorunları çözmeye matuf yol ve yöntemlerin geliştirilmesi açısından önem arz eden güçlü bir gelenek tesis edilememiştir. Bununla paralel olarak da, uzlaşma ve rekabet arasında elzem olan hassas denge üzerine oturan katılımcı bir siyasi kültür şekillenememiştir. Ülkemizin bugünkü siyaset ve demokrasiye ilişkin gündeminde aslında bu tür problemler yer almakta, benzeri ihtiyaçlar önemini korumaktadır.

Eğer Türkiye'de, demokratik gelişme istikrarlı biçimde sürdürülmek, siyaset kurumunun değer ve çözüm üretme yeteneği güçlendirilmek isteniyor ise, bu hususları önemsemek, tartışmak ve dikkate almak mecburiyeti vardır.

Bütün bunlar bize, geçmişten gerekli dersleri çıkartıp geleceğe yönelemeyen partilerin ve siyasetçilerin demokrasi konusundaki söylemlerinin, havanda su döğmekten başka bir anlama gelmeyeceğini de göstermiştir. 18 Nisan seçimleri öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, bu açıdan daha almamız gereken bir çok mesafe bulunduğunu ortaya koymuştur.

Özellikle iktidar muhalefet ilişkilerinde ölçüyü kaçıranların, özeleştiride bulunmadan ileri geri konuşma alışkanlığından vazgeçmeyenlerin varlığı, sağlıklı ve güçlü bir demokrasiye kavuşmamızı geciktirmektedir. Bu zihniyet, partimizin politika ve söylemleri karşısında sık sık kendini açığa vurmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin hiçbir parti ya da kişiyle özel bir problemi yoktur. Türkiye Sevdalılarının problemi, Türkiye'nin her alanda güçlenmesi ve gelişmesinin önündeki engellerledir; Türk Milleti'nin birliğine ve bütünlüğüne zarar vermeye çalışanlarladır; siyasetteki seviyesizlik ve tutarsızlıklarladır.

Demokrasiler için, güçlü siyasi geleneklerin varlığı, çok önemli ve hayatidir, ama kişiler vazgeçilmez değildir. Vazgeçilmez olan, kurallardır, kurumlardır, siyasi etiktir. Siyasetçilerin demokrasiler açısından varlığı ve önemi, bu kuralların ve kurumların gelişimine yaptığı pozitif katkıyla ölçülür. Kişilerin siyasetteki varlıkları, halkın sorunlarına makûl çözümler bulma becerileri ölçüsünde bir anlam kazanır ve değer ifade eder.

Demokrasiyi, bunların dışında, kişiler ile özdeşleştirmek, kişiler ile daim kabul etmek, en başta bu değerlerin kendisine zarar verecektir. Sorumluluklarının farkında olamayan, siyasi başarısını başka siyasetlerin başarısızlığına endeksleyen anlayışların sahipleri, sonuçta sadece demokrasiyi ve ülkeyi değil, kendilerini de sıkıntıya sokmaktadır.

Anayasa değişikliği ve demokratikleşme tartışmaları da, her çevrenin kendine göre geliştirdiği tezler yumağı içinde boğulmakta; buna karşılık Türkiye'nin ihtiyaçlarına ve yeni gelişmelere cevap verecek değişiklikler ise ya gecikmekte ya da gerçekleşememektedir. Talepler, öneriler ve eleştiriler kadar, değişikliği realize etme duyarlılığı ve kararlılığı, bu sebeple önemlidir. Çünkü siyaset, ideal olan ile mümkün olan arasında bağ kurabildiği ölçüde sonuca ulaşabilmektedir.

Pazarlık ile uzlaşma, samimiyet ile tutarsızlık arasında var olan çizginin kendini hissettirdiği en esaslı alanlardan biri, bu noktada ortaya çıkmaktadır. İşte bu ve benzeri sebeplerle yaşadığımız olaylar ve gelişmeler, Türk siyaseti için tarihi bir sınav anlamı taşımakta, kendini ispatlama sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır.

Muhterem Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Konuşmama son vermeden önce, Ceza Kanunu'nun 312. maddesi etrafında dönen tartışmalara ve partimize yönelik eleştiri ve karalama teşebbüslerine temas etmek istiyorum.

Anlamamak ve çarpıtmak için direnen çevrelerin aksine, bizim bu çerçevede söylediklerimiz ve görüşlerimiz gayet açıktır ve tutarlıdır.

1- Türkiye'nin birliği ve dirliği Milliyetçi Hareket Partisi açısından hayati öneme ve önceliğe sahiptir. Bu yaklaşım, sadece Milliyetçi Hareket Partisi bakımından değil, her parti ve kişinin de sahiplenmesi gereken, üzerinde titizlikle durulması şart olan bir anlayışı ifade etmektedir.

2- Türkiye'de dini ve etnik farklılıkların değil, müşterek değerlerin ve hedeflerin ön plana çıkartılması gerekir. Bu çerçevede toplumsal kesimler arasında kin ve nefret tohumları ekecek davranışlardan ve konuşmalardan kaçınmak şarttır. Siyasetçilerin böyle bir mesele karşısında taşıdıkları sorumluluk çok daha fazladır ve önemlidir. Bu ve benzeri sebeplerle, bu hususun Türk hukuk sistematiğinde yer alması, hem toplumsal ahenk hem de demokrasi açısından önem arzetmektedir.

3- Ceza Kanunu'nun 312. maddesinin zaman zaman geniş yorumlanarak uygulanmasının yarattığı bazı tartışmalar, biraz önce ifade ettiğim şekildeki bir düzenlemenin gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.

4- Türkiye, düşünce ve ifade özgürlüğü meselesini mutlaka aşacaktır. Bir taraftan demokratikleşme adımları hızlandıkça, diğer taraftan siyasetçiler görev ve sorumluluk bilinciyle hareket ettikçe meselenin çözümü, demokrasi ve insan hakları istismarcılarına rağmen mümkün olacaktır.

Bu vesileyle, 312. Maddenin tamamen kaldırılmasını savunan siyasetçilerin, bu maddenin kalkması durumunda hangi siyaseti güdeceklerini merak ettiğimizi ifade etmek istiyorum. Böyle bir durumda siyasetin mezhep ve etnik farklılıklar üzerine bina edilmesi hesabı mı yapılmaktadır? Türkiye'nin kültürel ve toplumsal dokusunu tahrip etmeyi kolaylaştırmak hangi demokrasi ve insan hakları anlayışıyla bağdaşmaktadır?

Bir haftadır, değişik gazete köşelerinde ve kürsülerde, akılları sıra partimizin görüşlerini eleştirdiklerini zannedenler, aslında siyasi pişkinliklerine yeni örnekler eklediklerinin farkında bile değiller. Yaklaşık bir yıldır zaman zaman başvurdukları yöntemleri bugün de tekrarlamaya kalkanlar, yine partimizin geçmişine ve geleneğine atıfta bulunarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Milliyetçi Hareket Partililerin, kendi geçmişlerini bir gün inkar edip başka bir gün sahip çıkanlardan alacakları hiçbir akıl, hiçbir ders yoktur. Yine hiç kimse işine geldiğinde, "MHP'liden daha çok MHP'li olma" gibi bir hakka sahip değildir.

Bizim düşüncemiz, sonuçta sadece kendilerine zarar veren uslûplardan ve yöntemlerden vazgeçmeleri temennisinden ibarettir.

Değerli Arkadaşlarım,

Bunun için, her tartışmalı konu karşısında Milliyetçi Hareket Partisi'nin kendileri gibi tavır koymaya davet edip daha sonra da eleştirmeye gayret edenleri, artık demokrasi ve insan hakları adına da fetva verip yargılamaya çalışanları tarihe ve millete havale ediyoruz.

Bizler ülkemiz ve insanımız için doğru bildiğimiz yolda kararlı bir şekilde yürümeye devam edeceğiz. Bizim için önemli olan, demokratik siyasi hayatın yegâne meşruluk mercii durumundaki kamu vicdanıdır.

Önümüzde, tartışmamız gereken; üzerinde zihin yorup, gücümüzü ve enerjimizi yoğunlaştırarak çözmemiz gereken başta sosyo-ekonomik sorunlar olmak üzere birçok önemli konu bulunmaktadır. Artık Türkiye'nin gündeminin her gün, her hafta kısır çekişmelerle işgal edilmesine son vermek lazımdır.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin gündeminde, Türk Milleti'nin beklentileri, yarınları vardır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha en iyi dileklerimle selamlıyorum.