Devlet Bahçeli'nin 16 Kasım 1999 tarihli TBMM grup toplantısında yaptığı konuşma

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken hepinizi saygılarımla selâmlıyorum.

Millet ve devlet olarak, 17 Ağustos Marmara Depreminin yol açtığı acıları sarıp, sıkıntıları atlatmak için çırpındığımız dönemde yeni bir büyük felâkete daha maruz kalmış bulunuyoruz. 12 Kasım’da vukubulan Düzce merkezli 7.2 büyüklüğündeki deprem, özellikle bölge insanımızı eski felâketin şokunu daha tam atlatamadan bir kez daha derinden sarsmıştır.

Aziz Milletimizin başı sağolsun. Bu vesileyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum. Yüce Allah’tan ülkemizi ve milletimizi bu tür felaketlerden korumasını niyaz ediyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Bilindiği üzere, yeni depremin büyük ölçekli olmasına rağmen, merkez üssünün nüfusun yoğun olarak yaşadığı il merkezlerinden uzak olması insan kaybımızın çok fazla olmasını önlemiştir. En yoğun can kaybımız ve maddi hasarımız, Düzce İlçe Merkezi ile Kaynaşlı Beldemizde ortaya çıkmıştır. Daha önce alınan önlemlerin de etkisiyle 12 Kasım felaketini en az kayıpla atlatacağımızı ümid ediyoruz.

Bu yeni felakete, geniş bir alanda etkili olmaması sebebiyle de mümkün olan en kısa zamanda müdahale edilmiş, depremzede vatandaşlarımıza el uzatılmıştır. Sadece kısa zaman içinde değil, hizmetlerin ve yardımların niteliği itibariyle de etkin bir müdahale söz konusu olmuştur. Sabaha karşı ulaştığımız felaket bölgesinde bunları bizzat gözlemlemiş bulunuyoruz.

Devletimizin bütün ilgili kurum ve kuruluşları büyük bir sorumluluk bilinciyle deprem bölgesine koşarak görev yapmaya başlamışlardır. Aynı şekilde sivil yardım kuruluşlarımız ve yabancı arama-kurtarma ekipleri bölge insanının yardımına koşmuşlardır.

Sağlık hizmetlerinin layıkıyla sunulması, kurtarma çalışmalarının kısa süre içinde başlaması can kaybının daha da artmasını engellemiştir.

Huzurlarınızda hepsine şükranlarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Başta hükümetimiz olmak üzere, ilgili kurum ve kuruluşlarımızın Marmara Depremi’nden gerekli dersleri çıkardığını görmek bizleri sevindirmiş, umutlandırmıştır. Çünkü, toplum ve devlet olarak, 17 Ağustos ve sonrasında edinilen tecrübelerin yeni felaketler karşısındaki savunma refleksimizin ve yardım seferberliğinin gelişmesine katkı sağlaması çok önem arzetmektedir.

Böyle bir süreçte ortaya çıkan hassasiyetlerimizin kaybolmaması için, hem bireyler olarak, hem de devlet olarak depremlerin yol açacağı zararları en aza indirecek yolları bulup hayata geçirmemiz gerekmektedir.

Bu konuyla ilgili dikkate değer bulduğum bir iki noktaya daha temas etmek istiyorum. Unutulmaması gereken, bireyler ile devletin bu çerçevede sahip olacağı duyarlılığın birbirini tamamladığı, diğer bir ifadeyle, sadece birinin varlığının tek başına bir değerinin bulunmadığıdır.

Son zamanlarda çok sık telaffuz edilen “depremle birlikte yaşamayı öğrenmek” sözünün de ancak bu şekilde bir anlamı olacaktır.

Ülkemizin tamamına yakın bir bölümünün deprem kuşağında bulunduğu gerçeğini gözönüne alarak geleceğimizi yeniden kurgulamamız şarttır. Bölgesel master planlarından yapı kalitesine kadar birçok alanda tedbirler geliştirmemiz gerekmektedir.

Diğer bir önemli husus, deprem araştırma ve tahminlerinde ortaya çıkan kaotik durumdur. Neredeyse her ilgili kuruluş ve bilim adamı tarafından farklı değerlendirmeler ortaya konmaktadır. Deprem felaketinin yarattığı gerilim ve sıkıntılara çok farklı felaket senaryolarının yol açtığı karışıklığın eklenmesi, toplumsal tedirginliği ve güvensizliği teşvik etmekte, paniğe sebep olmaktadır.

Bu da, depreme karşı vatandaş duyarlılığı yanında, deprem araştırma ve tahmin kabiliyetlerimizin ve etiğimizin gelişmesinin zorunluluğunu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Bunu tamamlayıcı bir faktör olarak da, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu bünyesinde ilgili bütün disiplinlerin ve kuruluşların temsil edildiği bir “Deprem Bilim Konseyi”nin kurulması gerekli hale gelmiş bulunmaktadır.

Böyle bir konseyin varlığının, depremlerle ilgili bulgu ve bilgilerin disipline olması ve kamuoyuna sağlıklı bir şekilde sunulması açısından yararlı olacağı açıktır.

Hükümetimizin bu konuyu bir an önce gündeme alacağına şüphe yoktur. Deprem riskleriyle ve vukubulan deprem felaketleriyle bütün ülke olarak, topyekûn mücadele etmekten başka çaremiz bulunmamaktadır.

Bu ülkede hep birlikte huzur içinde güvenle yaşamamızın bir yolu da budur. İnanıyorum ki, milletimiz ve devletimiz bu zoru da başaracak; gelecek nesillere daha güvenli ve sağlıklı bir hayat sunacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu görevi bugünkü meclisin ve hükümetin yüklendiği tarihi görev ve sorumluluklardan biri olarak kabul etmektedir. Bunu huzurlarınızda bir kez daha ifade etmeyi borç kabul ediyorum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Son günlerde özellikle partimizle de ilişkilendirilen bir başka gelişme de, çok uzun yıllardır gündemde olan ve zaman zaman da alevlenen medeni kanun tasarısı tartışmalarıdır. Bu konuda çeşitli komisyonlar oluşturularak tasarılar hazırlanmıştır. Bu süreç içinde yapılan bazı değişiklikler dışında, hazırlandığı zamanın şartlarını ve bakış açısını yansıtan Medeni Kanunumuzun gözden geçirilerek yeni baştan düzenlenmesi bir zaruret haline gelmiştir. Benzer durumda olan birçok önemli kanun bulunmakta ve bunların da gözden geçirilerek yenilenmesi gerekmektedir.

Tartışma noktasıyla ilgili olarak ilk vurgulanması gereken husus ülkemizin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik sorunların ağırlığına ve aciliyetine rağmen, temel hukuk mevzuatımızın elden geçirilmesi çabasıdır. Bu da takdirle karşılanması gereken bir durumdur. Türkiye’nin yeni yüzyıla yenilenmiş, eksikliklerini tamamlamış bir hukuk alt yapısıyla girmesi şarttır.

Bu süreç, geniş bir toplumsal uzlaşma belgesi niteliğindeki Anayasa değişiklikleriyle tamamlanmış olacaktır. Bütün bunları başardığımız ölçüde, milli enerjimizi ve zamanımızı sosyo-ekonomik kalkınmaya ve uluslararası gelişmelere ayırmamız mümkün hale gelecektir.

İkinci olarak da şunu vurgulamak istiyorum. Biraz önce söylediklerimin de açıkça ortaya koyduğu gibi, Milliyetçi Hareket Partisi’nin Medeni Kanun Tasarısı başta olmak üzere hukuki yenilenme konusuna yaklaşımı bellidir. Bazı basın organlarında ve köşe yazılarında estirilen havaya bakıldığında bunun tersi bir durum gözlenmektedir. Bunların bir kısmının partimize karşı ön yargılı tutumdan, bir kısmı da eksik bilgilenmeden kaynaklanmaktadır.

Medeni Kanun Tasarısı hakkında hazırlanan genel değerlendirme raporu kamuoyuna açıklanmamış, Bakanlar Kurulu Toplantısında Adalet Bakanının dikkatlerine sunulmuştur.

Partimizin tartışma ve tasarıyla ilgili yaklaşımını şöyle özetlemek mümkündür. Başta aile olmak üzere, sosyal kurumları, ilişkileri ve sorunları düzenlerken çok özenli ve dikkatli olmak mecburiyeti vardır. Bu açıdan Türk toplum yapısının, geleneklerimizin ve inançlarımızın gözden uzak tutulmaması gerekmektedir.

Sosyal yapımızın temel direğini oluşturan aile kurumunu koruyup geliştirmek öncelikli meselemizdir. Bu çerçevede referansımız olan ana ilke, daha ahenkli, eşitlikçi ve sağlıklı bir sosyal ilişkiler düzeninin inşa edilmesidir. Hiç kimsenin kendi yaşama tarzını ve marjinal ahlak anlayışını toplumsal ya da evrensel bir gerçeklik olarak sunmaya hakkı yoktur.

Medeni Kanun Tasarısı, bu zamana kadar ortaya çıkan görüş ve önerilerin ışığında, müşterek toplumsal değerlerimiz ve beklentilerimizle yoğrularak en iyi şeklini almalıdır.

Muhterem Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Ülkemiz son günlerde çok önemli uluslararası toplantılara ve gelişmelere sahne olmaktadır. Geleneksel müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı Sayın Bill Clinton’un Türkiye’ye yaptığı 5 günlük ziyaret, tarihi bir öneme sahiptir. Bu ziyareti, iki ülkenin ilişkileri ve dünya siyaseti açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirmek mümkündür.

Sayın Clinton’un geleceğe ilişkin sözleri ile ülkemiz hakkındaki düşünceleri, Türkiye’nin bölgesel ve küresel rolünü ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Deprem felaketi karşısında gösterdiği tavır da uluslararası dayanışmanın güzel bir örneği olarak dikkat çekmektedir.

İkinci husus, Yüzyılın son önemli uluslararası toplantısı olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Zirvesinin önümüzdeki 18-19 Kasım tarihinde İstanbul’da toplanacak olmasıdır. 20 Yüzyılın son büyük zirvesine ev sahipliği yapmak, Türkiye açısından çok sevindirici ve anlamlı bir gelişmedir.

Tarihi kökleri 1950’li yıllara kadar uzanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, özellikle son on yıldır dünya ve bölge siyasetine damgasını vuran belli başlı uluslararası organizasyonlardan biridir. Başlangıçta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı olarak şekillenen teşkilat, özellikle Doğu ile Batı Blokları arasındaki en önemli müşterek platformlardan biri olmuştur. 1973-1975 yılları arasında yapılan uzun ve zorlu görüşme maratonunun ardından ortaya çıkan Helsinki Nihaî Senedi Konferansın temel ilkelerini oluşturmuştur.

Konferansın ciddi bir yapısal dönüşüm sürecine girmesi ve yeni bir boyut kazanması ise, 1989 yılında Komünist Blokun çöküşünün sembolü olan Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra başlamıştır. 1990 Paris Şartı, 1992 yılı Helsinki Zirvesi ile 1994 yılında toplanan Budapeşte Zirvesi’nde alınan kararlar neticesinde kurumlaşma süreci tamamlanmış ve bugünkü teşkilat yapısı ortaya çıkmıştır.

Teşkilatın bu dönem içindeki en temel fonksiyonu Doğu Bloku’nun çöküşünün yaratabileceği kargaşanın en aza indirilmesi olmuştur. Teşkilat, tüm Avrupa’nın yeni güvenlik ve işbirliği mimarisinin şekillenişinde başrol oynamıştır.

Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan İstanbul Zirvesi ise, birçok açıdan önem taşımaktadır. Yaşadığımız çeşitli sorunlara ve felaketlere rağmen böyle bir büyük toplantıya ev sahipliği yapmamızın, en başta ülkemizin uluslararası tanıtımı ve saygınlığı bakımından hayati bir değeri vardır. Yine son on yılın bilançosunun çıkarılacağı Zirve’de, yeni yüzyılın bölgesel ve uluslararası işbirliği ve güvenlik sisteminin çerçevesi de belirlenecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak temel beklentimiz, küreselleşme sürecinin yoksul ve kalkınmakta olan ülkelerin aleyhine işleyen sonuçlarının en aza indirilmesi yönünde ciddi adımların atılmasıdır. İkinci olarak da, Kafkasya Bölgesi’nin istikrar ve huzura kavuşması, özellikle de Çeçenistan’da sivil halkın yaşadığı zulme biran önce son verilmesi için bir vesile teşkil etmesidir.

Bütün insanlığın ortak yaşama mekânı olan Dünyanın yeni yüzyılda daha güvenli, istikrarlı ve adaletli bir işbirliği zeminine kavuşması gerekmektedir. Son zirve, küresel dayanışma ve işbirliği sürecine, daha yaşanabilir bir dünya idealine hizmet ettiği ölçüde amacına ulaşmış olacak, siyasi ve insani boyutlarıyla kalıcı bir zirve olarak uluslararası ilişkiler tarihindeki yerini alacaktır. Toplantıya iştirak eden bütün liderlerin 6 milyar insanın müşterek dileği olduğuna inandığımız bu duyarlılığı sergilemelerini bekliyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle yüksek heyetinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.