Bir Refikin Defter-i İhtisasatından

Şirket-i Hayriye vapuru açılan bir sine-i seyyal-i mâ içinde süzülerek ilerliyordu. Çarkların aheng-i muttaridi içinde titreyen ruh-ı samtın sine-i tesliyetine bazen küçük bir nağme yayılıyor, ve sonra o ıttırâd-ı sükûn devam ediyordu. Gâh ü bî-gâh riyâh-ı mesânın daha uzaklardan getirdiği bir ses, bir nağme-i hırâş ile başlayarak kesiliyor yine başlıyor, ve cevr-i garibin gâze-i samtından inleyerek bir enin-i sükûn gibi akşamın afak-ı dûrâdûru içinde titreyip sönüyor, nihayet kendine bir melâz-ı sükûnet buluyordu. Aksi bir cezbe-i rüzgâr vapurun siyah dumanlarını Mirgûn’un bir tutuk-ı hülya perver içinde uyuyan bayırcıklarına doğru sevk ederken ruhumda sakin ve masum bir hayalin mevâlîd-i firakını dinliyordum.

Vedîa-i ulviyet-i hayalim olarak gecenin, bu Mirgûn’un leyle-i ruhanîsinin, ünsiyet-i samimanesine ihdâ edilecek elhân-ı münâcâtı düşünürken yeşil bir türbeciğin küçük ormanına gelmiştim.

Gecenin bütün ruhaniyet-i şiiri pîş-i nevîn-i fikretimde bir şehper-i ilham suretinde titredi: Bazen sana bir kürsi-i sünûhat olan bu müstesna tepecikte şimdi sensiz olarak bir gaşy-ı münbasitle bulunuyordum. Boğaz’ın bir silsile-i medîd-i mehasin içinde uzanan tepeleri hâbide şiir ve hayal olmuş, ve bir kerime-i visal gibi râkid ve sakin bunların âguş-ı harîm-i sevdasında deniz huzur-ı ruhumda uyuyan derin bir şiir-i güzîn-i ebed ulviyetiyle öyle mest-i garam kalmıştı. Sonra kamerin, bu enîs-i şiir-âlûd-ı leyâlin, mirvaha-i iltimâı a‘mâk-ı târ-ı ebhâra kadar süzülüp gidiyor ve sahillerden dökülen mülevven birer hayt-ı mînâ bu lema-i amud-ı nûranî içinde bir lü’lü’-i perran oluyordu.

Şimdi belki senin de zîr-i sürûd-ı nigâhında açılan bu semâyı bedâyide şemîm-i füsûnundan bir nükhet-i sevda duyarak öyle bir gaşy-ı manzum içinde idim. Nâgehân senin ekseriya pancurlarını açarak dalgaları seyr ettiğin odana baktım. “Ah... belki” dedim.

Sonra yine denize ibzâl-i nigâh eylerken bir seyr-i seri‘-i ihtizazkâr ile uçar gibi süzülen bir sandal mihr-i leyâlin lemaâtını parçalayarak ilerledi. O zaman her lema bir perîde-i emel, her dalga bir ümid-i visal, her ümit bir emel-i nevîn-i vefa oldu. Bu bir sandal idi, sevgilim geçti. Her şey halecân-ı vuslatla titreyerek bir penâh-ı rüya oldu. Fakat niçin, ey yâr-ı füsunkâr, bu ruh-ı melûl ü sevdakâra rûh-ı güzîn-i şiirinle bir lâne-i serap bulunmuyor.

Kaynak: İlk yayımlanış: Musavver Fen ve Edeb, 181, ss. 318, 17 Nisan 1319 [30 Nisan 1903]. İkincil kaynak: Seyfettin, Ömer (Mart 2020). Polat, Nâzım Hikmet (Ed.). Bütün Hikâyeleri (4 bas.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ss. 46-47. ISBN 978-975-08-1944-5.
Telif durumu:

Bu eser, kültürel öneminden ötürü Türkiye Cumhuriyeti'nde kamuya maledilmiştir ya da 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre eserin koruma süresi dolmuştur. Kanun'un 27. maddesine göre:

  • Koruma süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder.
  • Sahibinin ölümünden sonra alenileşen (herkesçe bilinir duruma gelen) eserlerde koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıldır.
  • 12. maddenin birinci fıkrasındaki hallerde (sahibinin adı belirtilmeyen eserlerde) koruma süresi, eserin aleniyet tarihinden sonra 70 yıldır; meğer ki eser sahibi bu sürenin bitmesinden önce adını açıklamış bulunsun.
  • İlk eser sahibi tüzelkişi ise, koruma süresi aleniyet tarihinden itibaren 70 yıldır.