Bektaşî Şairleri ve Nefesleri/Muhyeddin Abdal
XVI ncı asır Bektaşî şairlerindendir. Hayatı hakkında tarihî menbalarda malûmata rastlamadım. Muhtar Yahya Dağlı neşrettiği «Bektaşî tomarı ve nefesleri» adlı küçük eserde hiç bir tahmin dahi serdetmeğe lüzum görmeden bu şairin «Şakayık tercümesi» nde mevzubahsedilen (S. 225) Şerefzade Mehmed Muhyeddin olduğunu kat’î bir ifade ile söylüyor. Halbuki Muhyeddin Abdal'ı, bu Muhyeddin olarak kabul edebilmemize yarayacak ufak bir ip ucuna bile malik değiliz. Sonradan Kalenderîliğe intisab eden bu zatın bu eserde şairliğine dair de bir işâret yoktur. Bir âlim olan Muhyeddin, şiir yazmış olsaydı, muhakkak muasırları gibi ekseriyetle âruz veznini kullanacaktı. Nitekim XV ve XVI ncı asırlarda yetişen bir çok mutasavvıflar hece vezniyle mahdud şiirler yazmakla beraber, en ziyade âruz vezniyle manzumeler vücude getirmişlerdir. Muhyeddin Abdal'ın şiirleri ise tamamiyle hece vezniyledir. Şu halde bu zatı, ancak halk arasında yetişmiş bir şair olarak kabul edebiliriz. Ve onu katiyetle şöyle dursun, hattâ uzak bir ihtimalle dahi Şakayık’ta tesbit edilen Muhyeddin olarak gösteremeyiz. Esasen onun yaşadığı devir de biraz daha evveldir.
Muhtar Yahya Dağlı bu eserinde başka Muhyeddin tarafından vücude getirilen Hızırnâme'yi de Muhyeddin Abdal'a isnad etmiş ve bu suretle ayrı ayrı şahsiyetler olan üç Muhyeddin'i bir adam zannetmiştir.
Muhyeddin Abdal'ın Otman Baba ve daha kuvvetli bir ihtimal ile onun müridi Akyazılı Sultan mensublarından olduğunu kuvvetle söyleyebiliriz. Divanında Otman Baba'dan hürmetle bahsetiği gibi Akyazılı'dan da bahsetmektedir. Aynı şahsiyete mensub olan Yemînî'nin Fazîletnâmesin’deki şu beyitler, Akyazılı İbrahim'in Otman Baba'dan sonra Kalenderîlerce «Kutub» telâkki edildiğini bildirmektedir:
Sekiz yüz seksen üç olunca hicret
Dem-i fânîden o şâh etti rihlet
Hüsam şâh idi ismiyle o sultan
Ganî Baba der idi bazı insan
Nişân ü kisveti Seb'ulmesâni
Yerine kutb, İbrâhîm-i sânî
Resûl'ün hicretinden anla âhır
Dokuz yüz bir içinde oldu zâhir
Ki şimdi âleme ol cândır kutb
Adı Akyazılı Sultân'dır kutb
Akyazılı, Romanya dahilindeki Balçık civarında medfundur. Nitekim Rusçuklu Zarifi divanında şu beyitler vardır:
Gamla gidüp dili şazlı
Erenler içinde nazlı
Balçık'taki Akyazılı
Maksûduma irgür beni
Muhyeddin Abdal'ın Hacı Bektaş Veli ile Balım Sultan'dan da hürmetle bahsettiğini görüyoruz.
İşte bütün bu deliller gösteriyor ki, Muhyeddin Abdal, 883 (M. 1478) de vefat eden Otman Baba'ya yetişsin yetişmesin, mutlak surette Akyazılı İbrahim zamanında, yâni XVI ncı asır içinde yaşamış bir şahsiyettir.
XVI ncı asırda yazılmış bazı mecmualarda da şiirlerine tesadüf edilen Muhyeddin Abdal'ın bir kaç yazma divanı mevcuttur. Bunlardan birini vaktiyle merhum İsmail Saib'in delâletiyle elde etmiştim. Bir nüsha da Millet Kütüphanesinde vardır (No: 395-1). Diğer bir yazması da Besim Atalay'ın hususî kütüphanesindedir.
Hece vezniyle gazellerle koşma, semaî ve mesnevî tarzında şiirler yazan Muhyeddin Abdal, Nesîmî'nin tuyuğlarını takliden bir takım mâniler de vücude getirmiştir. Onun ahlâkî mahiyeti haiz bazı şiirleri de vardır. Türkçe kelimeleri mümkün olduğu kadar çokça kullanan ve pürüzsüz bir ifade ile şiirler yazan bu değerli şair, manzûmelerinde bilhassa Alevîlik, Hurufîlik telâkkilerini terennüm etmiştir. Onun bazı manzumelerini dercediyorum:
— Mesnevi —
Yine bir söz diyelim dil ü candan
Her ne keşf oldu ise bana benden
Bir sözdür kim akl içinde mu'teber
Hıfz edene hoş haberdir bu haber
Yemiş ummak söğüt ile kavaktan
Hayır gelmez şaşıt ile savaktan
Tavuk yumurtasından doğmaz ördek
Ne diksen anı bitirir çekirdek
Toygar yumurtasından toy doğar mı
Bî basîret kişiden oy doğar mı
Bülbül dilin öte mi kara bakal
Hak sözün anlaya mı tilki çakal
Çaylâk şâhin olub şikâr kapa mı
Her mekes arı gibi bal yapa mı
Şeker yese tûti ola mı karga
Ma'rifet keşf ola mı ehl-i zerka
Nasîhat kabûl etmez imiş İblis
Tâati yok hırsı çok işi telbis
İki dilli iki gönüllü fuzul
İki yüzlü iki sözlü Azâzil
Kimin ki ikrârı yok îmânı yok
Bir kâfirdir ahd ile peymânı yok
Kimde ki olmaya ahde emânet
Hezâran lâ'net ol zâlime lâ'net
Zâlim olub sebeb olur zulüme
Bîşümâr lâ'net olsun ol zâlime
Söyler isen işitmez Hak sözünü
Hak şaşı yaratmış ânın gözünü
Gözü görmez urur inkâra gider
Meğer gelmesine Hak’ka âr eder
Özün bilmez aslına münkir olur
Anın içün gözü gönlü kör olur
İnsâniyet yanında ma'nâsı yok
Yoldaşına hiç hayır sanısı yok
Er odur hayır sana yoldaşına
Hak yâr ola hayır gele başına
bir başlı iki dilli yâra lâ’net
Şol yüze gülücü ağyâra lâ’net
İkrârı yok ehl-i inkâra lâ’net
Eri candan sevmeyenlere lâ’net
Eksik bakan eğri nazara lâ’net
Gülü bitmez dikenli hâra lâ’net
Şekli insan özü himâra lâ’net
Dışı İslâm içi kâfire lâ’net
Hak dedi Kur’an’da lâ’net zâlime
Rahmetim var dedi mü’min kuluma
Sıdk ile sâdıkane anlardürür
Aşk ile âşıkane anlardürür
Anlardır tevhîd-i Hak söyleyenler
Anlardürür Şâh’a saddak deyenler
Anlardır bu yolda Tanrı hasları
Anlardır Muhammed Ali dostları
Muhyeddin’im kulluk eyle anlara
Îman götür doğru yol varanlara
— Gazel —
Varmagıl bir yere gel olmayınca
Sana bir mürşid kâmil olmayınca
Senin yolun varub menzile ermez
Gönülden gönüle yol olmayınca
Kişi alçak kapulardan geçemez
Eğilüb ham-kaddi dal olmayınca
Ol âşıka zehî âşık demezler
Akuben göz yaşı sel olmayınca
Men kulum demekle kişi kul olmaz
Özü miskin nefsi kul olmayınca
Özü vahdet cismi sohbet bula mı
Kişinin müşkili hall olmayınca
Câhilin sohbetinde can bite mi
Sohbeti has sözü bal olmayınca
Boyun çeküb göz kıpmak kâr eylemez
Dilbere söyleyüb dil olmayınca
Muhyeddin demekle ol bulunmadı
Çöb kımıldar mı hiç yel olmayınca
Çün eriştim ben cânânın izine
Yüzüm sürdüm ayağının tozuna
Can tutuldu zülfünün tuzağına
Dil bend oldu kaşı ile gözüne
Gönül gözü sihrinden fehme vardı
Sabrı gitti korku düştü özüne
Âşıkı bin cân ile kurbân olur
Âferin bu şîve ile nazına
Hak Taâlâ ismini yâd eyledi,
Otuz iki hattı yazmış yüzüne
Yüzünde hem sözünde yirmi sekiz
Ol sebebden zâhir oldu özüne
Rence devâ derdine şifâ bulur
Kim ki bu nüshayı alub yazına
Zi saâdet zihi devlet mürüvvet
Vâkıf ola o kim gire râzma
Muhyeddin benliğim kayıdı benden
Hayâlim düşeli şeksiz yüzüne
Ey Hak’kın tâlibi gezme âvâre
Gel boyun sun kulluk eyle bir ere
Ere yeten Hak’ka yeter yakin bil
Erden olur yine derdine çâre .
Derdli isen iste bul tâbîbini
Zîrâ tabib bîmâr eder bimâra
Sana gerek olanı iste ara
Kişi Mekke’yi bulur sora sora
Hakim benim dürlü kumaş bendedir
Dükkân açub girdim bir ulu şara
Çağırın şol sarraflara kim gelsün
Uş bugün metâ’ çıkardım pazara
Sarraf bilür gevherin kıymetini
Bahâ biçsün ol kıymetli gevhere
Ârifin esrârını fâş idem ben
Ne münâsib deyem ehl-i inkâra
Okudum bildim der ise demesün
Her kimde ki var ise ol emmâre
Muhyeddin'in pazarı Hak iledir
Ki gözlü gerek gele Hak’kı göre
Aceb dostdan bize nazar ola mı
Dost ile asıllu pazar ola mı
Gönül olar yine hükmün yürüten
Gönülden gönüle gezer ola mı
Eksikli kul olan bilir günâhın
Gönülde suçunu sezer ola mı
Hayâle düşüp nefse uymak olmaz
Nefse uyan yoldan azar ola mı
Erenler sözünü pişürü söyler
Erin nutkun candan sezer ola mı
Muhyeddin fâriğ ol sözü uzatma
Söyledikçe bu söz uzar ola mı
Ariflerin sohbeti candan olur
Küfür gider lûtf u îmandan olur
Tarîkatte tâatin temiz kılan
Kendi ümmet tarîki dinden olur
Taleb ile nefsini bilmeyene
Zîrâ bilmezsen kusûr senden olur
Bunca ni’metler yenilüp içilür
Bilir misin aslını kandan olur
Gelsün gevher alan ma’deni buldum
Ma’den benim ol gevher benden olur
Genci buldun ise key fâş eyleme
Gavga düşer âleme dandan olur
Ârifler sohbeti Muhyeddin Abdal
Bilene nur bilmeze zindan olur
Nefsini bilmeyen kes can olamaz
Özü hayvandürür insan olamaz
Ol heman serserî gezer yabanda
Vücûdu şehrine sultan olamaz
Nutku yoktur ânın hem canı cindir
Hayâtı çeşme-i hayvan olamaz
Dizbediz oturur yüz yıllık yolda
Iraktır yakını mihman olamaz
Bu yola gelip de rızâ vermeyen
Teslîm-i Hak olub kurbân olamaz
Hüsnü gibi hulku aziz olmayan
Mısır’a Yûsuf-i Ken’ân olamaz
Yüzünde hak Fâtiha’yı bilmeyen
Akl-i kâmil ehl-i irfân olamaz.
Şerîatte edebin saklamayan
Tarîkatte pişip büryan olamaz.
Ma’rifet âbından içip kanmayan
Hakikat bâbında ummân olamaz
Muhyeddin kuş dilinden anlamayan
Göklere uçup Süleymân olamaz
— Sekiz heceli şiirler —
Şâh-ı Merdan hurûc etti
Düldül’e oldu süvâri
Ver salevat Muhammed’e
Ali saldı Zülfikâr’ı
Bir Hacı Bektaş var idi
Ali misilli er idi
Münkirler görmez kör idi
Yürüttü cansız duvarı
Muhyeddin kaynadı taştı
Bu idi sözünün kasdı
Gel beri gel Tanrı dostu
Hak’dan ayrı bilme yârı
Bize serleşker olmağa
Şâh-ı Kerem Ali gerek
Mürşiddir rehber olmağa
Âdem Akyazılı gerek
Âlem âdeme çıkmağa
Ulu ateşler cunmağa
Er verip leşker çekmeğe
Gene Sultan Bâli gerek
Muhyeddin derviş olmağa
Ölmezden önden ölmeğe
Bir kişi nasib almağa
Edeb erkân yolu gerek
İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim
Kendüzünde buldu bulan
Bulmadı taşrada kalan
Mü’minin kalbinde olan
Îman nedir şimdi bildim
Takvâ ehlinin sattığı
Mü’minlerin ok attığı
Münkirlerin şekk ettiği
Güman nedir şimdi bildim
Bir kılı kırk yardıkları
Birin köprü kurdukları
Erenler gösterdikleri
Erkân nedir şimdi bildim
Sıfât ile zât olmuşum
Kadr ile berât olmuşum
Hak ile vuslat olmuşum
Mihman nedir şimdi bildim
Muhyeddin eder Hak kadir
Görünür her şeyde hâzır
Ayan nedir pinhan nedir
Nişan nedir şimdi bildim
Bizim tâcımız sûretâ
Seb’ulmesânî gösterir
Zira bu Seb’ulmesânî
Şekl-i insânı gösterir
Giydiğimiz hırka dahi
Çektiğimiz sikke dahi
Mescid ile Mekke dahi
Hep bu nişânı gösterir
Mekke’nin tavâfı yedi
Mekke deyu kim okudu
Kim dünyâdan elin yudu
Ol câvidânı gösterir
Görünen Hak’dır gözünde
Söyleyen Hak’dır sözünde
İnsânın hattı yüzünde
Hatm-i Kur’ân’ı gösterir
İnsandır Hak’kın mazharı
Hak’dır insânın azheri
Lâ’l-i lebinin kevseri
Hayât-ı cânı gösterir
Hak’ka âşık olan kişi
Hak’la olur her bir işi
Âşıkların gözü yaşı
Âb-ı hayvânı gösterir
Her kimin ki pakdir özü
Uyanıkdürür can gözü
Muhyeddin’in sözü yüzü
Şerh ü beyânı gösterir
—Yedi heceli şiirler —
Dört mukarreb ferişte
Her birisi bir işte
Müekkeldir âdeme
Âdem nedir gör işte
Hak der Kur’ân içinde
Kerâmetim âdemde
Bil ki öyle olıcak
Hak’ka çıkar bir işte
Terk-i dünyâ ibâdet
Dedi Peygamber Ahmed
Bu sözün mânâsı ne
Gel dinle haber işte
Dinle Ahmed sözünü
Anla sözün özünü
Bilmez isen remzini
Muhyeddin’e sor işte
Şükür elhamdülillâh
Kara sakal ağardı
Gördüm dağlar başında
Ağırup kar yağardı
Eski sürüldü gitti
Geldi yenisi yendi
Ekilen yerden bitti
Yer yaşardı köğerdi
Yetti yerin nebâtı
Götürüldü zulmâtı
Erdi Hızır Hayâtı
Can bostanın suvardı
Urdu can baş terkisin
Çekmez ölüm korkusun
Açtı gaflet uykusun
Gönül gözün uyardı
Sünbül nerkis benefşe
Âşık oldu bu nakşe
Bunlar Hak’ka yüz tutup
Her dem boynun eğerdi
Sultana erdi kuldan
Âşık oldu gönülden
Muhyeddin cân ü dilden
Erenleri severdi
Hızır’ın suyu benem
Âb-ı hayat bendedir
Kevserden içen gelsin
Kadr ü berat bendedir
Uş ten ile can benem
Delîl ü burhan benem
Bu cümle Kur'ân benem
Savm u salât bendedir
Geldi îman hissesi
Gitti küfür gussası
Ali Hamza kıssası
Ol hidayet bendedir
On dört mafsal on parmak
Can ile Hak’kı görmek
Yedi deniz dört ırmak
Şatt u Furat bendedir
Mûsâ ile Tur benem
Cennet ile hur benem
İki benem bir benem
Bin kâinat bendedir
Ey can sözümü işit
Benem mâh ile hurşid
Hem tâlibem hem mürşid
Hem hidâyet bendedir
Maniler
Muhyeddin'im uş kitab
Hak'tan erdi bu hitab
Emred vechinde ayan
Yedi tamu sekiz bab
Muhyeddin'im Huvallah
İsmim elhamdülillâh
Beş parmak on dört mafsal
Ma'ni-i lâfzatullah
Muhyeddin'im rûşenî
Bendedir Hak nişânı
Hırkam çihâr unsurdur
Tâcım Seb’ulmesânî
Muhyeddin'im kameri
Buldum özge tîmârı
Yârın lebinden içtim
Benim mest ü humârî
Muhyeddin'im ayn-ı Hak
Gözün aç anlayu bak
Yer gök yazılmış kitab
Alana külli sebak
Muhyeddin'im haşhaşım
Ehl-i vahdetim hoşum
Tarîkat fahrım oldu
Anın için tıraşım
Muhyeddin'im Zuhal’im
Ebcedim hatt u hâlim
Harf-ı noktayı buldum
Vech-i Hû cîm ü dâlim
Muhyeddin'im dervişim
Hak yoluna girmişim
On sekiz bin âlemi
Bir zerrede görmüşüm
Yolcu geldi uzaktan
Süd süzüldü süzekten
Dil gamdan âzâd oldu
Can kurtuldu tuzaktan
Muhyeddin'im Hak içün
Şol Kamerin şakkiçün
İman getür Ali’ye
Mustafâ’nın hakkiçün
Muhyeddin gabgab nedir
Bu soru hisab nedir
Çar anâsır içinde
Yetmjş iki bab nedir
Muhyeddin bu dört nedir
Dilden gelen vird nedir
Dört kevkebin içinde
Altmış ile dört nedir
Muhyeddin'im hâsülhas
Her bir sözüm bir nefes
Canım hümâ kuşudur
Tenim hümâya kafes
Muhyeddin'im utârit
Ey can kalbini arıt
Uluya kulluk eyle
Bir hizmet-i yârî it