Bektaşî Şairleri ve Nefesleri/Hüseynî
XVI ncı asır Bektaşîlerindendir. Edirne'de doğdu. Maişetini helvacılıkla temin ediyordu. Bundan dolayıdır ki «Emîr Hüseyin Helvayî» namiyle şöhret kazanmıştır. Lâtifi, onun «abdallar meşrebin ve dedeler mezhebin kullandığını» bildiriyor.
XVI ncı asır şairlerinden Aşkî de ahibbasından bahsettiği bir manzumesinde onun abdallardan, yani Bektaşîlerden yiğit bir şahsiyet olduğunu şu beyitle anlamaktadır:
Ba’dehu sorsan eğer şimdi Hüseyn Abdal’ı
Ki özü doğru yiğittir sudakadan anılır
Haşan Çelebi ise edebî hususiyeti hakkında şunları söylemektedir:
«Şiirde çendan kudreti ve nazımda ol kadar istitâati olmamağın zamânesinde olan şuarânın eş’ârını gasb ederdi. Yoluna can vermeğe can veren uşşâkından olan şuâraya hod tekellüf yoktur deyu şiirlerini benimdir deyu okurdu. Hattâ Lâtifî bu ma’nâya vâkıf ve bu kaziyyeye ârif olmadığına Figanî’nin bu gazel-i meşhûrunu ana isnad etmiştir:
Ruhin yadındaki hâlin değildir ey mehrû
Sitâredir ki oluptur hilâle hem pehlû
«Bülega-yi Rûm’un şâir-i âlikadri şâir-i sâhir merhum Emrî mezbur Hüseynî hakkında demiştir:
Şuarânın emîri Helvâyî
Ki her âhûya dâstan söyler
Ahsen-üş-şi’r ekzebüh deyüben
Her ne kim söylese yalan söyler
«Merhum Âşık Çelebi dahi tezkiresinde bu şi’ri ana isnâd etmiştir:
Girdim muhît-i aşkına sandım ben anı sığ
Başımdan aştı mevc-i belâ nâgehan dirîğ»
Hüseynî’nin Bektaşîliği terennüm eden bazı şiirlerine mecmualarda rastlıyoruz. Bunlardan bir kısmı, hece vezniyle yazılmıştır.
Birkaç manzumesini dercediyorum:
Yâ İlâhî bize bildir nicesidir hallerimiz
Gözümüz görmez nicedir kande gider yollarımız
Aşkın deryâsın boylarız her şeyin aslın soylarız
Bir acep yerden söyleriz kimse bilmez kallerimiz
Âdem-i Safî’ye erdik Mustafâ’nın sırrın bildik
Ali ile hemdem olduk sır sözüdür kallerimiz
Âşık ol serden geçersin gelme meydana kaçarsın
Âb-ı hayvandır içersin akup gider sellerimiz
Mahabbet cür’asın içtik akl u dil ü candan geçtik
Tevhid gülistânın açtık seyr et bizim dillerimiz
Benden benliğim çekildi gayrıdan gönül üzüldü
Dîvân-ı Hak’dan yazıldı bak göresin kallerimiz
Bu menzile cinnî gelmez zîr-ehlullah dilin bilmez
Varlığından fenâ olmaz baka ildir illerimiz
Gizli yoldur kimse bilmez bu menzilde kimse ölmez
Hemîşe yoncadır solmaz verd-i ahmer güllerimiz
Hüseynî canını nider yola yokluğ ile gider
Uşşakları efgan eder gulgul eder bülbülümüz
Bu gün bî cân idim ben câna erdim
Ki cânım verüben cânâna erdim
Muhammed çünki ilmin şehri olmuş
Kapu olmuş Şeh-i merdân’e erdim
Ki bin yıl olmadan durmuş yerinde
Muhammed Mustafâ sultâna erdim
Götürdü zulmu adli kıldı zâhir
Muhammed Mehdi-i dervrâna erdim
Bana benden değil işbu vazife
Erenler serveri sırdâne erdim
Cemî’-ül-cem’de cem’ olmuş özü
Hakikat kâmil-i insâna erdim
Yüzü Seb-ul mesânîdir muayyen
Acâyib sûre-i Kur’ân’a erdim
Don edüb giymiş âdem sûretini
Bu imiş sûret-i Rahmân’a erdim
Yüzün gören bulur Hak’dan nedâmet
Nazar-ı rahmet ü gufrâna erdim
Nefesiyle ölü canlar dirilür
Görün kim Îsi-i devrâna erdim
Hüseynî vâsıl-ı Hak’dır hakikat
Ki bir katre idim ummâna erdim
Tavâf-ı haccın ey dilber sevâbı gerçi a’lâdır.
Velî gönül tavâf etmek bilesin andan a’lâdır
Gel ey Hak isteyen tâlib murâda ermek istersen
Gönülde iste kim gönül makam-ı sırr-ı Mevlâ’dır
Olar kim âşık-ı dîdar olubdur cenneti netsün
Ki hûr u kevser olara bilesin kim tüfeylâdır
Kişi her ne kimi sevse ol olur fikri vü zikri
Nitekim dilde Mecnûn’un dün ü gün zikri Leylâdır
El ermez vaslına çünkim hayâlin gitmesün gözden
Hüseynî’nin şehâ gönlü anın ile tesellâdır