Bülent Ecevit'in 15 Kasım 2000 tarihli TBMM grup konuşması

Sayın konuklar, değerli gazeteci arkadaşlarım, hepinize saygılar, sevgiler sunarım.

Bugün KKTC’nin 17. Kuruluş yıldönümü. Bu mutlu bayramın bütün Kıbrıslı Türklere ve ulusumuza hayırlı olmasını dilerim.

Aslında Kıbrıs Türkleri 1963 sonlarından beri kendi kendilerini zor koşullar altında yönetiyorlardı. Bütün hakları çiğnenmişti. Londra-Zürih Antlaşmalarıyla tanınan haklar esirgenmişti, çiğnenmişti. Anayasada Kıbrıslı Türklere ait olan bütün hükümler yürürlükten kaldırılmıştı ve Kıbrıslı Türkler yıllarca adeta gettolarda yaşamak zorunda kalmışlardı. Kıbrıslı Türklerin denize bir kapıları yoktu, o yüzden, Türkiye'ye de kolay kolay ulaşamıyorlardı. Sürekli saldırılarla karşılaşıyorlardı. Sürekli soykırım tehdidi altında yaşıyorlardı.

1974’de Kıbrıs Barış Harekâtıyla, Kıbrıs Türkü kendi vatanına, kendi özgürlüğüne, kendi bağımsızlığına ve güvenliğine kavuştu.

Diplomatik tanınmadan yoksundu. Türkiye dışında hiçbir devlet KKTC’yi henüz tanımıyor. Fakat buna rağmen KKTC gerçek bir devlet olarak, demokratik bir devlet olarak, insan haklarına saygılı bir devlet olarak varlığını ve bağımsızlığını sürdürüyor.

Dediğim gibi Türkiye dışında hiçbir devlet şu ana kadar KKTC’yi tanımıyor. Üstelik Irak’a uygulanandan daha zalimce ekonomik ambargolar, yıllardan beri KKTC’de Türklere uygulanıyor. Buna rağmen, bu ambargolara rağmen, bu engellemelere rağmen KKTC, kalkınmasını Türkiye’nin de katkısıyla sürdürüyor. KKTC bazı Balkan ülkelerinden daha kalkınmış durumdadır. Sadece 180 bin nüfusu olan KKTC’de 6 üniversite var. Bu 6 üniversitede yabancı ülkelerden İngiltere’den, Amerika’dan, başka demokratik batı ülkelerinden profesörler, doçentler görev yapıyor. Bu ülkelerden ve başka birçok ülkeden öğrenciler ders alıyor. 180 bin nüfusuna rağmen KKTC her alanda başarılı çalışmalarını sürdürüyor. Bugün KKTC’de, dünya ister kabul etsin ister etmesin, iki ayrı bağımsız devlet vardır. Biri Kıbrıs Rumlarının devleti biri de Kıbrıslı Türklerin devleti. Bu gerçeği görmezden gelenlere rağmen bu gerçek varlığını sürdürüyor ve sürdürmeye devam edecektir.

Şimdi bazı Batı ülkeleri Kıbrıs’da geçmişin acılarını yeniden canlandırmaya uğraşıyorlar. Bu konuda Kıbrıslı Türklerin ne kadar büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmış olduklarını kısa bir alıntıyla hatırlatmak isterim. 1964’de Makarios’a iki ziyaretçi geliyor. Makarios’un 1974’den sonra ünlü İtalyan gazetecisi Oriana Fallaci’ye verdiği bir demeçten alıntı yapacağım. Diyor ki Makarios, "Bir gün Nikos Sampson’la birlikte İoannides beni görmeye geldi. Kıbrıs sorununu tümüyle çözecek bir projeyi bana önermek üzere beni gizlice görmek istemişlerdi. İçeriye girdiler, saygıyla elimi öptüler ve İoannides dedi ki, efendimiz işte programımız: Adanın her yerinde birden Türklere ansızın saldırılsın ve son bireyine kadar bütün Türkler yok edilsin." Bunları söyleyen kimse 1974’de Yunan cuntasının temsilcisi olarak, kumandanı olarak Kıbrıs’ı işgal etmeye kalkışan kimseydi ve onun yanındaki Sampson da Yunan cuntasının Kıbrıs’da Cumhurbaşkanlığına getirmek istediği kimseydi ve Türk celladı olarak anılıyordu. Makarios’a bile bu kadarı fazla gelmişti.

Eğer Batılı ülkelerin oyunlarına gelsek, Saraybosna’dan, Kosova’dan daha ağır koşullar altında Kıbrıslı Türklerin büyük felaketlerle karşılaşacaklarını biliyoruz. Buna izin veremeyiz. Yalnız Kıbrıslı Türklerin değil, Türkiye’nin güvenliği de tehlikeye düşmüş olur. Onun için buna kesinlikle izin veremeyiz. Yunanistan Türkiye’yi yalnız batıdan değil, güneyden de kuşatmış olacaktır. Doğu Akdeniz de tehlikeye girmiş olacaktır. Bütün bunlara fırsat vermemiz söz konusu değildir.

1999 Helsinki Doruğunda Avrupa Birliği için adaylığımız kesinleşirken açıkça belirttik. Avrupa Birliğinde adaylığımızla Kıbrıs konusu arasında bağlantı kurulmasını kabul edemeyeceğimizi açıkça söyledik. "Kıbrıs konusu Kıbrıs Türkleriyle Kıbrıslı Rumlar arasında bir konudur. Buna sizler karışmayın" dedik. Bu konudaki kararlılığımızı bilerek bize adaylık hakkını verdiler. Bize bu açıdan gerekli güvenceler de verildi. Kopenhag ölçütlerine, kriterlerine evet dedik. Ama başka hiçbir ölçüt kabul edemeyeceğimizi söyledik. Verilen sözlerden şimdi geri dönülüyormuş gibi bir eğilim ortaya çıktı. Biz kesinlikle buna razı olamayız, izin veremeyiz. Biz her sözümüzü tutarız, her devletin ve her kuruluşun da bize verdiği sözü tutmasını bekleriz.

Kıbrıs’ı çıkmaza sürükleyenler bazı Avrupa üyesi ülkelerdir. Eğer Kıbrıs’ı kendi hâline bıraksalar Kıbrıs’ta bir sorun kalmazdı.

Birkaç gün önce Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri sayın Kofi Annan’ın da kendi deyimiyle "sözlü ifadeleri" şimdi ortalığı büsbütün bulandırdı. Tezgâhlanmak istenen oyun artık ortada. Kıbrıs’ta bir ortak devlet olmalıymış. Bu ortak devlet ayrılmaz ve bölünmez bir bütün olmalıymış. Kıbrıs’ta tek bir vatandaşlık olmalıymış. Rumlara büyük miktarda toprak bırakılmalıymış. O da yetmezmiş, çok sayıda Rum kuzeye geçip yerleşebilmeliymiş. Kıbrıslı Türklerin tek güvencesi olan Türk askeri de Kıbrıs’tan çekilmeliymiş. Bunlar bir araya geldiğinde görülür ki bazı etkin çevreler Kıbrıs’ta, konfederasyon şöyle dursun, federasyona bile razı değiller.

Fakat bu tasarımların hiç biri Türk tarafınca kabul edilemez. Kıbrıs’ta iki ayrı devlet varlığı göz ardı edildikçe bir uzlaşmaya varılamayacağını herkes içine sindirmelidir.

Bugün bütün Avrupa Birliği Bakanlarına ve Avrupa Birliği yetkililerine birer mektup göndererek bu kararlılığımızı bütün açıklığıyla anlattım.

Türkiye Cumhuriyeti var oldukça Kıbrıslı Türkler de özgür ve bağımsız olacaklardır.

Kıbrıs Türkleri Rumlara teslim olmayacaktır. Bunu bütün dünya böyle bilmelidir.