Ahmet Davutoğlu’nun Fas Dışişleri Bakanı Saad Eddine El Othmani ile birlikte katıldıkları “Demokratik Dönüşüm ve Ortak Bölgesel Vizyon” konulu Seta Panelinde yaptığı konuşma

Değerli dostuma, kardeşime hoş geldiniz diyorum. Biraz önce resmi görüşmeler yapmıştık, şimdi bölge vizyonu etrafında Türkiye ve Fas’ın ortak özellikleri ya da ortak vizyonu çerçevesinde biraz daha entelektüel bir fikir alışverişi imkanı bulacağız.

Türkiye ve Fas’tan bahsettiğimizde her şeyden önce bu iki ülkenin özgün karakterinde, bunun üzerinde biraz durmamız lazım. Bölgede büyük bir değişim yaşanıyor, tabii bütün ülkelerin kendine has özellikleri var. Türkiye ile Fas’ın tarihi itibariyle bakıldığında en temel ortak özelliği, iki köklü geleneği bünyelerinde barındırıyor olmaları ve iki köklü tarih geleneğinden besleniyor olmaları. Ortak medeniyetimizin tarih boyunca iki büyük ekseni oldu. Felsefede, siyasette bu iki eksen hep birbirleriyle etkileşim içinde geçti. Birisi mesela İslam felsefesinde, büyük tıp geleneğinde Maveraün-nehir geleneği, biri de Endülüs geleneği. 8’nci, 9’üncü yüzyıldan itibaren Maveraün-nehir'de büyük bir medeniyetin tohumları atıldı. Aynı medeniyetin, aynı insan anlayışının, aynı köklü siyaset anlayışının da insan hizmetinde olan siyaset anlayışının bir başka kanıtı da Endülüs’te doğdu ve gelişti. Onun için hep şark ve garp derken, bizim tarihi geleneğimiz içinde bugünkü anladığımız şekliyle Batı ve Doğu anlaşılmadı. Şark denirken, bu Maveraünnehir’den beslenen, harmanlana harmanlana İran üzerinden Anadolu’ya, Mezopotamya’dan Anadolu’ya gelen bir gelenekten bahsedildi. Garp denilen ve magrib adı verilen garptan bahsedilirken de Mısır üzerinden, Kuzey Afrika üzerinden Endülüs’e taşınan bir gelenekten bahsedildi. Büyük bir kökün, iki büyük dalı gibi, etraflarında kültürün gelişmesine imkan tanıyan büyük iki geleneği temsil ettik biz, ve bunlar birbirine kaderi bağlanan iki gelenektir. İbn-i Sina Maveraünnehir’deydi, İbn-i Rüşt Endülüs’teydi. Ama Farabi, bir Türk düşünür olan Farabi’yi, İbn-i Sina’yı savunmak İbn-i Rüşt’e kalmıştı. İbn-i Haldun, bütün o Kuzey Afrika ve o garp geleneğini mağribi etkilediği kadar, Osmanlı düşüncesini de etkilemişti. Ahmet Cevdet’ti İbn-i Haldun’u modern dünyaya tanıtan, modern döneme bizim kültürümüze taşıyan. Mevlana, Anadolu’da bir yeni metafizik felsefeyi şiirsel ifadelere dökerken; Muhiddin Arabi felsefeyle tasavvufun birleştiği yerde büyük bir kültürel zemin teşkil etti.

Benim hayran olduğum şehirler vardır, birçok şehir. Ama İstanbul sokaklarında duyduğum hazzın benzerini ve deruniliğini 1999'da gittiğimde Marakeş’te duydum. Marakeş, bu köklü geleneğin mağrip veya tecessüm etmiş haliydi. İstanbul; Horasan’dan, Maveraünnehir’den beslenen geleneğin Rumeli’nde tecessüm etmiş haliydi. Ve tabii 1492’de Mağrip düşerken, Endülüs düşerken ve Mağrip geleneği zayıflarken Mağribe taşındı bu ruh Gırnata’dan. Mağribe, Marakeş’e taşındı. Aynı yüzyıl içinde İstanbul fethedilirken Maveraünnehir’deki ruh da İstanbul’dan Rumeli’ne, Avrupa’ya doğru açıldı. Bir ruh, bütün o geleneğiyle Avrupa’dan hafif hafif çekilirken başka bir yerde Avrupa’ya buluşmak üzere bir başka ruh harekete geçti. Onun için Marakeş’in sokaklarında dolaşırken İstanbul’u hissetmemeniz mümkün değil. Eğer tercihim olsaydı, elimde olsaydı kader çizgisini belirlemek, herhalde bugün yaptığım, şerefle yaptığım Dışişleri Bakanlığı kadar Marakeş’te bir müddet kalıp bu şehir üzerine bir kitap yazmayı arzu ederdim, belki bir gün de nasip olur.

1999 senesinde Agadir’de bir konferansa davet edildiğimde bir tek şey yaptım, bir ayarlama yapmalarını rica ettim, ben Agadir’e 1 gün önce geleceğim dedim. Agadir biliyorsunuz Fas’ın güneyinde güzel bir şehir. Depremle maalesef anılmış bizim gibi, çok büyük deprem yaşamış, büyük acı çekmiş bir şehir. O bir gün, ilk gece saat 12’de indiğimde bir otantik Fas otelinde kaldım. Sıradan Faslılarla Berberi, Arap karışımı, yarı Fransızca, yarı Arapça ifadelerle anlaşmaya çalışarak kaldım. Ertesi gün de tuttuğum bir taksiyle Atlas Dağlarını aşıp 1 gün kalmak üzere Marakeş’e gittim. Hayatımda zevk aldım, yolda da Berberi kabilelerle oturup konuşarak. O gün Marakeş’te geçirdiğim 1 gün, bana, bir şehrin, bir medeniyetin nasıl ruhunu asırlar boyu bütün gerilemelere rağmen taşıdığını gösterdi. Eğer bir ülke, ben buna çok önem veriyorum, Marakeş gibi bir şehre sahipse, eğer o ülke arkasında Marakeş’le kendisini irtibatlandıran Kurtuba’ya, Gırnata’ya ve oradan gelen gelenekle bütünleşmişse o ülkenin tecrübesi, modern tecrübesi de farklı olur. Aynı şekilde bir ülke eğer İstanbul’a sahipse, tarih boyu farklı medeniyetleri bünyesinde barındırmayı, kültürleri bünyesinde barındırmayı pratikte yaşatmışsa o ülkenin de siyasi tecrübesi farklı olur. Marakeş, o dönemin aynen daha önceki yüzyıllardaki Kurtuba gibi o dönemin bütün geleneklerini bünyesinde barındırıyordu; Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, büyük felsefi akımları iç içe barındıran o Mağrip geleneğinin renklerini taşıyordu. O zaman burada farklı bir tecessüm eder, farklı bir gelenek, İstanbul için de aynı şey geçerli. Şimdi modern döneme doğru bunu yansıttığımızda ki, değerli dostum bunu o kadar güzel kendi hayatında da yansıtıyor ki, belki iki şeyi söyleyeyim; bugün bütün toplantılarımızda ısrarla ben ne zaman Marakeş’ten bahsetsem, o da ben de El Osmani’yim deyip durdu, sebebini anlamışsınızdır. Ve hep dedi ki "ben Saadettin El Osmani’yim", yani kendisini Osmanlıyla irtibatlandırarak ifade etmeye çalıştı. Ve belki de bu bağı kurmak için olsa gerek, iki çocuğunu şimdi İstanbul’da okutuyor. Ben eminim, Saadettin El Osmani ailesinden gelen bu iki genç, İstanbul ruhundan beslenip Marakeş’e büyük bir aşı yapar. Aynı şekilde yeni aşılar yapacak olan gençlerimizi de biz Marakeş’e gönderip oradaki aşıyı İstanbul’a taşımalarını isteyeceğiz. Böyle bir iki kanat üzerinde yükselen iki ülkeden bahsediyoruz, sıradan iki ülkeden değil, sıradan iki ulus devletten değil. Onun için biz Fas’ı kültürel bakımdan kuzenimiz, medeniyet tarihi bakımından kardeşimiz, coğrafi bakımdan uzak bile olsa komşumuz addediyoruz. Ve Fas’a yönelik stratejimizin esası da komşuluk stratejisidir. Yarin Bulgaristan’la Yüksek Düzeyli Strateji İşbirliği Konseyi kurduk, onun ilk çalışmasını yapacağız, Fas’a da aynı mekanizmayı teklif ettik. Komşumuz olan ülkeler ne muamele görüyorlarsa bizden, Fas da aynı muameleyi görecektir, belki daha da ötesini görecek, çünkü bu ortak tarihi geçmişi bünyemizde barındırıyoruz.

Fas’a gittigimde, bölge vizyonu üzerinde birkaç ana unsuru uygulamaya çalışacağım. Kasım ayında Fas’a resmi ziyarette bulunduğumda o zamanki değerli dostum Dışişleri Bakanı Sayın Fassi ile resmi görüşme yaparken Fas heyetine, "sizin Oujda diye bir şehriniz var. Oujda’nın kelime kökeni nedir? Tabii o kadar alışmışlar ki Oujda Oujda demeye, o pek düşünülmemiş. Değişik Arapca kökler çıkarmaya çalıştılar. Sonra dedim ki, "hayır, bunun Arapça’da karşılığını bulamazsınız bu Türkçedir, adı da “uçta”dır, uçta, kenarda anlamında, Osmanlı’nın Fas’la sınır şehridir. Onu da adı uçta’dır, siz onu Oujda yapmışsınız. Şimdiki Cezayir Cumhurbaşkanı Bouteflika da oradandır, ailesi Oujda kökenlidir. Biz, o Oujda şehrinde iki ucu birleştirip, iki bu köklü kanadın uçlarını birleştirip ortak bir havzada buluşturmuşuz." Maalesef yakın dönemde ilişkilerimiz çok iyi olmasına rağmen, hiçbir siyasi sorunumuz olmamasına rağmen, ben bugün gerçekten hani biraz da söyleyeyim mi söylemeyeyim mi diye basın toplantısında dusundum, ondan sonra değerli kardeşim Saadettin Bey’in yaptığı büyük jesti hatırlatmak için söylemeye karar verdim. Saadettin El Osmani, 25 yıl sonra Türkiye’ye resmi ziyaret gerçekleştiren ilk Fas Dışişleri Bakanı, 1987’den bu yana ve göreve gelir gelmez hemen bunu gerçekleştirdi, teşekkür borçluyum. 25 yıl olmamasının sebebi de bir problem olduğundan değildir. Bazen ilişkiler çok iyiyse ihmal ediyorsunuz bazen ve daha evvel çok görüşülüyorsa, nasıl olsa görüşüyoruz denilebilir, bugün bir karar aldık her yıl mutlaka karşılıklı ziyaretler yapacağız.

Bu büyük gelenekleri tekrar modern dünyayla buluşturup yeni bir bölge oluşturmak için bu gelenekten beslenen, yeni bir bölge oluşturmak için beraber çalışacağız. Niye bu tarihi arka planı verdim? Çünkü eğer böyle bir ortak medeniyetten güç alıyorsak, besleniyorsak moderniteyle karşılaştığımızda o moderniteyi içselleştirirken de daha farklı tavırlar sergileriz. Bugün Fas’ın takdir toplamasının sebeplerinden birisi, değerli kardeşim Ortadoğu’da Berberiler de olduğu için Arap Baharı demekten biraz imtina etti, ben de bölgesel uyanış diyorum, çünkü hepimizi ilgilendiren bir şey bu, bir tek Arap kardeşlerimizi değil. Birçok yerde bu sancılı bir şekilde yaşanırken bu süreç, Fas’ta barışçıl bir dönüşümle yaşandı. Çünkü Fas, o köklü şehir geleneği içinde kendi kültürel dokularını kendilerini oluşturabilmiştir. Ve tebrik ediyoruz Fas’ın liderliğini, başka Kral 6. Muhammed Majesteleri olmak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerini öylesine bir ufukla baktılar ve öylesine erdemli bir davranış sergilediler ki Fas’ta bir tek kişinin dahi burnu kanamadan serbest seçimler gerçekleşti ve o zamana kadar muhalefette bulunan ve hep muhalefette olacağı, yani farklı bir perspektif taşıdığı düşünülen Adalet ve Kalkınma Partisi serbest seçimlerle iş başına geldi. Kim kaybetti? Kimse kaybetmedi. Kim kazandı? Her şeyden önce Fas kazandı. Keşke Mübarek de bunu yapabilseydi, keşke Beşar Esad bugün bunu yapabilseydi, halkına dönüşüm isteyen, haklı taleplerde bulunan halkına karşı silah doğrulmak yerine halkın iradesiyle bütünleşebilseydi. Binlerce insanın o masum kanı dökülmezdi. Çünkü şunu artık herkes görmeli. Bu doğal bir süreçtir ve bu sürece herkes saygı göstermelidir ve doğal olduğu için de kaçınılmaz bir süreçtir. Bölgede bu değişim yaşanacak, bu değişimden kaçınmak mümkün değil, bu değişimi yönetmek gerekir. Bu değişimle çatışmak, bu değişimle çarpışmak yerine bu değişimi yönetmek gerekir. Nasıl yönetirsiniz? O değişimin aktörlerini dinleyerek. O değişimin aktörü kim, en temel aktörü kim? Ben buradan ortak vizyonumuzun 3 özelliğine dikkatinizi çekmek istiyorum, birincisi; bu değişimin aktörü kim, bu değişimin aktörü yabancı güçler mi, bu değişimin aktörü birtakım sosyal faktörler mi veya ekonomik geri kalmışlık mı sadece? Bu değişimin aktörü bizim için bu bölgenin sıradan insanı, bu bölgenin insanı. Onur arayan, tahkir edilmekten, aşağılanmaktan bazen İsrail tarafından dış bir faktör olarak, bazen kendi yöneticileri tarafından iç bir faktör olarak tahkir edilmekten yorulmuş bölge insanının ben tarihe ağırlık koymak istiyorum demesidir. Tunus’taki Ebu Azizi buydu, Bingazi'de ayağa kalkan Libyalı buydu, Tahrir’deki sıradan gençlik buydu. Geçen gün aramıza gelen Tevekkül Karman, ilk çadırı Sana’da kuran Tevekkül Karman aynı nesli temsil ediyordu. Ve gelecekle ilgili ortak vizyonumuzun çıkış noktası da budur. Ve şunu da söyleyeyim: Büyük krizlerden sonra AK Parti iktidarı için 2002’de oy kullananlar yeni bir perspektif ararken de aynı saikle oy kullandılar, aradıkları şey birdi: Onur, onur, onur. Saygı görmek istiyorlardı, hem kişi olarak saygı görmek istiyorlardı siyasal sistemde, hem ülke olarak uluslararası sistemde saygı görmek istiyorlardı. Biz bu saygı görmek isteyen insanlara sadece saygı duyarız. Onlar hakkında şüphe duymayız, acaba ne yapmak istiyorlar diye bakmayız. Nasıl biz kendimizi başkalarıyla eşit görmek istiyoruz, onlar da bu eşit haklara sahip olmalılar. Şimdi Fas’taki bir insanın talebiyle, İstanbul’dakinin, Suriye’dekinin, Irak’takinin, Yemen’dekinin, Mısır’dakinin, Libya’dakinin talebi birse, böyle bir tarihe geri dönme talebi, özne olma talebiyse bu talep tarihe ağırlığını koyar. Bugün önüne set seçmek isteyenler o dalga karşısında; tsunami ya da deprem karşısında enkaz altında kalırlar. Ama sadece onlar kalmaz enkaz altında, bugün Suriye’de gördüğümüz gibi masum insanlar da kalır. Biz Türkiye olarak her şeyden önce, önce Ebu Azizi’ye saygı gösterdik, sonra da Ebu Azizi’nin izinde giden bütün herkese saygı gösterdik, birincisi bu. Bu aktör, tarihe ağırlığını koyacak. Çünkü bu bölge, geçmişte büyük siyasi düzenlere, büyük medeniyetlere beşik etnik etti ve bunları tevarüs eden bu insanlar artık uluslararası düzende, sistemde aşağılanmak istemiyorlar. Türkiye’ye dönüp baktıklarında da neden biz Saadettin Bey’le ya da yine bu salonda konuştuğumuz Tunus Dışişleri Bakanı Refik Abdüsselam’la artık farklı iki taraf gibi müzakere etmiyoruz da, sanki bütün hayatı beraber bir arada geçmiş, aynı üniversite sıralarında okumuş, aynı mesleki geçmişe sahip olmuş, aynı ailede büyümüş insanlar gibi rahatlıkla konuşabiliyoruz. Çünkü biz ait olduğumuz halktan destek alıyoruz, güç alıyoruz. Ve o halklar, biraz önce söylediğim tarih perspektifinde ortak değerlerle buluşan halklar. Bu tek tek bu aktörleri doğru anlamamız lazım.

İkincisi; var olan devletlerin, siyasi yapıların temel bazı değerlere oturmasını istiyor bu insanlar. Nedir bunlar? Hukuk devleti, insan haklarına saygı, şeffaflık, demokrasi. Çünkü geçmiş 50-60 yıllık ulus devleti tecrübeleri bölgede bir otokratik zümrenin bazen bu Kaddafi gibi bir aile oluyor, bazen Suriye’de olduğu gibi bir Baas rejimi oluyor, bazen Mısır’da olduğu gibi bir aristokratik zemin veya onunla beslenen bir tek parti iktidarı oluyor. Bunlar hep yolsuzlukla, halkı bezdiren bazı siyasi uygulamalarla karşı karşıya. Şimdi ise yeni siyasal sistem arzuları var. Halk iradesine dayanan bir yapı istiyor Ortadoğu’daki insanlar. Ve halk iradesine dayanan yapılar, halka hesap veren siyasi yapılar halka dinamizm de getiriyor. Artık bu bölgede halka hesap vermeyen bir yapının ayakta kalması mümkün değil. Çünkü şehirleri topa tutan, tanklarla şehirleri yürüyen bir düzenli orduya karşı Humuslu kardeşlerimiz böylesine onurlu ve cesur bir direniş sergilemişse artık o insanlara, kimse, evine geri dön, eski sistem devam edecek diyemez. O insanların bir kere cesaretle kendi kalelerine hakim olma iradesi ortaya çıkmışsa o irade bir şekilde kendisini gösterir. Biz Türkiye olarak burada, doğru tarafta durmaya özen gösterdik. Tarihin akışının doğru tarafında insana saygının bölge halkına, bölgedeki kardeşlerimize saygının gereğini yapmaya çalıştık. Bir kere böyle yapılar oluşursa, yani siyasi aktör olarak birey tarih sahnesine çıktı, ona dayalı olarak siyasal sistemler halka hesap veren demokratik sistemler olarak tecelli ederse, üçüncü özellik kaçınılmaz olarak devreye girecek. Ve bu da, sınırlara saygı gösterilmekle birlikte bu ülkeler iç içe geçecek. Bugün Tunus’la Libya ilişkileri bunlar geçen seneki Tunus’la Libya ilişkileri değil. Tunuslu ve Libya liderleri bir araya oturduklarında aynı mücadeleyi vermiş insanlar olarak rahatlıkla anlaşabilecekler, Libya-Mısır ilişkisi aynı olmayacak. Çünkü halka dayanan siyasi yapılar, o halkların kültürel geçişkenliği çok yoğun olduğu için o geçişgenliğe saygı duymak durumunda kalacaklar. Demokratik bir Suriye’yle Türkiye, eskisinden çok daha fazla entegre olacak. Demokratik bir Mısırla, demokratik bir Libya çok daha entegre olacak, çünkü halkların iradesi bu. Bu halklar kendi aralarına demir duvarlar örülmesini, Berlin duvarları örülmesini istemiyor. Birleşmek ve tarihe birlikte dönmek istiyorlar. Çok daha entegre bir bölge çıkacak, sancılı olacak. Ama çok daha siyasal anlamda idealleri örtüşen, ekonomik anlamda iç içe geçmiş, entegre olmuş, dış politika anlamında da aynı idealleri ve onurlu tavrı sergileyen yeni bir bölgenin işaretlerini görüyoruz. Zor ve çetin bir dönem ama, sonunda ulaşmak istediğimiz bölge vizyonu bu. Ve bu vizyonda insanlar yanındakiyle çatışmak, yerine kendi halkıyla çatışmak yerine, kendi halkından güç alıp yanındaki komşu ülkelerle bütünleşme iradesini gösterecektir. Onun için ben Saadettin El Osmani kardeşimizi tebrik ediyorum, ilk ziyaretini Cezayir’e yaptı. Ve 1994’ten beri Fas’tan Cezayir’e yapılan ilk Dışişleri Bakanı ziyaretiydi. Biliyorsunuz Fas’la Cezayir arasındaki bazı diplomatik sıkıntıları.

İşte yeni Fas bu; aynen bizim komşularla ilişkilerimizi tanzim etmek, yeniden düzenleme iradesi ve problemleri aşma iradesi, sıfır problem ilişkisine geçiş gibi, Cezayir’e yapılan o ziyaret yeni bir köprü oluşturdu. Bir müddet sonra bütün Kuzey Afrika tek tek ülkeler birbirlerine saygı göstermekle birlikte ortak medeniyetimizin mağrip ekseni olarak bütünleşecek. Ve Mezopotamya’sıyla, Maveraünnehir ile; ki o Maveranünnehir’in şeyi olan Afganistan’da, o havzada bulunan Kabil’de şehit düşen 12 askerimizi de buradan selamlıyorum. Onların oradaki mevcudiyeti ve şahadeti bizim tarihi derinliğimizin ve bu kardeş halklara sahip çıkmamızın bir işaretidir. Bu coğrafya artık sahip olduğu o büyük birikimi tarih sahnesine tekrar taşıyacak insan unsuruna sahip.

Hep beraber bu bölgeyi inşa edeceğiz. Artık etnik çatışmalarla, mezhep çatışmalarıyla, iç savaşlarla anılan bir bölge olmaktan çıkacağız. Ekonomik rasyonaliteyle, halka hesap veren demokratik sistemlerle, yolsuzluklara karış ahlaki inşa faaliyetiyle yeni bir dönem başlayacak. Bunlar çok ideal gelebilir kulaklara. Geçen sene eğer denseydi ki tam da bu aylarda, önümüzdeki 1 yıl içinde Tunus’ta halk iradesiyle gelmiş bir hükümet kurulacak, Fas çok barışçıl bir şeyle çok ileri aşamada serbest seçimleri yapıp, anayasasını kabul edip yeni bir dönem başlatacak, yeni bir Fas’ın işaretleri başlayacak, Libya’da büyük bir dönüşüm olacak, Mısır’da serbest seçimler olacak deseydik, herhalde bir sene içine bunlar sığmaz denilebilirdi Orta Doğu’nun o statik yapısını bilenler; ama sığdı. Çünkü doğru yolda, doğru istikamette yürüyen insanlar bunu birlikte inşa ettiler. Şimdi de aynı idealler etrafında ve vizyon etrafında yolumuza devam edeceğiz ve burada da Türkiye her zaman Fas’ın yanında yer alacak. Bu bizim stratejik kararımızdır. Kuzey Afrika’daki seçimle iş başına gelmiş hükümetlerin başarısı Türkiye’nin başarısıdır, onların karşılaşacağı zorluklar ve başarısızlık bizim başarısızlığımızdır. Onların bu başarıyı inşa etmeleri için elimizdeki imkan neyse, kendi ülkemize hizmet ediyormuş gibi buradaki kardeşlerimizle omuz omuza bu geçiş dönemi, bu yeni inşa dönemini başarıyla gelişmesi için çalışacağız. Bu bizim taahhüdümüzdür, stratejik kararımızdır. Ve aynı stratejik kararlılığı Fas’tan görmüş olmak da bana büyük onur veriyor. Bu sebepledir ki, Saadettin El Osmani ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı ve o ortak geleneğimizi paylaşma şerifini bize verdi. Ben tekrar ziyareti için teşekkür ediyorum.

Bu ortak bölgesel vizyonu hep birlikte gerçekleştireceğimiz inancıyla hepinizle saygıyla selamlıyorum.