Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Şehitlerini Anma Töreni'nde yaptığı konuşma
Aziz şehitlerimizin muhterem yakınları,
Sayın Bakanım,
Çok değerli mesai arkadaşlarım,
Değerli katılımcılar.
Bugün 18 Mart. Her yıl olduğu gibi bu aziz vatan için dünyanın değişik yerlerinde şehit düşmüş şehitlerimizin huzurundayız. Bir milletin tarihe koyduğu ağırlığın ölçüsü dünyanın değişik coğrafyalarında toprağa verdiği şehitlerdir. Aziz milletimizin dünyanın hemen hemen bütün coğrafyalarında tarihe hak, adalet, barış, huzur adına ne kadar büyük katkıda bulunduğunun belki de en çarpıcı, en doğrudan göstergesi de bu topraklara verdiğimiz şehitler ve bugün o topraklarda sahip olduğumuz şehitliklerdir. Büyükelçilerimiz çok iyi bilirler: Ne zaman yurtdışı seyahatine çıksam hiçbir zaman değişmeyecek olan ilk talimatım, eğer orada tek bir şehidimiz varsa mutlaka programıma o şehidi ziyaretle başlamak ya da mutlaka o şehidi bir şekilde ziyaret etmektir. Geçtiğimiz günlerde Myanmar’a ilk büyükelçilik açılışı için Büyükelçimiz gitmeden önce benden talimatımı sorduğunda Arakan’da, Myanmar’ın Arakan bölgesinde İngilizlere esir düştükten sonra orada şehit düşen şehitlerimizin mezarları olduğunu, öncelikle o mezarların tamir etmelerini, oradaki şehitliği güzel bir şehitlik olarak tanzim etmelerini ve ilk olarak Büyükelçilik binasını açmadan önce o şehitlerimizin aziz ruhundan ruhsat ve izin almasını istedim.
Myanmar’dan Bosna’ya, Bükreş’ten Kore’ye, Bakü’den Çanakkale’ye, Yemen’e kadar. Bütün bu topraklarda şehitliklerimiz var. Bu topraklarda şehit düşen o aziz şehitlerimiz bize hep şu mesajı verirler: "Tarih boyu bu milletin başı dik olmuştur. Bizler sizin gibi bizden sonra gelen nesiller için, o nesillerin başının dik olması, o milletin vakur bir şekilde tarihte yerini alması için bu diyarlarda toprağa düştük. Şimdi sizlerin bu emaneti yüceltme göreviniz var". Bu emaneti yüceltmek için dışişleri camiamız da çok şehit verdi. 27 Ocak 1973’te Mehmet Baydar, Bahadır Demir ile başlayan bu şehitlerimiz 28 ayrı terörist saldırısında 42 sayısına ulaştı. 2004 yılına kadar da şehit verdik. Onların huzurlarında saygıyla, minnetle eğiliyor, onları rahmetle anıyorum. Hala şehitlerimiz dünyanın değişik yerlerinde yüreğimizi yakan kaderlerini yaşıyorlar. Geçtiğimiz günlerde de Afganistan’da 12 askerimiz, subayımız şehit oldu ve yine bir şekilde dışişleri camiasını da ilgilendirdiği için söylüyorum, bu şehitlerimizden birisi de Tahsin Barutçu’ydu. Ablası Feyza Barutçu da Lübnan’da büyükelçiliğimizde görevli. Ben aileyle görüştüm. Babası da, Tahsin kardeşimizin babası da Afganistan’a giden ilk birliklerdeki albaylarımızdan birisi idi.
Gördüğünüz gibi babadan oğula, abladan kardeşe bütün bu başkentlerde, bütün bu coğrafyalarda bayrağımızı yüceltmenin mücadelesini veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Bunu bir şekilde ifade etmeden de geçemeyeceğim. Afganistan’da yürütmekte olduğumuz misyon bizim tarihi kardeşlerimiz olan ve ebediyete kadar kardeşlerimiz olacak Afgan halkı ile ilgili bir misyondur. Biz Afgan halkını hiçbir zaman kaderine terk etmedik ve hiçbir zaman da terk etmeyeceğiz. Anadolu işgal altındayken ve milli mücadeleye hazırlanırken tek bir subaya, tek bir askere ihtiyaç hissederken Gazi Mustafa Kemal Aralık 1920’de Mareşal Fevzi Çakmak’a şu talimatı verir: “Afgan ordusunu tensik için bir heyeti zabıtanın, subaylar heyetinin, izamını ehem ve elzem görmekteyiz.” Anadolu işgal altındadır. Yokluk içindedir. Tek bir insana, tek bir askere ihtiyaç hissedilmektedir ama bu mücadelenin lideri Gazi Mustafa Kemal o ordunun komutanlarına daha sonra da vasıflarını sıralayarak en seçkin subaylarınızı Afganistan’a gönderin der. Niye? Bu hem bir tarih bilincinin, hem de geleceği okuyan stratejik bir bakışın eseridir. Kendisini sadece savunmakla sorumlu olduğu topraklara hapseden milletler ve insanlığın kaderiyle ilgilenmeyen kardeş toplulukların kaderiyle ilgilenmeyen milletler kendi sınırlarını da koruyamazlar.
Dün ben Konya’daydım. Hepimizin manevi olarak büyük saygı duyduğu Mevlana Cemalettin Rumi bir Anadolu toprağında hayatını yaşayan, büyük eserler veren ve bizlere bugün de ışık tutan Mevlana Celalettin Rumi Belh doğumluydu, Afganistan doğumluydu. Orada şehit düşen askerlerimizi ben rahmetle anıyorum. Her Afganistan ziyaretinde de Kabil Bolge Komutanlığını ziyaret etmişimdir. Afgan ordusunu o gün Gazi Mustafa Kemal’in emrine bugün uyarak tanzim etmekle görevli olan subaylarımızı, Afgan ordusunu eğitirken bizzat ziyaret etmişimdir. Afganlı kardeşlerimizin hangi etnik kökenden olurlarsa olsunlar Türk subaylarına nasıl baktıklarını bilirim. Afgan halkının nasıl baktıgini bilirim. Bizim bayrağımızı gördüğünde yüreği kıpır kıpır olan o Afgan halkının kaderine terk edilmeyeceğini de biliriz. Onun için bu büyük mücadelede şehit düşen bu büyük askerlerimizin, subaylarımızı, hepsi aslında bu aziz milletin kardeş bir halkın kaderiyle nasıl ilgilendiğini, kardeş coğrafyalarda barış ve huzur için nelere katlanmayı göze alabileceğini bir kere daha göstermiş oldukları için minnetle anıyor, rahmet diliyorum. Bundan sonra da bu büyük yürüyüş devam edecek. Ayyıldızlı bayrağı dünyanın her yerinde onurla taşıyabilmek için, ülkemizin bekası için, devletimize ve milletimize hiçbir zaman zeval gelmemesi için gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.
Burada aziz şehitlerimizin ruhlarına sesleniyorum. Bıraktığınız emaneti sizin bıraktığınız yerden daha ileri mevkilere taşıyabilmek için gece gündüz çalışmaya kararlıyız. Dışişleri camiası olarak çok şehit verdik. Sidney’den Bosna’ya, Lizbon’dan Atina’ya birçok başşehirde bu onurlu görevi yürüten büyükelçilerimiz, başkonsoloslarımız, dışişleri camiamızın mensupları olarak, şehitler verdik. İnşallah böyle bir acıyı bir daha yaşamayız. Ama bir fedakarlık üstlenmek gerektiğinde canımız da dahil her şeyimizi feda etmemiz gerektiğinde bir an bile tereddüt etmeyiz. Dışişleri camiasi olarak tarihe yön vermiş bu aziz milleti temsil etmekten büyük onur duyuyoruz. Bu onuru ebediyete kadar da taşımaya kararlıyız. Dışişleri geleneği, hariciye geleneğimiz, köklü bir geçmişe sahiptir ve nesilden nesile aktarılarak bir usta çırak ilişkisinde geleceğe taşınan bir meslektir. Bu ilişkide ustaların çıraklara belki de ilk öğretmesi gereken şey ilk şehitlerimizden bu yana hep bu milleti temsil ederken hiçbir zaaf göstermemek ve o şehitlerin Mehmet Baydar, Bahadır Demir’le başlayan şehitlerin aziz hatırasına sahip çıkmak olacaktır.
Burada aziz şehitlerimizin yakınlarına da bir kez daha huzurlarında bulunduğumuz dışişleri camiası olarak söz veriyoruz. Sizin yakınlarınız olan şehitler bizim de şehitlerimizdir, bizim de yakınlarımızdır. Onların emanetine sahip çıkacağız. En ileri noktalara bu emaneti taşıyacağız. Allah bize bir daha böyle acılar göstermesin. Allah bu millete ve bu devlete zeval vermesin. Bir milletin, devletin kudret ve şefkat eli birlikte işlediği zaman, birlikte yürüdüğü zaman geleceği parlak olabilir. Şefkat elimizi de dost ve kardeş toplulukların üzerinden eksik etmeyeceğiz. Somali’de, Afganistan’da, Kosova’da, Bosna’da olduğu gibi kudret elimizle de her zaman bu toprakları savunmaya kudretli bir şekilde bu coğrafyalarda var olmaya devam edeceğiz. Allah şehitlerimize rahmet eylesin. Onların aziz emanetini taşıma gücünü, kudretini de bizim zayıf omuzlarımızdan eksik eylemesin. Allah rahmet eylesin.