Ahmet Davutoğlu'nun 2 Ekim 2011 tarihli Akmescit'te Cengiz Dağcı'nın cenaze töreninde yaptığı konuşma
Kırım Milli Meclisi Başkanımız Mustafa Agamız, kardaşlarımız, bacılarımız, balalarımız, vatandaşlarımız
Hepinizi selamların en güzeliyle, Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Biraz önce de zikredildiği gibi bu bir vuslat günüdür. Bu bir şeb-i aruzdur. Gönlü vatan aşkı ile yanan bir insanın vatanına kavuşmasıdır. Dışişleri Bakanı olarak birçok görevlerde ifa ettim; ama belki de bugün en anlamlı görevimi ifa ediyorum. Konuşmacılar biraz önce bu konuda bizim katkılarımızı ifade ettiler. Hayır bu katkılar bizim için bir vazifedir. Ve sadece benim değil, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütün Hükümet üyelerimizin, aslında 74 milyon Türk kardeşinizin üzerine vacip olan bir görevdi; yerine getirildi. Ve onların da selamlarını size iletiyorum.
Aslında bir teşekkür borcu varsa, önce bu borç muhterem Cengiz Dağcı’ya bizim borcumuzdur. Eğer bir teşekkür borcumuz varsa onun son mülakatlarından birinde söylediği gibi “Biz kahraman değiliz. Kahraman olanlar, on yıllarca sonra vatanlarına dönüp çadırlarda bataklıklarda yaşayarak tekrar o vatanı, o mukaddes toprağı vatan edinenlerdir” diyerek sizlere teşekkür ediyordu Cengiz Dağcı. Mustafa Agamıza teşekkür ediyordu. Bütün Kırımlı kardeşlerimize, yiğit onurlu kardeşlerimize teşekkür ediyordu. Dolayısıyla teşekkür için bir sıralama yapılacak olursa, biz en sonda geliriz en önde değil. Biz sizlere teşekkür borçluyuz.
Bu vefat haberini ben BM Genel Kurulu’nda çok özel bir yerde aldım. Kırgızistan resepsiyonunda Kırgız Cumhurbaşkanı Roza Otunbayeva ile konuşurken cep telefonuma bir mesaj geldi: “Sayın Cengiz Dağcı vefat etti. Gurbet diyarda gömülecek. Acaba bir şey yapabilir miyiz?” diyen bir dost mesajıydı. Liseden arkadaşım olan, bugün de aramızda bulunan Kırımlı Fikri Kancal’ın mesajı. Ona da teşekkür borçluyum. Bir anda iki Cengiz zihnimde birleşti: Cengiz Aytmatov, Cengiz Dağcı. İki büyük edebiyat devi. Bana Cengiz Dağcı’nın haberi Cengiz Aytmatov’unun vatanının milli gününde ulaştı. Bir anda zihnimde ortaokul-lise çağlarımda okuduğum romanları geçti. “Onlar da insandı”, “O topraklar bizimdi”, “Yurdunu kaybeden adam”, “Korkunç yıllar”. Biz onları ortaokul çağlarında okumuştuk. Çilingirin oğlu Selim’in hikayesini, Sadık Turan’ın hikayesini, aslında Cengiz Dağcı’nın hikayesini okumuştuk. Ve o zaman 70’li yıllarda bunları okurken bir gün kara bir haber bize ulaştığında ki o haberin sonra doğru olmadığı ortaya çıktı; Sayın Mustafa Cemiloğlu’nun şehadet haberi. Hepimiz ruhumuzdan bir şeyler koptuğunu, hiç görmediğimiz bir diyarı sahiplenen bu insanların, Cengiz Dağcı’nın, Mustafa Cemiloğlu Kırımoğlu’nun, o insanların macerasının o insanların kahramanlıklarının aslında bizim üzerimizde bir borç oluşturduğunu o günlerden bilirdik. O gün dualar ettik. Mustafa Cemiloğlu sağ olsun diye. 79 senesi. O haberi o gün yaşayanlar hatırlarlar. O gün sokaklara döküldük. “Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu yaşasın ve hürriyetine kavuşsun” diye. O zaman Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu esirdi. Cengiz Dağcı ise görünüşte hürdü. Ama o da bir başka esareti Londra’da yaşıyordu. Şimdi bu iki büyük şahsiyet burada buluştu. Birisi vatanına dönmenin, ama mutlaka bu dönüşün ruhi bilinci içinde, şu anda önümüzde tabut içinde; ama eminim bütün bu yaşadıklarımıza şahit olarak da diğer her zaman olduğu gibi vakur, ayakta, dimdik karşımızda bütün Kırım’ın onurunu temsil ediyor. Biz bunu size borçluyuz. Onlarla biz bu kahraman insanlarla bir toprağın nasıl vatan olduğunu öğrendik. Onlarla bir dilin nasıl kazanıldığını öğrendik.
Cengiz Dağcı’nın bütün romanlarından ben üç şeyi, üç özdeşleşmeyi aslında hepsini hatırda tutmuşumdur. Bir; Cengiz Dağcı vatan ile anayı özdeşleştirir. Anasını anlatırken vatanı, vatanı anlatırken anasını anlatır. Onun için de eğer bir milletin çocuklarına o kültürü o dili aktaran anaları varsa, o millet nereye sürülürse sürülsün ayakta kalır. İkincisi; Cengiz Dağcı vatan ile dili özdeşleştirir. Eğer bir millet diline sahip çıkmışsa, dilini yaşatmışsa, diliyle ait olduğu kültürü, inancı aktarma kabiliyetini sürdürüyorsa esir edilemez, yok edilemez. Uzak diyarlara sürülse de, her an o dilini kullandıkça vatanının havasını teneffüs eder. Yalıboyu’nun Türkçesini kullanır ve İstanbul Türkçesi ile karşılaştığında da bakar ki arada çok küçük farklar var. İşte Cengiz Dağcı bunu yaşadı. Ve üçüncüsü; özgürlük ile vatan. Cengiz Dağcı uzun esaret yılları boyunca hep vatanından uzakta kaldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında esaret altındaydı, Alman esareti; daha sonra İngiltere’ye gitti. İngiltere’ye gidişiyle birlikte özgür olduğunu da hissetti. Ama yine yurdunu kaybeden adamda Sadık Turan’ın ağzından aslında bize de o mesajı verdi: “Özgür olabilirsin dünyanın bir yerinde ama vatanınızda değilseniz fiziken özgür olsanız bile ruhen esaret altında gibi hissedersiniz kendinizi”. Bugün gerçekten bir şeb-i arus; bugün bir vuslat. Çünkü, Cengiz Dağcı anasına kavuştu. Cengiz Dağcı ata toprağına kavuşuyor. Cengiz Dağcı dilini yaşatan Kırımlı kardeşlerine kavuşuyor, ve o Kırımlı kardeşlerinin, kaderini kendi kaderi olarak gördüğü Kırımlı kardeşlerinin kucağında bir emanet olarak, her an onların fatihalarına nazır olarak bekleyerek bu topraklarda ebediyete kadar yaşayacak. Ve Cengiz Dağcı anasına, diline kavuştuğu gibi dilini kullanan kardeşlerine kavuştuğu gibi, vatanına da kavuşarak bugün gerçek özgürlüğü yaşıyor. Belki ruhen bedenden ayrılmış olmanın dolayısıyla tabiri caizse ontolojik varoluş bitmiş gibi görünse de aslında manevi varoluşu bugün başlıyor. Biz onun zihni varoluşunu her zaman hissettik, manevi varoluşunu da hissetmeye devam edeceğiz. Onun için bu mesaj geldiğinde önce zihnimden şu geçti: “Hayır, Cengiz Dağcı’nın bu esareti artık ebediyen bitmelidir. Ne zaman biter ne zaman bu esaret biter. Ancak, Cengiz Dağcı’nın o mübarek naaşı, bedeni Kırım toprağıyla buluştuğu zaman.” Gerekli temaslarda bulunuldu. Sayın Başbakanımızla, Kültür Bakanımızla, bütün ilgili arkadaşlarla görüşüldü. Londra Büyükelçiliğimize, Kiev Büyükelçiliğimize talimatlar verildi: “Ve ne gerekiyorsa yapılsın, ama Cengiz Dağcı’nın esareti ebediyen bitsin. Aslında onun esareti ile birlikte Kırım’ın esareti bitsin. Bir beden bir toprağa kavuşurken bir halkta o toprakta ebediyen yaşayacağını hissetsin.” Talimatımız buydu. O talimat yerine getirildi.
Bunun için katkıda bulunan herkese teşekkür ediyorum. Özellikle de Ukrayna devletine. Cumhurbaşkanı Sayın Yanukovich’e, Dışişleri Bakanı değerli dostum, ki New York’ta sırf bu mesele için başbaşa geldik konuştuk, Sayın Kostyantyn Gryshchenko’ya. Sayın Kırım Özerk Yönetim Başbakan Vekili Burlakov’a, bize eşlik eden değerli Bakan’a, yanımdaki Gyorgi Bey’e huzurlarınızda teşekkür ediyorum . Bu aynı zamanda Karadeniz’in iki yakasının buluşmasıdır. Ebediyen dost kalacak olan Türkiye ile Ukrayna’nın buluşmasıdır. Kırım ile Anadolu sahillerinin buluşmasıdır. Cengiz Dağcı hayatı boyu hizmet ettiği gibi aslında vefatıyla da tarihe bir çizgi çekti. İnsanlar vardır, ait oldukları milletin bütün serüvenini bütün kahramanlığını özetlerini yansıtırlar. Cengiz Dağcı romanlarında bunu yansıttı. Şimdi de vefatıyla aslında bir kez daha kahraman Kırım Tatar milletinin o güzel hasletlerini bize hatırlattı. Kendisini rahmetle anıyoruz. Ebediyen emanetine sahip çıkacağız. Emaneti olan ana topraklarına, emaneti olan güzel Türkçemize sahip çıkacağız. Emaneti olan özgürlüğümüzü her zaman her yerde muhafaza edeceğiz. Bunun için bu gök bayrakla birlikte Cengiz Dağcı’yı da hep bir sembol olarak zihnimizde gönlümüzde yaşatacağız. Ruhun şad olsun büyük insan. Allah mekanını cennet eylesin.