Ahmet Davutoğlu'nun 25 Nisan 2011 tarihli Çanakkale Savaşları'nın 96. yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşma
Değerli Konuklar, Saygıdeğer Katılımcılar,
Bugün burada, tarihin en epik destanlarından Çanakkale Savaşlarının 96. yıldönümü vesilesiyle toplanmış bulunuyoruz. Öncelikle, bu özel günümüzde aramızda olan ve ortak tarihimizin bu müstesna sayfasını bizimle paylaşan başta Avustralya ve Yeni Zelanda’dan olmak üzere tüm konuklarımıza hoşgeldiniz diyor, sizleri en içten dileklerimle selamlıyorum.
Değerli Misafirler,
Savaşlar esasen doğaları itibariyle ülkeleri ve insanları birbirine yakınlaştıran olgular değildir. Ancak 96 yıl önce Çanakkale Savaşları sırasında yaşananlar ve insanlık tarihine bir kahramanlık abidesi olarak kazınan o asil mücadele, burada evlatlarını kaybetmiş ülkeler arasında hüzünlü ancak bir o kadar da samimi ve sarsılmaz bir bağ oluşturmuştur. Dedelerimizi bizden alan ve şehadet mertebesinde ebediyete kavuşturan bu savaş, dünyanın coğrafi açıdan en uzak ülkelerini, Türkiye ile Avustralya ve Yeni Zelanda halklarını birbirlerine adeta ruhen kenetlemiş ve günümüze kadar uzanan güçlü bir dostluğun temellerini atmıştır.
Nitekim yaklaşık bir asır sonra halen kitaplara, belgesellere ve filmlere konu olabilmesi ve katılan her ülkede olumlu duygularla anılması, Çanakkale’de yaşananların klasik bir çatışmanın çok ötesinde farklı anlamlar içerdiğini, insanların zihinlerine ve kalplerine en derin şekilde işlediğini ve tarih kitaplarının yansıtamayacağı derecede özel bir nitelik taşıdığını göstermektedir.
Saygıdeğer konuklar,
Bizim açımızdan Çanakkale, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yürek atışlarının duyulduğu yerdir. Nitekim olabilecek en zor şartlarda dahi umudunu kaybetmeyen ve vatanını savunmak uğruna canını feda etmekten çekinmeyen genç yüreklerin cesareti ve kararlılığı sayesindedir ki, modern Türkiye Cumhuriyeti bir felaketin külleri arasından, anka kuşu misali yeniden ve daha güçlü şekilde doğabilmiştir.
Gerçekten de Çanakkale’de, Adana’dan Samsun’a, Edirne’den Erzincan’a, Yozgat’tan Kars’a ve hatta Makedonya’dan Irak’a kadar yurdun dört bir yanından gelen gençler insanüstü bir mücadele sergilemişler ve kelimelerin anlatmaya kifayet etmediği bir destanı tarihe altın harflerle işlemişlerdir. Biz bu destanı Kınalı Kuzu destanı olarak da biliriz. Zira anacıkları canlarından çok sevdikleri çocuklarını, o körpecik delikanlıları cepheye gönderirken Allaha kurban edilen kuzular gibi kınalayıp da uğurlamışlardır. İşte Türk genci bu inanç ve saflıkla “Çanakkale Geçilmez” sözünü dağlara ovalara kazımış ve bugün dahi hepimizin vatan sevgisine meşale olmuştur.
Çanakkale aynı zamanda Türk ulusunun, doktoruyla mühendisiyle çiftçisiyle memuruyla ve hatta öğrencileriyle bir neslin en parlak temsilcilerini yitirdiği bir yer olmuştur. Ancak, geride kalanlar ve sonraki kuşaklar, şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bu topraklar üzerinde onların fedakarlıklarına layık bir gelecek inşa etmek için canla başla çalışmışlar ve bugünün güçlü Türkiye’sini kurmuşlardır.
Şairin dediği gibi “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” İşte biz de bu anlayışla, bu vatanı bizlere armağan eden sadece Çanakkale şehitlerimizi değil, bu yurt uğruna canını feda eden tüm şehitlerimizi unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu vesileyle onların aziz hatırası önünde bir kez daha eğiliyor ve kendilerine Allah’tan rahmet diliyoruz.
Değerli Konuklar,
Bugün burada, 96 yıl önce, vatanını korumak için her şeyi göze alan bir millet ile tanımadıkları toprakları işgal etmekle görevlendirilen uzak diyarların çocukları arasında yaşanan kanlı bir savaşı anmıyoruz. Bugün, savaşın karanlık ve acı verici yüzünü bize en açık şekilde gösteren bu mücadeleden çıkardığımız dersleri hatırlamak için buradayız.
Nitekim, Çanakkale ve devamındaki Kurtuluş Savaşı Türk insanına, kendisini savunma amacı dışındaki bütün savaşların bir cinayet olduğu fikrini aşılamıştır. Bu sebepledir ki genç Türkiye Cumhuriyeti “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi üzerine bina edilmiştir.
Yine bu sebepledir ki Türkiye 88 yıldır, dünyanın en istikrarsız bölgelerinden birinde bir istikrar adası olmuştur. Bugün, Türkiye’nin bölgesinde ve ötesinde sorunları çözme, işbirliğini artırma ve istikrar üretme çabasına dayanan yapıcı, çok boyutlu, vizyoner ve barışçı dış politikasının temelinde de işte bu ilke ve anlayış yatmaktadır.
Bugün ülkemiz, farklı kültürler arasında daha fazla diyalog ve işbirliği sağlanması, karşılıklı anlayışın geliştirilmesi, küreselleşme olgusunun bizi birbirimizden ayıran ve zayıflatan değil, daha fazla kaynaştıran ve güçlendiren bir karakter kazanması için uğraş veriyorsa, bu köklü tarihimizin bize sağladığı birikimin bir sonucudur. Bunlar arasında belki de en önemlisi Çanakkale’de bir yandan kıyasıya savaşırken, diğer yandan insanlığın temel değerlerini ve barışın anlam ve önemini bütün çıplaklığıyla görebilmemizdir.
Zira bilindiği üzere, Çanakkale savaşlarının nihai kaderini siperlerde göğüs göğüse çarpışarak verilen süngü muharebeleri tayin etmiştir. Bu uzun savaş ortamında birbirine karşı cephelerde yer alan gencecik delikanlılar arasında öylesine ilginç anılar yaşanmış, öylesine insancıl ilişkiler kurulmuştur ki, Mehmetçik, karşısındakini düşman bir devletin mekanik yansıması olarak değil, kendisi gibi korkuları, ümitleri, sevdaları ve hayalleri olan bir insan, bir kader ortağı olarak görmüştür.
İşte bu duygu ve düşünceler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ileride o gün savaştığı devletlerle kurduğu dostluğun ve işbirliğinin organik dokusunu oluşturmuş, Türk devletini ve insanını gerekmedikçe asla savaşmamaya, tüm enerjisini iç ve dış barışı sağlamak için harcamaya azmettirmiştir.
Bir başka deyişle bugün, dedelerimizin Çanakkale’de tüm imkansızlıklara rağmen sergilediği cesaret, azim ve asaletten ilham alarak, bize bırakılan emaneti daha parlak ve barışçı bir geleceğe taşıma kararlılığı ile çalışmaktayız. Zira Çanakkale’nin hikayesi aynı zamanda, Cumhuriyetin temelinde yatan insan faktörünün, geleceğe dönük umutların ve engin hoşgörünün mucizevi bir bütünleşmesini temsil etmektedir.
Türkiye’nin geldiği bu noktanın, Türküyle ve Anzakıyla, bu topraklarda şehit düşen tüm evlatlarımızın ruhuna huzur verdiğine ve kaybettikleri yaşamlarına anlam kazandırdığına samimiyetle inanıyorum.
Saygıdeğer Katılımcılar,
Çanakkale Savaşları Türk insanı için olduğu kadar, burada mücadele eden tüm milletler için de tarihlerinde müstesna bir yer tutmaktadır. Nitekim, özellikle Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte evlerinden binlerce kilometre uzaklara giderek esasen kendilerinin olmayan bir savaşı, gösterdikleri insanüstü mücadele ve kahramanlıklar sayesinde milletlerine mal eden Anzaklar için Çanakkale bir dönüm noktası olmuştur.
Savaş sırasında yazılan birçok mektup, tutulan anı defterleri ve sonrasında kaleme alınan düşünceler bize gösteriyor ki, Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere ile diğer kolonilerden gelerek sevdiklerini bir daha göremeyebilecekleri psikolojisi içinde mücadele eden bu gencecik insanlar, Çanakkale’de daha farklı bir anlayış kazanmış, dünyayı daha iyi tanımaya başlamıştır.
Böyle bir ortamda, farklı kültürlerine rağmen evrensel insani değerleri paylaştıklarını gördükleri ve hasmına karşı vatanını koruma saikinden başka en ufak bir kin duygusu beslemeyen Türk insanıyla kaynaşan genç Anzaklar, siyaset uğruna yapılan savaşların acımasız ve soğuk yüzünü kavramış, barış ve bağımsızlığın değerini daha iyi anlamış ve ülkelerinin siyasetine bu çerçevede yön vermeye başlamıştır.
Bu noktayı bir hatıratı aktararak açıklamak isterim. Mayıs 1915’te bulunduğumuz bölgedeki savaşlar siper savaşlarına dönüşmüş, siperler arasındaki mesafeler 8 metreye kadar düşmüştü. Siperler arasındaki yoğun çatışmaların devam ettiği bir anda, iki siper arasında yaralı yatan bir İngiliz subayı yardım istemekteydi, ancak uçuşan mermiler arasında kimse bu yaralı gence yardım edememekteydi.
En ufak hareketlenmenin bile ateşle karşılık bulduğu bu ortamda bir Türk askeri elinde beyaz bir bez parçasıyla siperinden çıkmış, İngiliz subayı kucaklayıp Anzak siperi önüne bırakarak yerine geri dönmüştür. Bu hareketin, Türklerin zalim insanlar oldukları ve kesinlikle esir düşmemeleri gerektiği yönünde sıkı sıkı tembihlenen Anzak askerlerini ne kadar şaşırttığını tahmin edebilirsiniz.
Esasında Çanakkale Savaşları, Türk ve Anzak askerlerinin birbirlerine bu şekilde yardım ettikleri, hayatını kaybedenlerin siperlerin gerisine birlikte taşındığı, verilen aralarda birbirlerine yiyecek ve sigaralarını attıkları, sularını paylaştıkları pek çok hatıraya ve başka hiçbir savaşta örneği görülmeyen hareketlere sahne olmuştur.
Bu ve buna benzer birçok tecrübe, Anzak gençlerine Çanakkale’de gerçekte nasıl bir halkla karşı karşıya olduklarını en çarpıcı şekilde göstermiştir. Nitekim biraz önce anlattığım olayı yaşayan ve daha sonra ülkesine dönen birçok Anzak genci hatıralarında, doğru dürüst teşekkür bile edemedikleri bu cesur ve asil Türk askerine duydukları derin sevgi ve saygıyı ifade etmiştir.
Çanakkale’de pek çok hayatın kaybedilmesi ile kazanılan bu derin saygı ve anlayış, savaşa katılan taraflar arasında bugüne dek uzanan sağlam dostluk köprüsünün de temelini oluşturmuştur.
Saygıdeğer Misafirler,
Bugün Çanakkale Savaşlarından aldığımız dersler sayesinde atalarımızın açtığı yolda karşılıklı saygı ve sevgi içinde yürüyor, acı bir savaşı birlikte anabiliyor ve birbirimizin yüzüne samimiyetle dostça bakabiliyoruz. Bunun insanın ruhuna dokunan çok değerli bir tecrübe olduğuna inanıyorum.
Bu anlayışı benimseyen Türk halkı da, savaşın en acı yüzünü kendisiyle birlikte yaşayan ve bu topraklarda şehit düşen Anzakları derin bir saygıyla bağrına basmış ve kendi evladı saymıştır.
Konuşmama son verirken, bu törenlerde belki yüzlerce defa okunmuş olan, ancak Türk halkının bu duygularına en güzel şekilde tercüman olan Atatürk’ün o eşsiz sözlerini tekrar etmek istiyorum. Zira, yüzlerce değil binlerce kez dinlesek, bize engin bir huzur ve gurur veren bu sözler anlamından en ufak bir şey yitirmemektedir. Şöyle demiştir Atatürk:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın bağrında bulunuyorsunuz. Huzur ve barış içinde uyuyun. Sizler Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını bu savaşa gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır... Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim çocuklarımız olmuşlardır...”
Her okuduğumda veya dinlediğimde gözlerime yaşların dolmasına engel olamadığım bu sözler, evlatlarımızın mezarlarına bırakılmış kır çiçekleridir. Size bırakacağım sessizlikte onların renklerini ve kokusunu hissedebilmeniz için konuşmamı burada bitiriyorum.
Bu vesileyle, uzak diyarlardan gelmiş bulunan tüm konuklarımızı ikinci vatanlarında bir kez daha en içten dileklerimle selamlıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.