Ahmet Davutoğlu'nun 24 Nisan 2011 tarihli Çanakkale Savaşları'nın 96. yıldönümü anma törenleri kapsamında 57. Piyade Alayı Şehitliği'nde yaptığı konuşma

Sayın Vali,
Değerli Konuklar,
Tarihe Saygı Projesinin Saygıdeğer Üyeleri,

Çanakkale Savaşlarının 96. Yıldönümünde, bu cennet vatan üzerinde bir ulus olarak barış içinde ve özgürce yaşamamızı mümkün kılan şehitlerimizin aziz hatırlarını yâd etmek üzere toplanmış bulunmaktayız.

Sadece Çanakkale’de can verenlerin değil tüm Türk şehitleri için adeta bir sembol hâline gelen 57. Piyade Alayı’nın o kahraman neferlerinin anısına yaraşır şekilde yenilenmiş olan Şehitliğimizin açılışında yurt içi ve yurtdışından gelen siz değerli konuklarımızla birlikte olmak benim için büyük bir onur kaynağıdır. Şehitliğin restorasyonunda emeği geçen herkese bu vesileyle bir kez daha teşekkür ederim.

Değerli konuklar,

Kahraman ecdadımız, gerektiğinde yaşatmak için ölmekten asla çekinmemiş, nitekim Balkan Harbiyle başlayan, Birinci Dünya Savaşı ile devam edip, Kurtuluş Mücadelemizle son bulan uzun savaş yıllarında Kafkasya’dan Yemen’e, Galiçya’dan Sina’ya kadar uzanan geniş bir alanda pek çok cephede mücadele etmiş, sayısız şehitler vermiştir.

Ancak, Türk’ün kaderinin ve tarihinin harmanlandığı en önemli mücadelelerden biri Gelibolu Yarımadasında verilmiş, Çanakkale Savaşları Türkler için vatan-millet sevgisinin timsali, Türklük onur ve bilincinin uyanışı, varoluş ve diriliş mücadelesinin sembolü olmuştur.

Gerçekten de Çanakkale Millî Mücadelenin ayak sesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin habercisidir. Millî Mücadeleye zaman ve zemin, yıllar süren savaşlardan bitkin düşen Türk milletine de özgüven ve Kuvâ-yi Millîye ruhu kazandırmıştır.

Çanakkale Savaşı sırasında Türk milleti bir yandan kanıyla canıyla kavrularak şehit düşerken, diğer yandan millî benliğiyle, şuuruyla, her karışının bedelini ödediği vatan toprakları üzerinde yeniden dirilmiş, azmi, sabrı ve cesaretiyle tarih sahnesindeki yerini almıştır.

Çanakkale Savaşları sırasında, öncesinde adı olmayan birçok yer, gönüllerimize ve zihinlerimize kazınan unutulmaz isimlere kavuşmuş, bir ulus olarak verilen bu epik mücadele neticesinde üzerinde yaşadığımız bu topraklar gerçek bir vatan özelliği kazanmıştır.

Bir başka deyişle, Gelibolu’da bundan yaklaşık yüz yıl önce, yüz binlerce insanımızın, neredeyse bir neslin, hayatları pahasına vatanını koruması ve bu yolda şehit düşmesi bizi biz yapan kilometre taşlarından biridir.

Bu itibarla, Çanakkale Savaşlarının tarihimizde ve ulusal dokumuzun oluşmasında ayrı ve ayrıcalıklı bir yeri vardır.

Saygıdeğer konuklar,

Bugün aziz hatıraları önünde, ebedi istirahatgâhlarında toplanmış bulunduğumuz 57. Piyade Alayı Çanakkale Savaşları sırasında Arıburnu’ndan Kanlısırt’a, Conkbayırı’ndan Anafartalar’a kadar sayısız çarpışmaya katılmış, disiplin ve kahramanlıklarıyla Savaşın kazanılmasında kritik bir rol oynamıştır.

Tarih sahnesine ilk önemli çıkışını Çanakkale Savaşları sırasında gösterdiği askerî deha ve sarsılmaz liderlik özellikleriyle yapan Ulu Önder Atatürk’ün Çanakkale’de askerlerine söylediği ve hepimizin kalben bildiği bir söz vardır:

“Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kâin olabilir.”

İşte bu unutulmaz emrin verildiği askerler 57. Alayın o kahraman neferleridir. Bu emri harfiyen yerine getiren 57. Alay, kara savaşının başladığı ilk gün olan 25 Nisan 1915 tarihinde, kendilerinden sayıca ve donanım olarak kat be kat üstün olan muhasımlarına karşı insanüstü bir mücadele vermiştir. Çanakkale Savaşlarına mâl olacak şekilde, çelik, metal ve zırha karşı naçiz vücutları ve inançları ile karşı koyarak göğüslerini siper etmiş ve savaşın kaderini değiştirmiştir.

Bugün onlardan gök kubbeye baki kalan bir hoş seda olsa da kahramanlıkları ve vatan sevgileriyle sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada örnek olmuşlardır. Öyle ki Anzaklar bir çarpışma sonrasında 57. Alayın sancağını muhafızının da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulmuşlar ve Türk askerinin son nefesine kadar sancağı düşürmeyen ve teslim etmeyen bu kahramanlığını nesilden nesile aktarmışlardır.

Esasen Çanakkale Savaşları 57. Alayın ilham verdiği bu tür pek çok kahramanlık öyküsü ile doludur. Nitekim komutanlarının şehit düşmesi sonrasında beraberindeki 67 askerle birlikte 2000 küsur askere karşı son nefesine kadar mücadele eden Yahya Çavuş ve onlar için yazılmış şu dizeleri hangimiz unutabilir:

“Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş’tular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman, tümen sanırdı bu şahane erleri
Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular…”

Peki kimdir bu isimsiz kahramanlar? Her geçen yıl gönüllerimizde daha da büyüyen ve anlam kazanan bu efsanenin baş aktörleri?

Burada mücadele veren askerlerimiz yurdun dört bir yanından gelmiş vatan evlatlarıdır.

Anaların emekle, özenle, zahmetle büyüttükleri evlatlar…

Kimi köyünden sapanını bırakıp gelmiş, kimi yeni bitirdiği mekteplerden doktor, öğretmen olarak çıkmış gençlerdir.

Kimi Balkan Savaşı gazisi, kimi Sarıkamış şehidimizin kardeşi, ama her biri vatana feda edilen kınalı yiğitlerdir.

Yorgun, uykusuz, yaralı bedenlerini kanlarının son damlasına kadar vatan için siper etmiş yiğitlerdir.

Nice silah arkadaşının toprağa düştüğünü görmüş, güçlü, sabırlı delikanlılardır.

Analarının kollarından vatan ananın bağrına atılan çevik, gözüpek kahramanlardır.

Vatanın bekası için harp etmiş, Allah’a ve bayrağa imanı, inancı sapasağlam delikanlılardır.

Demir gibi imanlarını millî duygularıyla perçinlemiş, yenilmez, yılmaz ruhlarıyla, kendinden emin duruşlarıyla, her şeyden öte, bir savaş alanında dahi sergilemeyi ihmal etmedikleri insanlıklarıyla iftihar kaynağı olmuşlardır.

Onlar düşmanın sayı ve cephane üstünlüğünden gözü yılmadan, yalnızca bedeniyle değil, ruhu ve aklını da katarak savaşmayı bilmiş Mehmetçiklerdir.

Parçalanmış postallarına, yırtık üniformalarına, yaralı bedenlerine rağmen tok gözleri, yüce gönülleriyle anlayış göstermeyi bilmişlerdir.

Her şeyden önce insan olan Mehmetçikler, aksi muameleye maruz kalsalar da, savaş şartları giderek ağırlaşsa da insaniyetlerini asla kaybetmemişlerdir.

Aylarca süren çatışmalarda, silahların sustuğu anlarda düşmanın siper önlerinden ölü ve yaralılarını toplamasına müsaade etmişler, gerektiğinde yaralı düşman esirleri sırtlarında taşımışlardır.

Mehmetçik cepheye koştuğunda içi yansa da ilk istediği su değil, savaşmak için cephane olmuştur. Buna karşılık, Türk siperinin yanı başındaki kaynaktan su tedarik etmek isteyen düşman askerini, düşmanını susuzluktan öldürmeyi kendine yakıştıramadığı için görmezden gelmeyi, bunu da zımni bir kural olarak uygulamayı bilmiş asil, saf ve temiz yüreklerdir.

Onlar esasen Türkiye’nin en duru fotoğrafı, damarlarımızdaki asil kanın sahibi atalarımızdır.

Yurdun dört bir yanından gelmiş, Türk’ü, Rum’u, Musevi’si, Arap’ı, Çerkez’i omuz omuza savaşmış, birlik ve beraberlik içinde mücadele etmişlerdir. Bu sayede Savaş’ı kazanmanın yanı sıra birlik içinde olursak başaramayacağımız hiçbir şey olmadığını halka göstermişlerdir.

Bu sayede halk bilinçlenmiş ve kenetlenmiştir. Millî duygu ve gurur yeşermiştir. Önce Millî Mücadeleye, ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolun taşları döşenebilmiştir.

Bu birliktelik, bizi daha da parlak bir geleceğe taşıyacak ve bir sonraki nesillere barış ve refah dolu bir Türkiye bırakmamızı sağlayacak en sağlam teminatımızdır.

Vatanı için dövüşen güçlü, kararlı, fedakâr askerlerimizin yüce gönülleri ve saf duyguları en güzel yansımasını cepheden analarına, bacılarına, sevdiklerine gönderdikleri mektuplarda bulmuştur. O mektuplara kocaman hasretlerini, derin aşklarını ve yüklenmiş gönüllerini koymuşlardır. Yarı aç yarı tok, bitap bir vaziyetteyken bile analarının, bacılarının yüreklerine su serpmek için hâllerinin iyi olduğunu kelam eden mektuplar yollamış, birçoğu da belki daha mektupları sevdiklerinin eline ulaşmadan yaralanmış, şehit düşmüştür.

Değerli Konuklar,

İşte şu anda üstünde durduğumuz topraklar kalbi böylesine büyük kahramanların yüzlerce gün boyunca kıyasıya savaştığı ve iki yüz binin üstünde şehit verdiği kutsal topraklardır.

Necmettin Halil Onan’ın o ölümsüz şiirinde ifadesini bulduğu üzere, bir vatanın kalbinin attığı, istiklal ve namus uğruna can veren Mehmetlerin, Yahyaların yattığı yerdir. Bir harbin sonunda bütün milletin hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Ya da Mehmet Akif’in deyişiyle tarihe sığmayacak aslan neferlerin bu topraklar için toprağa düştüğü yerdir.

Bu nedenle, şehitlerimizi ebedi istirahatgâhları önünde bir kez daha anıyor olmak ve bunu zamanında karşı cephelerde yer aldığımız ulusların temsilcileriyle birlikte yapabilmek benim için büyük bir mutluluk ve kıvanç kaynağıdır.

Gerçekten de Çanakkale Savaşlarını, diğer pek çok savaştan ayıran birçok özelliği vardır. Ancak bunlar arasında en benzersiz olanı şüphesiz o zamanki savaşın taraflarını bugün dostluğun tarafı olarak bir araya getirebilmesidir.

Sabahki törende Çanakkale Savaşlarının bu boyutuna fazlasıyla yer verdiğimiz için burada tekrar uzun uzun değinmeyeceğim. Ancak, kısa bir hikâyeyle, Çanakkale Savaşlarının karşı cephelerde de yer alsa savaşan taraflar arasında ne kadar büyük bir saygı ve hayranlık uyandırdığını vurgulamak istiyorum.

Çanakkale Savaşlarında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Gouraud, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:

"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam, savaş sahasında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:

- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?

Mecalsiz hâldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:

- Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhâlde annesi olacaktı. Benimse kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün.

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaranın yanaklarımdan sızan yaşları dondurduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler..."

Değerli konuklar,

Şehitlerimizin yurt sevgisi ve sarsılmaz bir iradeyle, cesur ve kahramanca verdikleri mücadeleyi, cumhuriyetimizin temellerine canları ile kattıkları harcı unutmadık ve unutmayacağız.

Onlara şükran borcumuzu ifade etmek için kelimeler yetmese de bugün şehitlerimizin ruhunu şad etmek için bizlere düşen, aziz hatırları önünde saygıyla eğilmenin yanı sıra, uğruna canlarını verdikleri bu vatanı dünyanın en ileri ülkelerinden biri hâline getirmektir.

Bu itibarla, bizler için bugün mücadelenin mahiyeti değişmiştir. Artık belki cephelerde elimizde silah savaşmamız gerekmiyor ama günlük hayatın pek çok alanında, farklı farklı konularda vatanımızın bekası ve daha ileri götürülmesi için sayısız mücadeleler vermek durumundayız.

Öncelikle vatan topraklarında her bir vatandaşımızın özgürlüklerinin pekiştirilmesi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi için mesai harcamamız gerekiyor.

Aynı şekilde, dünyanın değişik yerlerinde başta vatanımızın ve vatandaşlarımızın çıkarları için olmak üzere, canla başla çalışmamız gerekiyor.

Nitekim bizler de bugün şehitlerimizin hatıralarına ve ülkemiz için yaptıklarına yakışır bir gelecek inşa etme yönünde kararlılıkla çalışmaya devam ediyoruz.

Dış politikamızın temel şiarı olarak benimsediğimiz Ulu Önder Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” deyişi doğrultusunda daima barış ve istikrarın alabildiğine geniş şekilde ve küresel ölçekte tesis edilmesi için çaba sarf ediyoruz.

On yıllarca süren savaşlarda yüz binlerce vatan evladını şehit vermiş bir milletin mensubu olarak barışın değerini çok iyi biliyor ve tek bir insanın bile kılına zarar gelmemesi için gayret gösteriyoruz.

Tarihimizden edindiğimiz tecrübeler ışığında, barış ve işbirliğine dayalı bir dünya düzeninin oluşması için çalışıyor, bu amaç doğrultusunda vizyoner bir yaklaşım içinde hareket ediyoruz.

Başta komşularımız olmak üzere, hangi ülkeyle olursa olsun sorunlarımızı geride bırakma, yapıcı bir karşılıklı bağımlılık oluşturarak müşterek refaha katkıda bulunma, ortak çözümler üretme ve bunları hayata geçirme yönünde adımlar atıyoruz.

Bu çerçevede, kin ve nefreti ortadan kaldırmak, tarihten hınç ve düşmanlık yerine dostluk ve işbirliği çıkarmak, ortak geçmişimizi ortak bir geleceğin temel taşı hâline getirmek için uğraşıyoruz.

Saygıdeğer Katılımcılar,

Türk milleti, tarih boyunca barış içinde var olma mücadelesini hep başarıyla ve alnının akıyla vermesini bilmiştir.

İşte bu nedenle, ülkemizi daha iyi yerlere getirme çabamızda bize ilham ve güç vermeye devam eden onurlu tarihimizi gelecek nesillere aktarmaya devam edeceğiz.

Zira, geçmişini bilmeyen hiçbir ulus geleceğini kuramaz.

Şehitlerimiz bu şanlı tarihimizin yazılmasında en büyük paya sahiptirler.

Bu vatan onlar sayesinde bizlerin olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Onlar sayesindedir ki bugün Türkiye yolunda özgüvenle ilerlemektedir.

Şehitlerimizin yazdıkları destanları, vatan için verdiğimiz onurlu mücadelenin ve bağımsızlığa olan sarsılmaz inancımızın kıvanç verici abidesi olarak geleceğe taşımaya kararlıyız.

Onlardan aldığımız feyiz ile barış yolundaki çabalarımızı bundan sonra da aynı kararlılık ve azimle sürdüreceğiz.

İnanıyoruz ki, şehitlerimize ancak bu şekilde layık olabiliriz.

Bu duygularla Türkiye’ye hizmet ülküsü yolunda ebediyete intikal etmiş tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.