Ahmet Davutoğlu'nun 1 Eylül 2014 tarihli AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşma
Kongremiz sonrasındaki ilk Grup Toplantımızı hayırlara vesile olması dileğiyle bugün açıyoruz, hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Her yeni başlangıç heyecan vericidir, ama her yeni başlangıcın belki de en heyecan verici yönü, o başlangıcı birlikte gerçekleştiren yol arkadaşlarının ortak psikolojileridir. Bu anlamda AK Parti Grubu bir kahramanlar topluluğudur. Gerek şu anda aramızda bulunan Grup üyelerimiz, gerekse 13 vefat etmiş, diğerleri de değişik mevkilerde bulunan 731 geçmiş Grup üyemizin hepsi son 12 yıl içinde çok çetin mücadeleler içinden geçtiler, büyük ahlak sınavlarından test edildiler. Ve bugün eğer Türkiye 12 yıl sonra sağlıklı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yapabilmiş, Cumhurbaşkanlığı devir-teslimi yapabilmiş, son derece suhuletli ve sağlıklı bir Genel Başkan değişimini gerçekleştirebilmişse, bunun kahramanları AK Parti Grubu üyeleridir; hepinizi saygıyla, minnetle selamlıyorum.
Bizim Grubumuz… Gerçekten dünyanın her yerindeki mazlumların umudu, Türkiye’nin ortak vicdanını, aklını temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve onun bu anlamda merkezini oluşturan AK Parti Grubudur.
Tarihi süreçler, tarihi sınavları beraberinde getirirler. Bugün 1 Eylül, iki özel anlamı olan günü birlikte yaşıyoruz. Bugün Uşak’ın kurtuluşun yıldönümü, bütün Uşaklılara kutlu olsun. Kurtuluşun komutanlığını yapan İzzetin Çalışlar Paşa’ya Allah rahmet eylesin. Aynı zamanda, Dünya Barış Günü.
Kongre konuşmasında da vurguladığım gibi, bir eşrefi mahlukat olarak yaratılmış olan insanoğlunun onuru 2 şeyle teminat altına alınır, iradesini teminat altına alacak 2 şeyle; özgürlük ve güvenlik. Bağımsızlığını kaybetmiş hiçbir insan topluluğu irade kullanamaz, aynı şekilde güvenlik sıkıntısı çeken, güvenlik şartları zorlaşan insanlar da özgürlüğün tadına varamazlar. Bu anlamda baktığımızda, aslında anlamlı bir günde Grup Toplantısı yapıyoruz, 1 Eylül Uşak’ın kurtuluşu, aynı zamanda İstiklal Harbimizin, bağımsızlık idealinin gerçekleşmesinin son aşamalarından biridir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müjdecisi olmuş bir olaydır, çünkü o gün Yunan komutan silahını teslim etmiştir Uşak’ta Tripokis. Ve barışın sağlanması açısından bir özel anlam taşıyan bir gün.
Dolayısıyla, insanlık onurunu temin, garanti, teminat altına alma bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstlendiği 2 önemli fonksiyon bugün bu özel günde Grubumuzla birlikte devreye girmiş oluyor ve Grubumuza özel bir anlam katmış oluyor.
Uşak’ın kurtuluşunu sağlayan o milli iradenin arkasında Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi grubu ve milletvekilleri vardı. Allah bize o Birinci Millet Meclisi’nin çalışma azmini, istiklal aşkını temsil etme gücü ve kudreti versin ve bir daha milletimize hangi şartlarda olursa olsun esaret tattırmasın, istiklalimizi daim eylesin. Bugün ve gelecekte bu istiklalin nihai tecessüm ettiği makam Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Ve gururla, iftiharla söylüyoruz ki, bugün itibarıyla da Türk istiklalinin en önemli garantisi AK Parti Grubunda tecelli etmiş olan milli iradedir, AK Parti bu anlamda istikbalimizin teminatıdır.
Yine AK Parti böyle özel bir günde, Dünya Barış Gününde hem iç barışın, hem bölgesel barışın, hem uluslararası barışın teminatıdır. İç barışın teminatıdır, çünkü 30 yıldır süren bir kardeşlik kavgasına son verme iradesini, mührünü AK Parti vurmuştur. Bundan sonra da nasıl Uşak’ın kurtuluşunda omuz omuza savaşanlar etnik ve mezhebi ayrımlarla ayrılmamışlarsa, hiçbir kudret bu milleti bir daha etnik ve mezhebi temelle bölme gücüne ulaşamayacaktır. Bu niyetle çalışanlar varsa, onların karşısına önce Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onunla birlikte AK Parti kadroları duracaktır. Biz istiklal bilincini tekrar ihya etmek için yola çıkmış bir kadroyuz ve bu istiklal bilincini Mehmet Akif Ersoy’un en güzel şekilde temsil ettiği, şiire döktüğü bu istiklal bilincini de korumaya kararlıyız.
Aynı şekilde sadece iç barışı değil, bölgesel barışı da bugün eğer savunan ve bunun için gereken her türlü adımı atmaya hazır olan ve atan bir ülke varsa, o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Ortadoğu bir ateş çemberi içindeyken, Balkanlar’da etnik birtakım gerilimler yaşanırken, Ukrayna’da, Karadeniz’in kuzeyinde sıcak bir savaş devam ederken, Kafkaslar’da her an kırılgan bir ateşkes sürerken, bu ateş çemberinin ortasında bir barış adası var. Bu barış adası eğer bugün bir barış adasıysa, bunda son 13 yıl içinde verdiğimiz mücadelenin ve AK Parti kadrolarının, başta AK Parti Grubu olmak üzere gösterdikleri gayretin temel bir katkısı var, kimse bunu unutmaz ve yok sayamaz. İnşallah bir gün nasıl Türkiye’de iç barış sağlanmışsa, çevre havzalarda da barış ve istikrarın sağlanması için, bütün bu kardeş halk ve toplulukların tarihte olduğu gibi aynı şehirlerde, aynı bölgelerde, aynı beldelerde etnik, mezhebi, dini ayrım gözetmeden yan yana yaşayabilmelerini sağlayacak bir barış ortamının sağlanması için ne gerekiyorsa yapacağız. Kim ne derse desin bu barış yolundan geri dönmeyeceğiz.
Ayrıca, uluslararası alanda da, Birleşmiş Milletler sistemi de dahil olmak üzere, Dünya Barış Günü vesilesiyle bir kez daha buradan vurgulamak istiyoruz ki, Türkiye uluslararası barışın da öncü ülkelerindendir, birçok mekanizmayla da buna katkı sağlamıştır.
Şimdi gerek özgürlüğün ve güvenliğin teminat altına alınması, gerek Türkiye’deki barış ortamının çevre bölgelerde de yaşanır kılınması, gerekse uluslararası sistemde gerçek bir istikrar ve barışın, adaletçi bir barışın sağlanması için, AK Parti Grubunun şimdi olduğu gibi bundan sonra da dimdik ayakta durması lazım. Heyecanını kaybetmeden, tarihten aldığı mirasla ilgili olarak hiçbir tereddüt taşımadan geleceğe yürümemiz lazım.
Ve aslında son 10 gün içinde yaşadıklarımız AK Parti hareketinin ne kadar sağlam temellere dayandığını bir kez daha gösterdi, bundan sonra da göstermeye devam edecek.
Eminim, ileride siyaset bilimciler son 10-15 gün içinde yaşananlara analiz ettiklerinde, tahlil ettiklerinde, ileride kanaat önderleri bugünlere baktıklarında, daha sonra bu sıralarda oturacak olan milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bugünleri tefekkür ettiklerinde, bu 15 günlük AK Parti kadrolarının ve özellikle de AK Parti Grubunun sergilemiş olduğu tutumu bir örnek tutum olarak tarihe geçireceklerdir.
Düşününüz, 2 büyük değişim yaşandı 15 gün içinde, Cumhurbaşkanlığı devir-teslimi yaşandı ve AK Parti içinde de Genel Başkan devir-teslimi, en ufak bir sarsıntı olmadan, en ufak bir gönül kırıklığı olmadan, en ufak bir tereddüt yaşanmadan bu süreç eğer aşılabilmişse, bunda başta Sayın Cumhurbaşkanımızın dirayetli yönetimi, AK Parti Grup Başkanı ve Başbakan olarak da burada sergilediği dirayetli yönetim, onun yanında da bütün kadrolarımızın sahip olduğu derin ahlaki irfan vardır.
Şimdi 10 Ağustos… Ve o İlahi iradeyi tecelli ettirecek duaları veren, eden millet bizden yanadır, o bizden yana oldukça hiçbir engel tanımayız.
10 Ağustos’ta tarihi bir devrim yaşadık, ilk defa bütün tarih boyunca milletimiz kendi cumhurbaşkanını doğrudan seçimle seçti. Birtakım oyunlar, komplolar, kumpaslar, değişik cenderelerin içinden geçerek bu büyük başarıya aziz milletimiz imza attı. İlk defa tarihi anlamda bu seçim doğrudan yapılırken, bir başka ilk daha yaşandı Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde, ilk defa aynı kadro içinden iki Cumhurbaşkanı birbirlerine bu yüce makamı büyük bir onurla ve uluslararası anlamda çok büyük bir katılımla gerçekleştirdiler. Daha önce hiçbir cumhurbaşkanlığı devri aynı çizgiden, aynı siyasi kadrolar arasından gelen iki cumhurbaşkanı arasında yapılmadı. Evet, Atatürk ve İnönü Cumhuriyet Halk Partisi’ndendi ama, Atatürk vefat ettikten sonra birçok çalkantıdan sonra İnönü Cumhurbaşkanlığına gelebildi. İlk defa Çankaya Köşkü onurla bir Cumhurbaşkanın diğer Cumhurbaşkanına bu yüce bayrağı teslim etmesine şahitlik etti.
Şunu gururla da ifade etmek isterim: Yemek esnasında yanımda oturan dost bir ülkenin Cumhurbaşkanı döndü dedi ki, ben Türkiye’nin Afrika’da bu kadar etkili olduğunu bilmiyordum. Salonun etrafında, yani yemek masasının etrafında çok sayıda Afrikalı, Latin Amerikalı, Asyalı lider var. Dedim ki, işte bu küresel toplum ve bu Türkiye’nin küresel topluma yönelik olarak verdiği mesajların sonucu, gerçekten 95 ülke ve uluslararası örgüt temsilcisi o gün o salonda resepsiyondaydı ve yemekteydi. Şimdi bununla sadece AK Parti kadroları değil, bununla sadece 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, 12. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan değil, bütün bir millet gurur duymalı. Çünkü ilk defa Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu kadar geniş katılımlı, böylesine onurlu bir törenle Cumhurbaşkanlığı devir-teslimi yapıldı ve aynı çizgiden, aynı düşüncelerle hareket etmiş iki dava arkadaşı arasında.
Biz 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’e geçmiş dönemde verdiği demokrasi mücadelesi dolayısıyla teşekkür ediyoruz. 12. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a halk desteğiyle gelen ilk Cumhurbaşkanı olarak önümüzdeki dönemde millet idaresini tecelli ettirmesi bağlamında her türlü desteği vereceğimizi ifade ediyor ve başarılar diliyoruz.
Düşünün 2007’de… Biz de Adana’yla ve bütün A harfi ve 1 plakası olduğu için oradan başlayarak bütün Türkiye’yle gurur duyuyoruz; çok teşekkür ediyorum.
2007’de Cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşanırken neler yaşadığımızı hep beraber biliyoruz. Eğer o gün AK Parti kadroları, AK Parti Grubu kaya gibi sağlam durmamış olsaydı bugün bu neticeyi alamazdık, onların hepsine minnettarız. E-muhtıralar verildi, dolaylı, doğrudan tehditler yapıldı, hatta bizim aramızdan bazıları dahi bunlara uyarak safları terk ettiler, ama AK Parti kadronun mihveri olarak, omurgası olarak dimdik durdu. Ve herkes şunu bilsin ki; bundan sonra hangi zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım bu dik duruşumuz değişmeyecek, ne içerideki vesayetçiler, ne dışarıdaki onların işbirlikçileri Türkiye’de bir daha millet iradesini tahakküm altına alacak bir ortam bulamayacaklar.
Şimdi ikinci değişim Genel Başkanlık değişimi, Başbakanlık devir-teslimi. Yine gururla ve iftiharla bir kez daha teyiden söylüyorum; Türkiye bir ilk yaşandı, Türkiye’de ilk defa bir iktidar partisi içinde genel başkanlık hiçbir tartışma, hiçbir çatışma, hiçbir fraksiyon mücadelesi olmadan gerçekleşebildi. Daha önce Sayın Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde yaşanan tartışmaları hatırlayınız, Sayın Demirel’in Cumhurbaşkanlığına yürüdüğü dönemde onun partisinde yaşanan tartışmaları, biz de aksine tam bir birlik ve beraberlik içinde bu süreç tamamlandı ve bu sürecin her birisi de kendi doğası içinde tamamlandı, hiçbir olağanüstülük olmadan. Kongremizin adı Olağanüstü Kongre’ydi, birçok vasıfla da olağanüstüydü, katılımı, oradaki atmosfer, hatta sıcağı bile, terlemesi bile olağanüstüydü, ama sürecin kendi içinde hiç olağanüstülük yaşanmadı. İstişare sürece sağlıklı bir şekilde seyretti, bütün kademelerimiz, MYK, MKYK, Grubumuz, milletvekillerimiz, il başkanlarımız, gençlik kollarımız, kadın kollarımız, belediye başkanlarımız, hepsi istişare sürecine katıldılar ve istişare süreci sonrasında yapılan değerlendirmelerle son olarak MYK’da Sayın Cumhurbaşkanlığımızın Başkanlığında bendenizi bu makama layık gördüler. Bunu buradan bir kez daha teyiden, bütün bu istişare sürecinde zatıma gösterilen güven dolayısıyla teşekkürlerimi, minnetlerimi ifade etmek istiyorum.
Ama duyulan güven sadece bir makamda güç sahibi olmak için ikram edilmiş bir güç, bir kudret makamı değildir, aynı zamanda olağanüstü büyük bir sorumluluktur. O günden bugüne gece ve gündüz bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirmek için Rabbime dua ediyorum. Ve sizden tek bir talebim var, bu sorumluluğu birlikte omuz omuza taşıyalım. Hiçbir fani böylesine büyük tarihi sorumluluğu tek başına taşıyamaz, tek başına bu tarihi sorumluluğun yükü omuzlarında hissedemez. Ancak ve ancak kolektif bir akıl, kolektif bir vicdan, kolektif bir ortak irade bu sorumluluğu taşıyabilir. Ben sadece bu Grupta tecelli ve tecessüm etmiş bu kolektif iradenin, vicdanın, aklın temsilcisi ve sözcüsü olacağım, bunu yaptığım ölçüde de hepinizin yanımda durmanızı istiyorum. Eğer bundan bir sapma olursa, eğer burada ola ki sizce herhangi bir şekilde yanlış gördüğünüz bir husus olursa gelip konuşmanız gereken bendenizim. Bu topluluk içine hiçbir şekilde kulis, lobi, fitne, fraksiyon sokmayacağız, başka partilerde görüldüğü şekilde şucular, bucular ya da şu kanaate, bu kanaate sahip olanlar şeklinde bir ayırımı bu kadroların içine sirayet ettirmeyeceğiz. Bizim gücümüz ve kudretimiz birliğimizden geliyor. Öyle ki, CHP’de galiba birlik ve kardeşlik kurultayı demiş, herhalde -Sayın Atalay oradan tebessüm ediyor- bizim milli birlik ve kardeşlik projesinden esinlenmiş olacaklar. Ama orada, o çatı altında o yaklaşımlarla bunu sağlamaları gerçekten zor görünüyor.
İstişare süreci sağlıklı bir şekilde işledi. Devir-teslimlere geçtiğimizde Sayın Cumhurbaşkanımızdan görevi aldığım anda kendisiyle de istişareye vardığım temel karar şuydu: Her süreç en kısa sürede tamamlanacak ve hiçbir tartışmaya mahal bırakmadan 5 gün içinde yeni Hükümet, yeni MYK, yeni Parti Grubu Yönetimi tespit edilecek Hükümet programımız çıkacak. Çünkü bizim beklemeye tahammülümüz yok, bir iktidar partisiyiz, bizim için dakikalar dahi önemli. Konuşmaya, tartışmaya, müzakere etmeye ileride her zaman vaktimiz olur, ama iç tartışmalarla enerji tüketmeye vaktimiz olmadı, olmayacak. Hiçbir iç tartışmanın, öz eleştiri olur ama, hiçbir iç tartışmanın enerjimizi tüketmemize izin vermemesi lazım.
Bu anlamda Hükümetimizde yapılan değişiklikler esnasında, ben arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum gerek Hükümette, gerek MYK’da yaptığımız değişikliklerde çok duygulandırıcı, ahlak timsali tablolar yaşandı. Hükümetimizde görev devir-teslimi esnasında Başbakan Yardımcımız Sayın Beşir Atalay, Başbakan Yardımcısı Sayın Emrullah İşler, Gümrük ve Ticaret Bakanımız Sayın Hayati Yazıcı; ki her birine tekrar tekrar teşekkür ediyorum, gerçek bir ahlaki olgunlukla ve dava şuuru ve bilinciyle görevlerini teslim ettiler, yeni arkadaşlar da o bayrağı devraldılar.
Kimse bu görev değişiklikleri dolayısıyla bu arkadaşlarımızın hakkında herhangi bir şekilde şu veya bu spekülasyonu yapmamalıdır: Bu görev devir-teslimi aynen Olağanüstü Kongreye gidişimiz gibi doğal istişare neticesinde ortaya çıkmıştır ve bizim tevdi edilen görev gereği kullandığımız bir iradedir. Hiçbir arkadaşımız bu anlamda görevinde ne ihmal yapmıştır, ne de herhangi bir şekilde bir tereddüt üzerinden bu görev değişimi olmamıştır. Bu arkadaşlarımızı da bundan sonraki dönemde de bütün faaliyetlerimizde aktif olarak yanımızda görmek istiyoruz.
Aynı şekilde, MYK’da, Merkez Yürütme Kurulu’nda sözcümüz, ki çok başarılı bir şekilde yıllarca sözcülüğümüzü yapmış olan Sayın Hüseyin Çelik ve Halkla İlişkilerle Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Salih Kapusuz görevlerini yeni arkadaşlarına devrettiler. Orada tam bir olgunluk içinde her biriyle görev değişimi öncesinde konuştum, her birinden çok güzel sözler, diğer arkadaşlarla ilgili de güzel ifadeler duydum; kendilerine de teşekkür ediyorum.
Hiçbir şekilde bu görev değişiminde de herhangi bir spekülasyon yapılmasını gerektirecek bir durum olmadığı gibi son derece doğal bir değişim sürecidir. Sayın Hüseyin Çelik de Genel Başkan Danışmanı olarak görevine devam edecek, Sayın Salih Kapusuz Bey de, arkadaşımız, dostumuz, dava arkadaşımız, çünkü yıllarca bu davaya büyük emek vermiş bir kardeşimiz, arkadaşımız, partinin her kademesinde görev yapmaya hazır olduğunu ifade ettiler, onun tecrübelerinden de istifade etmeye devam edeceğiz.
Şimdi bugünkü toplantı sonrasında da Grup Başkanvekilimizi, Sayın Nurettin Canikli’den boşalan Grup Başkanvekilliğimize seçim yapacağız ve hemen çalışmaya başlayacağız.
Zaten dikkat ederseniz, bugünkü program dahi bu ritmi ortaya koyuyor. Bugün ilk Bakanlar Kurulu toplantısını sabah gerçekleştirdik, Grup Toplantısını şu anda yapıyoruz, biraz sonra Hükümet programını okuyacağız, müzakereler 4 Eylül’de, güvenoyu ise 6 Eylül’de olacak, daha sonra 7-8-9 Eylül tarihlerinde de yasama çalışmalarına devam edeceğiz. Bütün bu süre içinde Grubumuzun tam bir birlik ve beraberlik içinde bu çalışmalara katılmasını bekliyoruz.
Biliyoruz bu yaz hiç tatil yapma şansı bulmadınız ama, benim eğer size çok şey gelmeyecekse Dışişleri Bakanlığı görevini aldığımda diplomatlara yönelik bir talimatım vardı, bu dava arkadaşlarım için de geçerlidir, bana mazeretle gelmeyeceksiniz, 24 saat yetmiyorsa 25’inci saati bulacaksınız, 6 gün yetmiyorsa 7. günü bulacaksınız, çünkü biz zamanın da Rabbimin lütfuyla bereketlendiğine inanan bir inançtan geliyoruz.
Şimdi önümüzde çok daha kat edilecek mesafeler var; 2015 seçimleri, 2019 seçimleri ve 2023‘e gidecek yolda inşallah bütün bu engelleri birlikte aşacağız.
Eğer bugün buraya gelmişsek şöyle geçen bir yılı bir tahayyül etmenizi rica ediyorum değerli arkadaşlar.
Gezi olaylarından itibaren öylesine bir atmosfer oluşturuldu ki, Türkiye her an kaosa girmiş, hatta kamu otoritesi sarsılmış ve her an büyük bir kalkışma varmış gibi bir atmosfer oluşturuldu. Arkasından 17 Aralık, 25 Aralık operasyonlarıyla AK Parti içinde, Hükümette bir büyük türbülans gerçekleştirmek istediler. Bazı, ki bugün yargı bağımsızlığından bahsediliyor, bunlarla ilgili tabi çok konuşacağız, çok konuşulacak şeyler var yargıyla ilgili. Yargıtay Başkanımızla geçen görüşmemizde de kendisine zikrettim, eğer bir savcı hazırladığı metinde, iddianame de dönemin Başbakanı diyorsa, yargının da kendisini ciddi şekilde bir özeleştiriden geçirme dönemi gelmiş demektir. Buna 27 Mayıs benzeri uygulamaların bir daha bu ülkede başbakanlar üzerine, siyasi otorite, irade üzerine Demokles’in kılıcı gibi durmasını bekleyenler varsa buna kesinlikle izin vermeyeceğiz hiçbir şekilde.
Bütün bunlar niçin yapıldı? AK Parti kadrolarının, hükümetlerinin, Grubunun 13 yıl içinde elde ettiği birikimi durdurmak ve Türkiye’yi eski Türkiye’ye döndürmek için yapıldı. Beklediler ve ümit ettiler ki, AK Parti içinde bir türbülans yaşanır, 30 Mart seçimleri sonucunda yeni koalisyon hükümetleri kurulur ve şimdi Cumhurbaşkanımız elhamdülillah, Başbakanımız dönemin Başbakanı olarak anılır. Milletimiz buna izin vermedi, AK Parti kadroları buna izin vermedi, AK Parti Teşkilatı buna izin vermedi ve vermeyecek.
Sonra beklediler ki 30 Mart’ta buna izin verilmeyince, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde AK Parti içinde birtakım hareketlenmeler, birtakım görüş ayrılıkları yaşansın; o da olmadı. Her gün karabasan gibi haberler yayınladılar, ama Cumhurbaşkanlığı seçimi destansı bir zaferle tamamlandı ve milli iradenin milli irade dışındaki hiçbir güce yol vermeyeceği bir kez daha teyit edildi.
Şimdi hesapları 2015 seçimleriyle ilgili, acaba o zamana kadar AK Parti içinde 3 dönemi bitiren arkadaşlarımız, diğerleri arasında görüş ayrılıkları olur mu, Hükümet geçici bir hüviyet taşır mı, 8 aylık Hükümet içinde acaba tartışmalar olur mu? Hiç heves etmesinler, bu AK Parti kadrosu öyle bir kadro ki kendi içinde hiçbir nefis hesabı, ego hesabı yapmaz, mahviyet içinde omuz omuza durur her şartta. Ve herhalde son 5 gün içinde yaşadıklarımız da onlara gösterdi ki, biz yaptığımız her çalışmayı planlı yaparız ve planımız da 8 aylık değildir, 2023’e kadar nakış nakış işlenmiş, örgü örgü dizilmiş bir plan üzerinde yürüyoruz, bunu da kimse geçici bir hesabın içine koymasın.
Peki, buradaki gücümüz, kudretimiz nereden geliyor? Çünkü AK Parti kadrosu Türk siyasi hayatının gördüğü en büyük kadrodur, en büyük kadro hareketidir. Üç vasfımızı, özellikle AK Parti kadrosunu ve AK Parti Grubunun üç vasfını burada dile getirmek istiyorum.
AK Parti Grubunun en büyük gücü ahlaki tavrıdır. Biraz önce zikrettim, çok büyük sınavlardan, testlerden geçtik, ama geçmiş dönemlerde başka iktidar kadrolarında, Meclis gruplarında olduğu şekilde AK Parti içinde hiçbir parçalanma yaşanmadı. Ne 1950’lerdeki Demokrat Parti’nin içinde Hürriyet Partisi’nin çıkması, ne 60’larda Adalet Partisi’nden Demokratik Parti’nin çıkması, ne 80’lerden sonra, 90’larda ANAP içinde değişik dalgalanmalarla yeni partilerin çıkmasına benzer bir süreç yaşanmadı. Bunun yaşanmamasının sebebi, AK Parti’nin ahlaki özüdür. Siyaset nihai kertede bir erdem hareketidir ve biz AK Parti Grubu olarak bu erdem hareketinin bugün tarihte yürüyen öncüleri olduğunu ispat ettik ve bu ispat bundan sonra da devam edecek.
İkinci özelliğimiz kapsayıcılığımızdır. Bugün bu salon içinde, Grup salonu içinde Türkiye’nin her köşesinden milletvekili var, Türkiye’nin her etnik ve mezhebi grubundan milletvekili var, Türkiye’nin her renginden, her dağından, her ırmağının kenarından kardeşlerimiz, dostlarımız var. Başka hiçbir parti böyle bir vasıf kazanmadı, başka hiçbir parti 10 yılı aşkın bir süre bu vasfını koruyamadı. Şimdi başka partiler grup toplantıları yaptıklarında tek renk görürsünüz, belli bölgeler görürsünüz, belli vasıflar görürsünüz, ama AK Parti 77 milyonun her birinin rengini barındıran bir partidir ve niteliğimizi ne olursa olsun koruyacağız. 81 vilayette de varlığımız en etkin şekilde sürecek ve bu varlığımızla Türkiye’nin geleceğini garanti altına alacağız.
Üçüncüsü sürekliliğimizdir. Yani ilk gün, kurulduğumuz gün 14 Ağustos 2001’den bu yana birliğimizi, beraberliğimizi nasıl korumuşsak, mirası değişik şekillerde gelecek yönetimlere nasıl devretmişsek bundan sonra da devredeceğiz, sürekliliğimizi hiçbir şekilde bozmayacağız. Onun için Kongre konuşmasında da vurguladığım gibi, AK Parti konjonktürel şartlarda çıkmış dönemsel bir parti değildir. Yani 12 Eylül sonrasının şartlarında çıkan özel partiler var, 27 Mayıs sonrasında çıkan. Hayır, AK Parti tarihten aldığı mirasla, o güçlü mirasla derinliğine, geriye doğru gider, çizdiği vizyonla da ebediyete kadar sürecek olan bir siyasi yürüyüşün bugünkü adıdır. Bu yürüyüş devam edecek, bu yürüyüş hiçbir şekilde durmayacak. Bu kapsayıcılığımız o kadar güçlüdür ki, şimdi burada sadece Grubumuz var, il başkanları, belediye başkanları toplantısında onlar geliyor, ama nihayette şu anda 9 milyon 279 bin üyemiz var; bu, Türkiye’deki seçmen sayısının yüzde 17,5’u demek. Yani sadece üyelerimizle dahi Türkiye’nin en büyük partilerinden biriyiz, sadece üyelerimizle. 21 milyon seçmenle Türkiye’de en geniş aileyi oluşturan parti biziz. Biz bir aileyiz, diğerlerinden farkımız bu. Görüş ayrılığı olsa bile aramızda bir aile içinde nasıl çözülürse öyle çözeriz. Muhabbet duyduğumuzda gözlerimizin içine baka baka konuşuruz, iki AK Partilinin anlaşabilmesi için dillere ve kulaklara ihtiyaç olmaz, onlar gönülden gönle konuşurlar ve anlaşırlar. Bu muhabbeti, bu mahviyeti muhafaza ettiğimiz sürece Rabbimizin üzerimizdeki nimeti de eksik olmaz. Ama ne zaman aramıza nefis ve ego girerse işte o zaman konjonktürel bir parti haline dönüşürüz.
Bendenizin en önemli sorumluluğu ve görevi, bu muhabbet, bu ortak akıl, bu ortak vicdan atmosferini korumaktır. Bunu hep beraber gerçekleştireceğimize inanıyorum ve bu konuda da dışarıda aç kurtlar gibi, puslu havayı bekleyen kurtlar gibi bekleyenler de çok beklerler diyorum. Bu topluluk küçük hesaplarla harekete geçmiş bir topluluk değil, aksine büyük hedeflerle, büyük iddialarla yola çıkmış bir topluluktur.
Şimdi biz bu süreçte bu kadar sağlıklı bir işleyişle aslında milletimizin her kesimine güven veren, hatta sadece AK Parti’ye ve bize oy verenlere değil, bugün değişik kesimlerden bana gelen talepler oldu bize oy vermemiş bazı dostlarımızdan da, bu geçişle birlikte istikrara ve Türkiye’nin geleceğine dair olan güvenimiz arttı dediler, çünkü sağlık bir şekilde her şey saat gibi işlediği hamdolsun.
Biz bunu yaşarken, biz bu ülkenin geleceğiyle ilgili sorumluluk duygusu içinde her türlü görüş ayrılıkları varsa bile bunu kenara bırakıp ortak bir hedefe kilitlenmişken, bakın Cumhuriyet Halk Partisi nelerle meşgul? Kongreye gidecekler, kurultaya, aralarında ne kadar ihtilaflar var. Biraz önce Genel Başkanım diye hitap ettiği kişiye nasıl hitap ediyor ya da o diğerine nasıl hitap ediyor? Çünkü içselleştirilmiş bir ahlak olmadan siyaset erdem niteliği kazanamaz.
MKYK’da arkadaşlarımla paylaştım, beni Olağanüstü Kongrede en fazla memnun eden şey, ki büyük onurdur tam mutabakatla seçilen bir Genel Başkan olmak, ama emin olun o değildi, başka bir arkadaşımız da olabilirdi. Ama beni esas memnun eden ve gelecekle ilgili ümit var kılan husus, Kongrenin bütün işleyişinde içselleştirilmiş bir ahlakın o atmosfere egemen olmasıydı. Ahlak dikte ettirilmez, ahlak talimatla sağlanmaz, ahlak eğer içselleştirilmemişse bir şekilde kendini dışa vurur, o ahlaki tutum eksikliği dışa vurur.
Bakın, şimdi bir konuda, ki beni gerçekten o gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çatısı bulunduğumda üzüntü duyduğum, hüzün duyduğum bir tablo, CHP milletvekilinin bir kitabı, ki anayasa ve iç tüzük kitabı, herhangi bir kitap da değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık kürsüsüne fırlatması. Şimdi eğer bir insanın derununda böyle bir tavır göstermek meyli yoksa o anda ortaya çıkmaz. İki ihtimal var; ya talimatla yaptı, yani Sayın Kılıçdaroğlu yap dedi yaptı, bu çok vahim bir durumdur, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yapılan en büyük hakarettir ya da kendi başına fevri bir şekilde yaptı, bu da o içselleştirilememiş ahlak unsuru konusunu açık bir şekilde gündeme çıkarıyor. Ben onu gördüğüm anda bir kitap aşığı olarak vay nasipsiz dedim, kitap sevgisinden nasipsiz adam. Nasıl bir şey ki, biz de kitap ve kalem kutsaldır. Kalem kutsaldır, hakkında Sure vardır, çünkü her şey kelamla ve kalemle başlamıştır. Kitap kutsaldır, çünkü kitap irfanı temsil eder. Ama en önemlisi de kitap kağıttan yapılır, kağıt ağaçtan yapılır, ağaç ise topraktandır aynen insan gibi, kitapla insanın mayası aynıdır. Biz kitaba saygı gösterirken, bizi topraktan yaratan Rabbimize saygı gösteririz.
Binlerce kitabım var benim, odaya her girdiğimde onları okşarım. Nasıl Yunus Emre sarıçiçekle konuşur ya, başkası eğer Yunus Emre’ni sarıçiçeğe yazdığı ilahiyi görse delirmiş der. Ama Yunus Emre’nin toprağa ve toprak üzerinden Rabbine aşkını bilenler için sarıçiçeğe ilahi yazmak o gönül diliyle konuşmaktır. Seherde öten kuşlarla konuşmak, zikreden kuşlarla konuşmak bir ibadettir o konuşmayı bilene. Kitap bir nimettir onu okuyabilene, kitapların kitabına iman edene.
Şimdi bu arkadaşınız ister ferdi, ister talimatla yapmış olursa olsun, onu fırlatırken aslında bizim mayamızı, özümüzü de fırlattı. O kitaba o hakareti yaparken içindeki muhteva dışında, anayasa ve iç tüzüğe yapılan hakaret dışında aslında insanlık irfanına hakaret etti.
Buradan bütün yazarlara, bütün kitap severlere çağrıda bulunuyorum, bu olay karşısında tavır koysunlar. Hani otoriterlik tartışması yapanlar bunun nasıl saldırgan bir otoriter tavır olduğu hakkında bir şey söylesinler. Eğer bu topraklarda genç nesiller kendilerini temsil ettiğini düşündükleri milletvekilini kitap fırlatırken görürlerse, gelecekten nasıl bir hisse çıkaracaklarını düşünün.
Ve kademe düşüyor, hatırlarsanız 4+4+4 tartışmalarında o zaman Milli Eğitim Komisyonunda Sayın Nabi Avcı’ya seloteyp fırlatmışlardı, şimdi kitap.
Ben şu tavsiyede bulunurdum: CHP milletvekilleri içinde geçmişte ikna odaları kurmuş olan profesörler var, ikna odaları yerine okuma odaları kursalardı bu arkadaşlar kitaptan da nasibini alırlardı.
Eğer bu özeleştiriyi yaparlarsa, beklemiyorum ama, yaparlarsa ve kitaba olan bu saygısızlığı cezalandırmak isterlerse benim tavsiyem, CHP’de disiplin kurulu gibi bir şey varsa bu arkadaşı 24 saat aralıksız bir sahafta kalma mecburiyeti getirsinler. Çünkü o sahaftaki kitap kokusu var ya, ah o koku, emin olun şifadır şifa, bu psikiyatrik vakıayı ancak o şifa düzeltir.
Ben hayatımda içinde kitap olmayan hiçbir odada uyumadım, saatlerimi kütüphanelerde, sahaflarda geçirdim, o kitap kokusunun ne güzel şey olduğunu, insan ruhuna ne kadar iyi geldiğini bilirim. Hiçbir çantam yoktur ki içinde bir kitap olmamış olsun, uçak da dahil. Şimdi eğer böyle bir niyetleri varsa, önce CHP lobisinde, kulisinde veya genel merkezinde bir okuma odası açsınlar, sonra bir kitap seminerleri başlatsınlar ve bu arkadaşı da bir müddet sahafta bulunma ya da çalışma mecburiyeti getirsinler, 24 saat yeter; kitap kokusu şifadır şifa.
Şimdi atılan makam neresi? Atılan nesne üzerinde kurduk, kitabın fırlatıldığı makam neresi? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı. Nedir o Başbakanlık biliyor musunuz? Konuşmamın başında söyledim, 1 Eylül Uşak’ın Kurtuluşu, eğer bugün Uşak’ın kurtuluşuyla gurur duyuyorsak, o Uşak’ın kurtuluşunu sağlayan hiyerarşiyi, siyaseti belirleyen makam o zamanki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Meclis Başkanlığıydı. Bugün Uşaklıların hep beraber o arkadaşa ciddi bir uyarı göndermeleri lazım, bizim kurtuluşumuzun teminatı, membaı olan makama dönük yaptığınız bu hakareti telin ediyoruz demeleri lazım. Orada oturan sadece Sayın Cemil Çiçek değildi, orada oturan, geriye doğru giden şahsı manevi olarak bütün Meclis başkanlarıydı ve Gazi Mustafa Kemal’di aynı zamanda; attığınız kitap o makamadır. Üzerinde yemin ettiğiniz anayasaya, uymayı taahhüt ettiğiniz iç tüzüğü de muhtevasında bulunduran bir kitap o makama atmak sadece bir ahlaki zaaf değil, bir siyasi bilinç eksikliğidir. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, biz kitabın onurunu da koruyacağız, Türkiye Büyük Millet Başkanlığı’nın da onurunu koruyacağız.
Burada, yine muhalefet ama, teşekkür ediyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra tuttuğu aday, çatı aday olarak teklif ettiği aday kaybetmiş olmasına rağmen şeffaf, adil ve her şekliyle meşru bir seçim sonrasında seçilen Sayın Cumhurbaşkanımızın yemin töreninde ayakta bunu dinledi; teşekkür ediyoruz. Bu, devlet ahlakının bir sonucudur.
Aynı şekilde HDP adayı olarak giren Sayın Selahattin Demirtaş da seçimi kaybetmiş olmasına rağmen hem ayakta durdu, hem de alkışladı. Orada gösterilen saygı da sadece Sayın Cumhurbaşkanımıza değil, Cumhurbaşkanlığı makamına gösterilen saygıdır. Oraya da, o makama gösterilmeyen, yapılan saygısızlıksa sadece Cumhurbaşkanımıza yapılan bir saygısızlık değil, Cumhurbaşkanlığına makamına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, Sayın Cumhurbaşkanımızı seçen her bir vatandaşımıza yapılan hakarettir. Dolayısıyla, önümüzde çok ciddi bir Ana Muhalefet sorunu var. Arkadaşlar, sabırla bu Ana Muhalefet Partisi’ne edebi, hayayı, kitap sevgisini, devlet ahlakını, devlet makamını öğreteceğiz, sabırla bıkmadan usanmadan.
Onlar Şeyh Edebali’nin şeyiyle, hakaret onlara yakışır, haya ve edep bize yakışır. Devlete saygısızlık onlara yakışır, devletin itibarını korumak bize yakışır. Günlük hesaplar içinde kendi aralarında kavga etmek onlara yakışır, birlik ve beraberlik içinde geleceği inşa etmek bize yakışır. Biz, bize yakışanı yapacağız.
Hiçbir zaman bizim aramızdan bu tür tavırlar çıkacağını düşünmüyorum, tahayyül bile etmiyorum ama, Meclis tartışmaları esnasında sehven dahi olsa milletimizin edebine, adap anlayışına uygun olmayan bir davranışın bizden olmasına izin vermemiz lazım. Sehven dahi olsa hiçbir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin etiğine, adabına uygun düşmeyecek ya da Anadolu’da herhangi bir irfan sahibi dedemiz, ninemiz duyduğunda haya edeceği sözler bizden çıkmayacak.
Ama şunu bilsinler ki; eğer Meclisi bu yolla tıkayıp bloke etme niyetleri varsa, ona da hiçbir zaman izin vermeyiz, hiçbir izin vermeyiz. Eğer niyetleri kitap fırlatarak ya da başka yollarla önümüzdeki dönemde Meclisi sabote etmek, Meclisi durdurmak, yasama faaliyetlerini engellemek gibi bir yola ve harekete geçerlerse, bilsinler ki AK Parti Grubu kaya gibi durur, o Mecliste o Genel Kurula, o kürsüye sahip çıkar ve milletin kendisinden beklediği hizmeti yapmak konusunda bir an bile tereddüt etmez.
Son olarak şunu da Sayın Kılıçdaroğlu’na bir şekilde bir mesaj olarak doğru iletmek isterim: Dün bir açıklaması oldu, savaş hariç Sayın Cumhurbaşkanımızla görüşmeyeceğini söyledi. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır, bu nasıl bir siyasi ahlaktır? Halkın… Evet, Genel Müdür anlayışı. Ama genel müdür bile kurallara riayet eder, belli bir prosedür varsa ona riayet eder. Halk onurla sandık başına gitmiş tercihini yapmış, bütün dünya, 95 ülkeden temsilciyle Sayın Cumhurbaşkanımızı onure etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeni Cumhurbaşkanı olarak önünde saygıyla eğilmiş, Sayın Kılıçdaroğlu bu tablo içinde ne yazar, konuşma ne yazar, konuşmasa ne yazar? Dünya onunla konuşuysa ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne itibar ediyorsa, Kılıçdaroğlu’nun irapta mahalli olabilir mi? Tabi şimdi bunu da izah etmek lazım kitap düşmanlarına bu sözcüğün ne anlama geldiğini.
Ama şunu da söyleyeyim: Ben kişilerin iradelerine saygı duyarım, önden de onu şey yapmak isterim, onun için o tabiri kullanmam, tıpış tıpış konuşacaksın demem ama, göreceksiniz öyle veya böyle konuşacak, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanıyla kimse küs olma hakkına ve hadsizliğine sahip olamaz, zamanla göreceksiniz.
Bizim meselemiz, herhangi bir polemik yapma meselesi değil. Saygısızlık eğer Cumhurbaşkanlığı makamına olmamış olsaydı, saygısızlık eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi makamına olmamış olsaydı, saygısızlık eğer kitaba olmamış olsaydı, bugünkü konuşmamı sadece ve sadece AK Parti Grubuna hitapla yapacaktım ve orada duracaktım. Ama saygısızlık o kadar yüce makamlara ve o kadar da bizim için kıymetli olan kitap gibi ulvi nesneyedir ki, bunun karşısında susmak adaletsizliktir, bunun karşısında susmak acizliktir; AK Parti Grubuna da ne acizlik yakışır, ne adaletsizlik.
Değerli dava arkadaşlarım, bugün Grubumuzun ilk toplantısı bir anlamda bir hamd ile beslemeyle bir kutlu yürüyüşe geçmek içindi. Bu yürüyüşte yol kadar refik de önemlidir, biz dostlarımıza, yol arkadaşlarımıza güveniyoruz, sizlerin de bize güvendiğinizi biliyorum.
Allah yolumuzu açık etsin, Allah yar ve yardımcımız olsun.