Öcalan davası gerekçeli kararı: Revizyonlar arasındaki fark

İçerik silindi İçerik eklendi
Yeni sayfa: Öcalan Davası Gerekçeli Kararı ==6- Sanık Vekillerinin Savunması == a) Sanık Vekilleri esasa ilişkin (348 sayfadan ibaret) yazılı savunmalarının giriş k...
 
Değişiklik özeti yok
1. satır:
Öcalan Davası Gerekçeli Kararı
 
==A-İDDİA ==
===1- İddianameler ===
 
a) Ankara DGM.C.Başsavcılığı’nın 04.09.1997 gün ve 1996/865 Hz., 1997/271 Es. ve 1997/1 04 nolu iddianamesi ile;
 
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın yasadışı bölücü terör örgütü PKK'yı kurup, sevk ve idare etmek suretiyle, Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiili işlediğinden bahisle TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle mahkememize açılan kamu davası, ilk önce mahkememiz esasının 1997/161 sırasına kaydedilmişken, daha sonra verilen tefrik kararlarıyla önce 1998/71 numarasını almış, en sonunda da 1999/2 1 Esas numarasına almıştır. Duruşmalar 1999/21 Esas sırası üzerinden yürütülerek sonuçlandırılmıştır. (K1-88)
 
b) Erzincan DGM.C.Başsavcılığı’nın 16.06.1989 gün ve 1989/165 Hz., 1989/122 Es. ve 1989/114 nolu iddianamesi ile;
 
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın, Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiili işlediğinden bahisle TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle Erzincan DGM'ne açılan kamu davası, Erzincan DGM'nin 4210 Sayılı Yasa ile kaldırılması üzerine Erzurum DGM'ne gönderilmiş ve bu mahkemenin 1998/176 Esasına kayıtlı iken 2Z021999 gün ve 1998/176 Es. 1999/81 D.İş sayılı Birleştirme Kararı ile, mahkememizin 1998/71 Es. sayılı dava dosyası ile birleştirilerek mahkememize gönderilmiştir. (Kl-64)
 
c) Adana DGM.C.Başsavcılığı’ııın 22.12.1998 gün ve 1997/218 Hz,, 1999/547 Es. ve 1998/492 nolu iddianamesi ile;
 
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın 1978 yılında yasadışı bölücü terör örgütü PKK'yı kurduğu, sevk ve idare ettiği, örgüt elemanlarının birçok eylem gerçekleştirerek, asker, polis, geçici köy korucusu gibi devlet görevlilerini şehit ettikleri, sivil halktan birçok insanı öldürüp, yaraladıkları, böylece örgütün başı olan sanığın Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf suçu işlediğinden bahisle TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle Adana DGM'ne açılan kamu davası da, bu mahkemenin 28.12.1998 gün ve 1998/245 Es. 1998/279 D.İş sayılı tefrik ve birleştirme kararı ile mahkememize gönderilmiştir. Önce mahkememizin 1999/9 Esas sırasına kaydedilmiş, bilahare 03.02.1999 gün ve 1999/9-6 sayılı kararla, mahkememizin 1998/71 Es. sayılı davası ile birleştirilmesine, duruşmaların bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. (Kl-65)
 
d) Ankara DGM.C.Başsavcılığı’nın 26.04.1999 gün ve 1997/514 Hz., 1999/98 Es., 1999/78 nolu iddianamesi ile de;
 
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın siyasi faaliyetlerine 1970 yılında İstanbul’da DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) Şubesi’nde başladığı, 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırarak Marksist-Leninist görüşlü THKP/C örgütüyle ilgilendiği, Nisan 1972 tarihinde Şafak Grubu’nun bildirilerini dağıtırken yakalanarak 7 ay Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı, Mart 1973 tarihinde etrafına topladığı üniversiteli arkadaşları ile “Kürtçü-Bölücü” bir örgütlenmeyi oluşturmak amacıyla toplantılar yaptığı, bu toplantılarda “Kürdistan” olarak nitelendirilen, Doğu ve Güneydoğu illerimizin Türkiye’nin sömürgesi olduğu, bu bölgede bağımsız bir Kürt Devleti kurmak amacıyla gizli bir örgüt kurulması gerektiği sonucuna varıldığı, sanığın Ankara’daki öğrenci evleri, okul kantinleri ve yurtlar ile bazı semtlerdeki “Kültür, Güzelleştirme, Yaşatma” sıfatlı dernekler nezdinde çalışmalar yaparak öğrencilere ve gençlere el atıp örgütün ideolojik alt yapısı ve öncü kadrosunu oluşturmaya çalıştığı, 1975 yılında Dikmen Semti’nde yapılan bir toplantıda ideolojik oluşumun sağlandığı ve askeri kadronun oluştuğu sonucuna varılarak 1976 yılından itibaren faaliyetlerin Doğu ve Güneydoğu illerinde sürdürülmesi kararının alındığı, sanığın 1975 yılında grubun manifestosu veya örgütün program taslağı sayılan 68 sayfalık “Kürdistan Devriminin Yolu” isimli broşürü Mehmet Hayri DURMUŞ ile birlikte kaleme aldığı, 1976 yılından itibaren Güneydoğu illerine dağılarak “Ulusalcılar, UKO’cular, Kürdistan Devrimci’leri” adı altında faaliyet gösterdikleri, nihayet 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır İli, Lice İlçesi, Fis (Ziyaret) Köyü’nde PKK.nın (Partiya Karkeren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi) I. Kongresi yapılarak kurulduğu, kurucu genel başkan olarak Abdullah ÖCALAN’ın seçildiği, 30 Temmuz 1979 tarihinde bölge milletvekillerinden Mehmet Celal BUCAK’a yapılan silahlı saldın ile de örgütün kuruluşunun ilan edildiği, PKK.nın kuruluş amacının, örgütün manifestosu olan “Kürdistan Devriminin Yolu” isimli broşür ile parti programı ve kuruluş bildirgesinde “Bağımsız-Birleşik Kürdistan’ın kurulması'' stratejisinin ise “Uzun süreli halk savaşı” olarak açıklandığı, halk savaşı stratejisinin temel örgütlenmesinin parti-cephe-ordu şeklinde olduğu, temel faaliyet biçiminin de “Gerilla Savaşı” olduğu, uzun süreli halk savaşının; 1- Stratejik savunma, 2- Stratejik denge, 3- Stratejik saldırı aşamalarından oluştuğu,
 
Temel yapılanmaya göre;
Partinin: ideolojik, politik öncü olduğu,
Cephenin: ERNK (Eniya Rızgariya Netawiya Kürdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi), 1985 yılında kurulmuş olup, tüm- halkın temsil edi1diği ve yönetildiği siyasi organizasyon olduğu,
Ordunun: ARGK (Arteşe Rızgariye Gele Kürdistan-Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu), 1986 yılında iki aşamalı olarak kurulduğu,
 
Örgütün tüzüğüne göre en yüksek karar organının Kongre olduğu, Kongre’nin belirlenmiş delegelerin 2/3’ünün katılımı ile 4 yılda bir toplandığı, Kongre’nin parti programı ve tüzüğünü kabul etmek veya değiştirmek, partinin dönemsel politikasını çizmek, parti pratiğini değerlendirmek, parti genel başkanı, merkez komite ve merkez disiplin kurulu üyelerini seçmek yetkisinin bulunduğu, iki kongre arasında partinin en yüksek ideolojik ve politik organı olarak da parti genel başkanının fonksiyon ifa ettiği, parti genel başkanlığının, partinin ve devrimin önderi olduğu,
 
Cephe: ERNK'nin PKK terör örgütünün yurt içinde ve yurtdışında legal ve illegal bazda sürdürdüğü eleman temini, taraftar desteği sağlama ve kitleselleşme faaliyetlerini yürütüp, partiye mali ve lojistik destek sağladığı, bu amaçla birçok yasal görünümlü parti, demek ve vakıf gibi örgütleri kontrol altında tuttuğu,
 
Ordu, ARGK'nin 1986 yılında yapılan PKK III. Konferansı'nda alınan bir karar üzerine kurulduğu, ARGK Genel Yönetmeliği hükümlerine göre; Yüksek Askeri Konsey, Genel Kurmay, Ana Karargah, Sahra Komutanlığı, Eyalet Komutanlığı gibi yukarıdan aşağıya doğru bir kurumlaşma söz konusu olup, tabur, bölük, takım, manga gibi askeri birliklerle tabana doğru indiği;
ARGK'nin Başkomutanı olarak Abdullah ÖCALAN’ın gösterildiği, silahlı eylemlerinin hemen tamamının Abdullah ÖCALAN’ın talimatları üzerine gerçekleştirildiği,
 
PKK'nın Suriye, Lübnan, Kuzey Irak, Iran, Libya, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Romanya, Bulgaristan ve Batı Avrupa’daki birçok ülkeyle ilişkilerinin bulunduğu, bu ülkelerden eleman temini, para, silah, cephane gibi ihtiyaçlarını karşıladığı, ayrıca kimilerinden de kamp yeri temin ederek elemanlarına silahlı eğitim verdiği,
PKK gruplarının ülke içinde sözde Amed Eyaleti, Garzan Eyaleti, Botan Eyaleti, Zağnos Eya1eti, Dersim Eyaleti, Mardin Eyaleti, Serhat Eyaleti, Ruha (GAP) Eyaleti, Koçgiri Eyaleti,
Güneybatı Eyaleti, Erzurum Eyaleti ve Toros-Akdeniz Eyaletleri’nde, genellikle sarp ve ulaşımı güç dağlık bölgelerde manga, takım, bölük şeklinde tertiplenerek üslendiği, vur-kaç taktiği uygulayarak hedeflerine saldırdığı, hedefleri arasında; askeri birim ve kışlalar, polis karakolları, noktaları ve mensupları, askeri ve idari personelin oturduğu lojmanlar, kamu kurum ve kuruluşlarına ait binalar, okullar, öğretmenler, sağlık ocakları, yol, köprü, baraj ve okullar gibi alanların bulunduğu,
PKK'nın I. (Kuruluş) Kongresi’nin 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Fis (Ziyaret) Köyü’nde, II. Kongresi’nin 20-25.08.1982 tarihinde Suriye’de Ürdün sınırına yakın bir kampta, III. Kongresi’nin 25-30 Ekim 1986 tarihinde Lübnan’da bulunan Helvi Kampında, IV. Kongresi’nin 26-31 Aralık 1990 tarihlerinde Kuzey Irak’ın Haftanin Bölgesi’nde, V. Kongresi’nin 08-28.01.1995 tarihlerinde Kuzey Irak’ta, VI. Kongresi’nin Ocak-Şubat 1999 tarihinde Kuzey Irak-İran sınırındaki Kandil Dağları Bölgesi’nde yapıldığı,
Önemli politik değerlendirme ve kararların gerektiği ancak Kongre’nin toplanamadığı veya toplanmasına gerek görülmediği dönemlerde gerçekleştirilen parti Konferanslarından I.sinin 15-25.07.1981 tarihleri arasında Lübnan’ın Helvi Kampı'nda, II.sinin Mayıs 1990’da Lübnan’da, III.sünün 5-15.03.1994 tarihinde Suriye’de, IV.sünün 01-15 Mayıs 1996 tarihleri arasında Suriye’de Şam yakınlarında bir örgüt kampında yapıldığı, toplantılarda sanığın daima örgütün genel başkanı olarak seçilip kabul edildiği,
PKK'nın 1994 yılında güvenlik güçlerinden yediği darbe ile güç kaybetmesi üzerine operasyonların halka karşı gerçekleştirildiği propagandasını yapmak, siyasal, yasal alanda destek sağlamak amacıyla HADEP (Halkın Demokrasi Partisi) kurulmasını sağladığı, böylece HADEP’in kurulduğu tarihten itibaren PKK'nın illegal olarak sürdürdüğü cephe faaliyetlerini yürüterek tamamen ERNK'nin rolünü üstlendiği, ayrıca İngiltere üzerinden yayın yapan MED TV'yi, III. Konferans’ta alınan bir karar üzerine kurarak 30.03.1995 tarihinden itibaren yayına geçirdiği, ayrıca PKK'nın uyuşturucu ticareti ile de ilişkisinin bulunduğu, özellikle uyuşturucu ticareti yapan kişilerle PKK'lıların sıkı ilişki içerisinde oldukları, uyuşturucu ticaretinden kazanılan paralardan pay alındığı buna karşılık uyuşturucunun nakledilmesinde PKK. elemanlarının yardımcı olduğu, 1984-1993 yılları arasında uyuşturucu ticaretinden yakalanan 503 şahısın PKK. ile ilişki içerisinde olduklarının belirlendiği,
 
==PKK Terör Örgütü’nün Gerçekleştirdiği Eylemlerden Örnekler ==
1- 15 Ağustos 1984 günü, saat:21.30 sıralarında bir grup PKK örgüt mensubu tarafından Eruh İlçesi’ne yapılan silahlı saldırı sonunda, Jandarma Nöbetçi Er Süleyman AYDIN’ın şehit olduğu, vatandaşlardan Ali ERİŞİR, M.Recai YILMAZ, Özgür AYKIN ile Jandarma erlerinden Doğan AVŞAR, Ali ERGÜN, Hüsamettin İLKIN, Mustafa ANAR, Şenol ÖZDEMİR, Yüksel KAYNAR, Adil ALTINTAŞ, Mehmet PEŞMEN ve Bayram ERTEKİN’in yaralandığı, ayrıca Musa ÇAYLAK’ın altın bileziklerinin gaspedildiği,
2- 15 Ağustos 1984 günü, saat: 21:30 sıralarında bir grup PKK örgüt mensubunca Şemdinli İlçesi’ne yapılan silahlı saldırı sonunda, askerlik şubesinde görevli Tuncay ŞENEROL ile Memiş ARIBAŞ ve Jandarma çavuş Sedat KURUM’un ağır şekilde yaralandıkları, bunlardan Memiş ARIBAŞ’ın aldığı yara nedeniyle bilahare şehit olduğu,
3- 5 Ağustos 1985 günü, saat 21:00 sıralarında Van’ın Çatak İlçesi, Kanalga Köyü, Taşbucak Mezrasına gelen 10-15 kadar PKK elemanının, kapısının önünde bulunan Ali Şeref ÖZKAN’ı, Gazi ÖZKAN'ı, (2) yaşındaki kız çocuğu Nergiz ve (1) yaşındaki kız çocuğu Heyet’i silahla tarayarak öldürdükleri, Hacı Şeref ÖZKAN’ın evine gaz dökmek ve yakmak suretiyle evde bulunan Meryem ÖZKAN, (10) yaşındaki Hakim ve (8) yaşındaki Utba’yı evle birlikte yakarak; Hayriye ÖZKAN’ın evine bomba atmak ve silahla taramak suretiyle de evde bulunan Hayriye ÖZKAN, (10) yaşındaki Zaide ÖZKAN ve (5) yaşındaki Veliti ÖZKAN’ı öldürdükleri,
 
4- 22.02.1987 günü saat 18.30 sıralarında Türk askeri kıyafeti giymiş bir grup silahlı PKK elemanının Şırnak İli, Uludere İlçesi, Taşdelen Köyüne geldikleri, asker kıyafetli olmalarına rağmen köylülerin kendilerinden şüphelendikleri, bunun üzerine Taşdelen Köylüleri ile silahlı PKK grubu arasında çatışma başladığı, PKK militanlarının gecenin karanlığından da istifade ederek köyden kaçtıkları, ancak köyden ayrılmadan önce kadın ve çocukların bulunduğu 4 evi otomatik silahlarla taradıkları ve Zülfü CENGİZ, Gürgin CENGİZ, Mecit CENGİZ, Gülli CENGİZ, Sadık APAYDIN, Huri APAYDIN, Hikmet APAYDIN, Ayşe APAYDIN, Leyla APAYDIN, Halit CENGİZ, Halime ÖZER, Elife ÖZER ve Halide AYKUT’u katlettikleri,
 
5- 19.08.1987 günü saat 21.15 sıralarında Diyarbakır İli Eruh İlçesi Bağgöze Bucağı, Kılıçkaya Köyü Milan Mezrasına bomba ve otomatik silahlarla baskın düzenleyen sayıları 60-70 kadar olduğu tahmin edilen PKK elemanlarının evleri yaktıkları, evlerin içinde bulunan 25 kadar vatandaşımızı bomba ve otomatik silahlarla tarayarak öldürdükleri, ölenlerin içinde çocuk ve kadınların bulunduğu,
 
6- 10.10. 1987 günü saat 20.00 sıralarında bir gurup PKK elemanının Şırnak İli, Meşeiçi Köyü. Çobandere Mezrasına otomatik silah ve bombalarla saldın yaptıkları, ev ve çadırları taradıkları, kadınlardan Azime ŞANLI, Hezar ŞANLI, Ayşe VAROL. Latife VAROL. Leyla VAROL. Hatun ŞANLI, Leyla KARTAL ile Abdurrahman ŞANLI, Mehmet KARTAL ve henüz ismi konmamış Genç oğlu 15 günlük, Faysal oğlu 1 aylık bebekleri öldürdükleri, Mesut ŞANLI, Kadriye KARTAL, Hanım ŞANLI, Fatma ŞANLI, Ali ŞANLI, İbrahim KARTAL. Yusuf ŞANLI, Genco VAROL ve Bestan ŞANLI’yı yaraladıkları,
 
7- 29.03.1988 günü gece Şırnak İli Eruh İlçesi Yağızoymak Köyüne silahlı baskın düzenleyen PKK elemanlarının köyün yakınlarında dereyatağı içinde koyunlarını otlatan çobanlar Mehmet TEKİN, Ömer KIZILASLAN, Abdullah KIZILASLAN, Ahmet DELAN, Emin EROĞLU, Ömer PİŞKİN, Hamit YILMAZ, Hüseyin PİŞKİN ve Abdullah PİŞKİN’i öldürdükleri,
 
8- 07.05.1983 günü Şırnak İli Dereler Köyü Taraklı Mezrasını basan bir grup silahlı PKK elemanının evlerinden çıkardıkları halkı Mezra ortasındaki boşlukta topladıkları, “Devlet bizim düşmanımızdır. Babatlar bizim düşmanımızdır. Çeteler bizim düşmanımızdır. Sizler Babatlara ve çetelere yardım ediyorsunuz. Yardım edenleri cezalandıracağız.” konuşmasını yaptıktan sonra topluluktan Salih İNCİ, Ali İNCİ, Mustafa İNCİ, Şehmuz İNCİ ile birlikte Esmer KABUL. Gevri İNCİ, Meryem KABUL, Halim KAPLAN isimli kadınları ayırdıktan sonra otomatik silahlarla taramak suretiyle, mezra dışında yakaladıkları Osman BABAT’ın başına taş vurmak suretiyle öldürdükleri, Osman BABAT’ı öldürdükten sonra boğazından iple bağlayarak bir ağaca astıkları,
 
9- 24.11.1989 günü bir grup PKK militanının Yüksekova İlçesi İkiyaka Köyüne baskın düzenledikleri, baskından önce çevrede koyun otlatmakta olan İkiyaka Köyü çobanları Kemal DOGAN, Mehmet Reşit AYKUT, Abdurrahman GEZGİNCİ, Mehmet KIRBIŞ ve İkrem BOZ’u yakaladıkları, bir araya topladıktan sonra ellerini bağladıkları, çobanların kaçmamaları için başlarına adam koyduktan sonra İkiyaka Köyüne gittikleri, köyde bir evden elinde fenerle bir kadının çıktığını görmeleri üzerine kadına ateş ettikleri, eve roketatar ve el bombası attıkları, otomatik silahlarla taradıkları, evden karşılık verilmemesi üzerine eve girdikleri, evde bulunan kadın ve çocukları bir araya topladıktan sonra üzenlerine ateş ederek öldürdükleri, bu arada bir grup PKK elemanlarının da Hüseyin BOZ’a ait eve girerek evde bulunan kadın ve çocukları boğarak öldürdükleri, bundan sonra köyün çobanlarını bağladıkları yere geldikleri, çobanlar Kemal DOĞAN, Mehmet Reşit AYKUT. Abdurrahman GEZGİNCİ, Cafer BOZ, Nurettin BALCI, Enver BABAT, Mehmet KIRBİŞ ve İkram BOZ’u eşyalarını aldıktan sonra soğuktan korunmak için başlarına sardıkları puşi ile boğarak öldürdükleri ve olay yerinde bulunan 300 koyunu da alarak kaçtıkları, olayda çobanlardan başka 1959 doğumlu Emine AYKUT, 1960 doğumlu Cemil AYKUT, 1942 doğumlu Züleyha AYKUT, 1978 doğumlu Mehmet AYKUT, (1) yaşlarında Elife AYKUT, 1968 doğumlu Fatma BOZ. 1331 doğumlu Hazal AYKUT, (4) yaşlarında Halime AYKUT, (3) yaşlarında Rıfat AYKUT, (2) yaşlarında Mustafa AYKUT. Enver AYKUT, Burhan AYKUT, 1982 doğumlu Ayhan AYKUT, 1982 doğumlu Namet AYKUT, 1982 doğumlu İsmet AYKUT, 1935 doğumlu Naıni BOZ, 1958 doğumlu Esat BOZ, 1965 doğumlu Selime BOZ, (5) yaşlarında Cebrail BOZ, (2) yaşlarında Muhammet BOZ’un da PKK elemanları tarafından hunharca öldürüldükleri,
 
10- 28.04.1991 günü saat 18.50 sıralarında Solhan İlçesi Hükümet Caddesi üzerinde bulunan Memurlar Lokali’ni silahlarla tarayan bir grup PKK'lının, Memurlar Lokali’nde bulunan İlçe Kaymakamı Ersin ATEŞ, İlçe Cumhuriyet Savcısı Mehmet TÜRKSEVEN ile İlçe Orman Bölge Şefi Ahmet YANEL’i öldürdükleri,
 
11- 21.06.1992 günü saat 19.00 sıralarında Solhan İlçesi Elmasırtı Köyüne baskın düzenleyen 20-22 kişi oldukları sanılan bir grup PKK'lının, köyden Bahattin ATEŞ. Şevket ATEŞ, Kemal BİDOŞ, Mehmet YILDIZ, Meyhettin YILDIZ'ı öldürdükleri, Zeki ATEŞ, Mehdi YILI)IZ, Agit YILDIZ ve İsmail YILDIZ’ı köyden ayrılırken beraberlerinde götürdükleri, Ziya BİDOŞ, Ekrem BİDOŞ, Hasan KAYNAR. Ahmet TUNÇ, Ali YILDIZ ve Salih YILDIZ’ın evlerini tamamen yaktıkları,
 
12- 22.06.1992 günü saat 22.00 sıralarında Gercüş İlçesi, Seki Köyüne uzun namlulu silahlar ve roketatarlarla saldıran 50-60 kişilik PKK grubunun, köyden Behçet TUNÇ, 8 yaşlarında Gülbahar TUNÇ, 4 yaşlarında Haşim GÖK, 10 yaşında Şükrü GÖK, 1 aylık henüz ismi konmamış kız çocuğunu, 13 yaşında Abdurrahman GÖK, 10 yaşında Sultan Gök, Latife GÖK. Fahriye GÖK’ün hayatlarına son verdikleri,
 
13- 25.06.1992 günü, saat 22.30 sıralarında Silvan İlçesi, Yolaç Köyüne gelen bir grup silahlı PKK elemanının köyün telefon hatlarını kestikten, köy etrafı ve köy camii yanında tertibat aldıktan sonra camide bulunan köy imamı ile 15 kişiyi cami önüne çıkardıkları ve her birinin ellerini iplerle bağladıktan sonra duvara dizip otomatik silahlarla taradıkları, Medeni FİDANCI, Hüseyin ÇETİNKAYA, Sait FİDANCI, Köy İmamı Abdulhaluk ILGAZ, Ahmet KANTAR, Adnan KANTAR, Mehmet Mehdi FİDANCI, Ali USLU, 15 yaşlarında Mehmet Emin KANTAR, 15 yaşlarında Zeki FİDANCI’yı öldürdükleri, 14 yaşlarında Yusuf KANTAR, 14 yaşlarında Yeşrip KANTAR, 11 yaşlarında M. Fesih ÇETİNKAYA’yı yaraladıkları,
 
14- 01.10.1992 günü Bitlis İli, Cevizdalı Köyüne baskın düzenleyen sayıları 100 kadar tahmin edilen PKK grubunun köyde kendileriyle konuşan Hacı Salih AKPOLAT’a “korucular silahlarını bıraksın, size bir şey yapmayacağız” dedikleri, korucu Abdullah KAPTAN hariç köy korucularının silahlarını PKK elemanlarına teslim ettikleri, silahlı PKK grubunun silahını bırakmayan Abdullah KAPTAN’ı şehit ettikten sonra köy halkından bulduklarını köyün üst tarafında topladıkları, bu sırada bir grup PKK elemanının da köydeki evlerin içine girerek evlere el bombası attıkları ve evde buldukları şahısları uzun namlulu tüfeklerle tarayarak öldürdükleri, köyün üst tarafında topladıkları köylüleri de silahla tarayarak öldürdükleri, olayda PKK elemanlarıyla konuştuktan sonra koruculara silahlarını bıraktıran Mehmet Salih AKPOLAT, Abdullah KAPTAN, Yakup KAPTAN, (5) yaşlarında Hikmet KAPTAN, Abdulhamit AKPOLAT. Eyüp KAPTAN, (16) yaşlarında Felemez KAPTAN, Zekiye KAPTAN. Meryem AKPOLAT, Perinaz KAPTAN, Aysel KAPTAN. Hatice KAPTAN, (16) yaşlarında Raife AKPOLAT. (16) yaşlarında Yaşar KAPTAN, (65) yaşlarında Nafiye KAPTAN, Sıtti KAPTAN, Raife KAPTAN, Rabiya KAPTAN, Cemile AKPOLAT, Aysel KAPTAN, Kamile AKPOLAT. Medine KAPTAN, Hasret KAPTAN. (13) yaşlarında İbrahim KAPTAN, (8) yaşlarında Aynur KAPTAN, (4) yaşlarında Gülbahar KAPTAN, (10) yaşlarında Nafive KAPTAN, (8) yaşlarında Turan AKPOLAT, (8) yaşlarında Ejder AKPOLAT’ın öldürüldüğü, ayrıca (11) kişinin yaralandığı,
 
15- 23.10.1992 günü saat 22.00 sıralarında Tunceli İli Mazgirt İlçesi Dedebağı Köyüne baskın düzenleyen 12 kişi kadar oldukları tahmin edilen silahlı PKK grubunun köyün telefon bağlantısını kestikten sonra Hıdır GÜL ile Ali Haydar İLKHAN’ın evlerinde bulunanların tamamını dışarıya çıkardıktan sonra kaleşnikof silahlarla taradıkları, Keko GÜL, Besi GÜL, Hıdır GÜL, Gülhan GÜL, 2 yaşındaki Onur GÜL, 3 yaşındaki Sıla GÜL, Haydar İLKHAN, Gülten İLKHAN, Heves İLKHAN, Nursel GÜL ve Zeynep KIZIL’ı öldürdükleri, Ali Kaya GÜL, Güllü GÜL, Fidan GÜL, Seliha GÜL’ü yaraladıkları,
 
16- 23.01.1993 günü Diyarbakır İline saldıran bombalı ve silahlı bir grup PKK elemanının Bağlar Semtinde müstecirliğini Ramazan BAYKAL’ın yaptığı Köşk Çayevini silahla taradığı, Kaynartepe Mahallesi İnkılap Sokak 10 Nolu eve de bomba attıkları, kahvehanede bulunan Zülküf GÜMÜŞ, Salih ŞEN, Ahmet ELKANSU ile 10 Nolu evde bulunan Surri AYDIN. Güneş AYDIN, Cebrail AYDIN ve Aynur AYDIN’ın öldüğü, PKK elemanlarının olay yerinde bıraktıkları bombayı evine götüren 12 yaşındaki Kasım ERENDAĞ’ın da bombanın evde patlaması neticesi hayatını kaybettiği,
 
17- 14.06.1993 günü saat 21.00 sıralarında Şirvan İlçesi Gözlüce Köyüne baskın düzenleyen bir grup silahlı PKK'lının Nurettin KALKAN, Reşat KALKAN, Mahfuz KALKAN, Asiye KALKAN, Nesime DİCLE ve 8 yaşındaki Sevdet KALKAN’ı otomatik silahla tarayarak, Gözlüce Köyüne baskın yapmadan önce yolda karşılaştıkları Şirvan İlçesi Ormanlı Köyünde çobanlık yapan Mehmet AKBURAK'ı iple boğmak suretiyle öldürdükleri,
 
18- 05.07.1993 günü saat 20.00 sıralarında Erzincan İli Kemaliye İlçesi Başbağlar Köyüne baskın düzenleyen 60 kişilik silahlı PKK grubunun köy halkını köy meydanında topladıkları, kadınları ayırarak başka bir yere gönderdikten sonra önceden kararlaştırdıkları şekilde meydandaki erkeklerin üzerlerine yaylım ateşi açarak Hasan Fehmi AYDIN, Recep PARTO, Hasan SANDIKÇI, İbrahim BALTACI, Yahya Kemal ÖZDEMİR, Ali Rıza TÜRKÜCÜ, Ali KUCU, Süleyman AKPINAR, Ali BALTACI, Kamil AKPINAR, Mehmet BALTACI, Mehmet TAŞDELEN, Celal DEMİRCİ, Salim PARTO, Aydın AYDIN, Rıfat AYDIN, Hüseyin GÜNER, Feridun DİKKAYA, Ali TAŞDELEN, Hüseyin Hüsnü ÖZTÜRK, İbrahim PARTO, İbrahim ÇELİK, Şaban TURKÜCU, Nazife BALTACI, İbrahim BALTACI, İbrahim Hakkı GÜRCAN, Ahmet YILDIRIM, Adil TORUN, Şakir AYDINLI, Nurettin AYDIN, Süleyman ORHAN’ı öldürdükleri, Ali AKARPINAR, Hüseyin KESKİN, Süleyman AYDIN’ı yaraladıkları, köyü ateşe verdikleri, köydeki evlerin çoğunun yakıldığı,
 
19- 18.07.1993 günü Van İli Bahçesaray İlçesinde göçerlerin bulunduğu yaylaya baskın düzenleyen bir grup silahlı PKK elemanının, yaylada bulunan (14)’ü çocuk, (l0)’u orta yaştaki (24) vatandaşımızı, Ahmet SEVGİLİ isimli şahsın çadırı içerisine topladıktan sonra kaleşnikof silahla tarayarak öldürdükleri, olayda (7) yaşında Azat SABIRLI, (2) yaşında Yunus SABIRLI, Gülnaz SÖYLEMİŞ, Müzeyyen YAŞAR, Sedef ELMALI, (3) yaşında Bahar TURAN, Neşide AĞAÇ, (1) yaşında Zehra AGAÇ, (7) yaşında Sevim AGAÇ, Hediye TURAN, Suzan TURAN, (13) yaşında Yıldız GAZEL, Hikmet SABIRLI, Semra SABIRLI, (12) yaşında Nezahat ELMALI, (4) yaşında Eylem ELMALI, Beybun SEVGİLİ, Huri SAMSA, Muteber SABIRLI, (14) yaşında Azime ELMALI, Menice YAŞAR, (8) yaşında Muhammet YAŞAR, (4) yaşında Hamim YAŞAR, (12) yaşında Hürriyet SEVGİLİ’nin hayatlarını kaybettiği,
 
20- 15.08.1993 günü saat 21.00 sıralarında içlerinde 2 de kadının bulunduğu. asker elbisesi giymiş 20 kişi kadar oldukları sanılan silahlı PKK grubunun Çemişgezek İlçesi Güneyhaşı Köyüne baskın düzenledikleri, köyün telefon kablolarını kopardıktan sonra halkı camii önünde topladıkları ve sıraya dizdikleri, üzerlerindeki kimlik ve paraları aldıktan sonra halkın içinden ayırdıkları 8-10 kişiyi silahlarıyla taradıkları ve Ali AKGÜN, 16 yaşlarındaki Soner ÖZCAN, Sadettin GEDİK, Adnan KURT, İzzet ÖZCAN, Selahattin GEDİK’i öldürdükleri ve olay yerinden kaçtıkları, kaçarken Aydın KURT’a ait 34 LJT 12 plakalı otomobili yaktıkları,
 
21- 28.08.1993 günü saat 21.00 sıralarında Kovancılar İlçesi Yoncalıbayır Köyüne baskın düzenleyen 17 kişilik PKK'lının, köy halkını meydanda topladıktan sonra içlerinden 12 kişiyi ayırdığı, halka ayırdığı kişileri köy dışına götürüp bu kişilerle konuşma yapacaklarını ve sonra bırakacaklarını söyledikleri ve ayırdıkları 12 kişiyi köy dışındaki Gilbere Deresine götüren PKK elemanlarının Ahmet AKTAŞ isimli vatandaşı kendilerine kılavuz olması için ayırdıktan sonra geriye kalanları sıraya dizdikleri ve taşıdıkları kaleşnikof ve G-3 silahlarıyla taradıkları, Sait TUNÇ, Zeki KARAMAZI, Nuri ARSLAN, Bedri TUNÇ. Ali DEMİR, Hasan ERDOĞAN, Naci KAYA. Aydın ÖZMEN, Nurettin ÖZMEN’i katlettikleri,
22- 03.09.1993 günü, Muş İli Korkut İlçesi, Kürnbet Köyünde bulunan Tarım Açık Cezaevine baskın düzenleyen bir grup silahlı çete PKK'lının, cezaevinin ana giriş kapısını kırdıktan sonra 6’şar kişilik gruplar halinde cezaevine girdikleri, cezaevi görevlilerini tehditle etkisiz hale getirdikten sonra cezaevinde bulunan yiyecek ve giyecekleri ve bir kısım eşyayı dışarı taşıdıkları, cezaevinde yangın çıkardıkları, cezaevinde bulunan traktör römorkuna cezaevi ambarlarından çıkarmış oldukları eşyaları yükledikleri, yanlarına hükümlü Cemil ve Zehra oğlu Diyarbakır Kulp İlçesi nüfusuna kayıtlı 1978 doğumlu Zeki TAYFUN’u da alarak traktör ve römorkla birlikte cezaevinden uzaklaştıkları,
 
23- 17.09.1993 günü saat 20.30 sıralarında, Diyarbakır İli Eğil İlçe merkezine baskın düzenleyen sayıları tahminen 25-30 kişi olan silahlı PKK grubunun ilçedeki PTT binasını yaktığı, Emniyet Teşkilatı Gece Bekçisi Mehmet SÜZÜK’ü şehit ettikleri, öğretmenler Lokali’nde bulunan İlçe Mal Müdürü M. İhsan ORUÇ, İlçe Tapu Müdürü Aziz YILMAZ. Belediye Memuru Burhanettin ASLANOĞLU, Nüfus Müdürlüğü memuru Mirza TEKİN’i otomatik silahlarla tarayarak öldürdükleri,
 
24- 25.10.1993 günü silahlı 5 PKK'lının, Erzurum İli Çat ilçesi Yavi Kasabası’na baskın düzenlediği, Ağaköy’den 25 DY 142 plaka nolu kamyonetine yüklediği hayvanları Gökçeşeyh Köyüne götüren Zeki BİNGÖL’ü Yavi Kasabasına yakın bir yerde durdurdukları, Zeki BİNGÖL'ü, yanındaki arkadaşlarını ve hayvanları kamyonetten indirdikleri, kamyonetle köye gelen militanlardan 4'ünün kamyonetten inerek kahvehaneye girdikten sonra kahvehanede bulunan halkı rasgele taradıkları ve Hikmet ÇİMEN, Ahmet KOÇOĞLU, Elaattin AKDENİZ, Abdulgani AKDENİZ, Selahattin KÖSE, Hamit TURHAN, Mehmet POLAT, Tahsin POLAT, Sıddık BİRGÜL, Dursun YAŞAR, Kamil TİRYAKI, Zülküf POLAT, Şeref KÖSE, Abdulbaki YILDIZ, Ahmet KÖÇER, Selami DURSUNOĞLU, Ahmet PEKCAN, Ali KARAPINAR., Selami KUDRET, Sinan ŞİMŞEK, Lütfü Ihsan POLAT, Salih SUNAR, Hacı Ali NEHİR, Yusuf ŞAHAN. Hacı BİLİR, Yusuf YAVİLİOĞLU, Kurbani YEŞİL, Hacı YAVİLİOĞLU, Rasim YAVİLİOĞLU, Bünyamin YEŞİL, Muhlis MENTEŞE ve Hulusi MENTEŞE’yi öldürdükleri, 10 kişiyi yaraladıkları,
 
25- 12.12.1993 günü Adıyaman İli Ağaçkonak Köyüne baskın düzenleyen bir grup silahlı PKK elemanının, köyde bulunan GKK’lar Cumali BEREKET ile Mehmet DENİZ’in evine giderek, hem Cumali BEREKET’i hem İsmet DENİZ’i ve hem de bu şahısların yakınları Ali BEREKET, Mehmet DENİZ, Gülistan BEREKET, Bedriye DENİZ, Cemal DENİZ, Şehriban DENİZ. Gülhan BEREKET, Burhan DENİZ, Emine DENİZ, 2 yaşındaki Hülya DENİZ’i öldürdükleri, 11 yaşındaki Erdal DENİZ’i yaraladıkları ve Mehmet DENİZ ve Cumali BEREKET’in evini tamamen yaktıkları,
 
26- 13.08.1994 günü Elazığ İli Alacakaya İlçesi Halkalı Köyüne baskın düzenleyen 4 silahlı PKK elemanının tarlalarında çalışan köylüleri topladıkları ve hepsini yine köy sakinlerinden olan Mehmet TEMİZKAN isimli kişinin tarlasının içindeki söğüt ağacının yanında topladıkları, köylülere PKK’nın propagandasını yaptıkları, köylülerden Hüseyin ÖZGEN’i kendilerine ekmek getirmesi için köye gönderdikleri, sonra PKK elemanlarından birinin elindeki telsiz ile bir konuşma yaptığı, konuşmadan sonra aldığı emir uyarınca topladıkları köylüleri 2’şer sıra halinde dizdikten sonra köylülerin saatlerini ve paralarını topladıkları, ellerindeki kaleşnikof silahlarla dizdikleri köylüleri taradıkları, Mehmet Zülfi ÖZGEN, Mehmet ÖZGEN, Ali ÖZDEMİR, Hüseyin BAKŞİ, Mehmet BAKŞİ. Ahmet ÇELİK, Mehmet ÇELİK, Hüseyin ÇELİK, Mehmedi GÜLŞEN. Mahmut GÜLŞEN’İ öldürdükleri, Hanifi ÖZGEN’i yaraladıkları,
 
27- 25.12.1991 günü saat 13.00 sıralarında PKK elemanları Cemal TEKİN, Nevzat GÜNGÖR, Soner ÖNDER, Hüseyin BİLGE ve Çetin ARKAŞ’ın, Bakırköy İlçesi İstanbul Caddesinde bulunan Çetinkaya Giyim Mağazasına molotof kokteyli ile saldırı düzenledikleri, mağazayı tutuşturdukları, mağazada bulunan Ahmet ÇETİNKAYA, Sezer BAKKAL, Merve Gül BAKKAL, Şaziye NADİR, Zübeyde NADİR, Hatice ÇELİK, Habire ÇELİK, Rezzan KIZILKIRMIZI, Seda KIZILKIRMIZI, Hasan DERVİŞOĞLU, Yaver AĞABEYLİ ve Şengül ARAS’ı yakarak öldürdükleri, 12 kişiyi de yaraladıkları,
 
28- 12.02.1994 günü PKK örgütü elemanları Cumali KARSU ve Enver ÖZER’in yedeksubay öğrenciler ve askerlerin geleceği saatte patlamak üzere ayarlanmış zaman ayarlı bombayı Tuzla Tren İstasyonundaki çöp bidonuna yerleştirdikleri, eylem talimatını PKK elemanı Şerif MERCAN’ın verdiği, bombanın patlaması sonucu yedeksubay adayları İsmail KAYA, Osman BOZDAĞLIOĞLU, Murat TUNCEL, Ekrem OKUTAN, Cüneyt GÜDEN’in öldükleri, 16 askeri öğrenci ile 11 erin yaralandığı,
 
29- 09.05.1990 günü Muş İlinden Bingöl-Genç istikametine giden 3005 sefer sayılı treni Yörecik Köyü yakınlarında durduran silahlı bir grup PKK elemanının tren görevlileri Mustafa TOPÇU, Mustafa ESKİMEZ ve Ziya ÇETİN’i trenden indirdikten sonra başlarına uzun namlulu silahlarla ateş ederek öldürdükleri, diğer görevliler Hüseyin ÖZGÜR, Yaşar ÇAVUŞ, Sait ERGUN’ün PKK elemanlarının elinden kurtularak kaçmayı başardıkları,
 
30- 10.06.1992 günü Bitlis İlçesi Kokarsu Köyüne baskın düzenleyen bir grup PKK elemanının Çubuk Mezrasıyla Sütlüce Mezrası arasında köye gitmekte olan 13 AV 223 plakalı minibüsü durdurduktan sonra içinde bulunan İbrahim IŞIKLI, Mehmet Ali ŞİLLİ, Mehmet ŞİŞMAN, Ahmet ŞİŞMAN, Hikmetullah DİKSİN, Abdullah ÖZBAŞ, Kemal ŞİLLİ, Mahmut ÖZER. Adil ŞİŞMAN, Mahmut GÜNEŞ, Abdülaziz TAŞOĞLU, Yaşar ALAYUMAT ve Mahmut ŞİŞMAN’ı kaleşnikof tüfeklerle tarayarak öldürdükleri,
 
31- 09.10.1992 günü silahlı 8 PKK elemanının saat 15.40 sıralarında Gözlü Köyü yol ayırımına 1 Km. kala müsait bir yerde pusu kurdukları ve o saatte Sadettin DAYANA’nın sevk ve idaresinde Şirvan İlçesi Kayahisar Köyü istikametine gitmekte olan ECH 02 plaka Nolu minibüsü otomatik silahlarla taradıkları ve minibüste bulunan Hari ARAL, Sadullah ERDOĞAN, Mehmet İPPAKNA ve Zaide ZEYREK’i öldürdükleri, Hayrettin DAYANA, İdris BULUNTEKİN, İskan BULUNTEKİN, Selahattin ZEYREK ve Mustafa ZEYREK’i yaraladıkları,
 
32- 20.10.1992 günü Solhan İlçesi Hazerşah Köyü Aksakal Mezrası yakınlarında, 23 EA 355 plakalı otobüsün önünü kesen 3 PKK elemanının otobüste bulunan yolcuları indirdikten sonra aracı ateşe verdikleri ve kimlik tespitine başladıkları, bu sırada Abdurrahman PARLA isimli yolcunun kaçmak istemesi üzerine ellerindeki silahlarla bütün yolcuları taradıkları ve Mahmut KAYA, Sait ALIN. Hasan IŞIK, Ziya ÖZCAN, Mahmut ALP, Ali KAYA, Eşref İDE, Temür ÖZTAŞ, Abdullah İLKYAZ, Mehmet TUZ, Rabiya KARABEYESER. Hamit AKAR, Keje KAYA, Ömer ÖLMEZ, Abdurrahman GÜLTEKİN, Cevdet YILMAZ, Hüseyin ALACA, Selim İLHAN ve Ali DEMİR'i öldürdükleri,
 
33- 25.10.1992 günü saat 10.45 sıralarında Muş İlinden Elazığ İli istikametine jandarma timi muhafazasında gitmekte olan 2561 sefer sayılı posta trenine 229 km.deki tünel girişinde bir grup PKK elemanınca ateş açıldığı, ateşe ateşle karşılık verildiği, PKK elemanlarının önceden trenin raylarını sökmüş olmaları ve raylara patlayıcı madde yerleştirmeleri, trene de roketatarlarla saldırmaları neticesinde tren çeken olan 2 lokomotif ile güvenlik görevlilerinin içinde bulunduğu zırhlı vagon, 3 yolcu vagonu ve 5 yük vagonunun 25 mt. derinliğindeki Murat Nehrine yuvarlandığı, olayda tren makinistleri Ahmet YILDIRIM ile Ali Osman DİLEKÇİ’nin öldüğü, 45 kişinin de muhtelif yerlerinden yaralandığı,
 
34- 10.08.1993 günü Genç İlçesi Ardıçdibi Köyü Soğan Mezrası yakınlarında yolun güneyindeki tepelere pusu kuran sayısı belirsiz PKK elemanlarının saat 18.00 sıralarında Çaytepe Köyüne yolcu taşımakta olan Ziya ÖZTÜRK yönetimindeki 12 AH 462 plaka Nolu minibüsü uzun namlulu silahlarla tarayarak Tahsin YOLDAŞ, Hamit ARTAR, Ziya ÖZTÜRK, Fevzi ÇABUK, Sait ARI, Gülten ÇAKIRCI, Zehra PEŞMEN ve Nurullah DİNSEVER ile (1) yaşlarındaki Emrah ÖZER’i öldürdükleri,
 
35- 04.08.1993 günü Bingöl Solhan İlçesi, Bağönü Köyü Kordere mevkiinde 8-12
minibüsü durduran bir grup PKK elemanının araçlarda bulunan Şehmuz KARDAŞ, Mehmet ÜRÜN, Hasan YEŞİLDAG, Mehmet OZİL, Mehmet Salih KILIÇASLAN, Hasan KIZMAZ, Ferzende KARDAŞ, Aşur TURAN. Mirza BUGAN, Mehmet Zeki KARDAŞ. Hayrettin KARDAŞ, Seyfettin ÇETİN, Feyat ÜRÜN, Aydın UZUNKÖPRÜ, Seyfettin ÖZASLAN, Kıyasettin AKYOL’u silahla tarayarak öldürdükleri, (14) vatandaşımızı da yaraladıkları, öldürdükleri ve yaraladıkları şahısların paralarını aldıktan sonra olay yerinden uzaklaştıkları,
36- 18.09.1993 günü, Bitlis-Mut karayolunda Köyü Karçunbaşı mevkiinde 5-6 aracı durduran bir grup PKK elemanının araçta bulunanları indirip kimlik kontrolü yaptıkları ve GKK’ları ayırdıkları, bu sırada olay yerine doğru gelen 13 AN 823 plakalı minibüste bulunan GKK’ların durumu anlayarak PKK elemanlarına ateş ettikleri, bunun üzerine PKK elemanlarının da ellerindeki kaleşnikof silahlarla araçlardan indirdikleri şahısların üzerine rasgele ateş ettikleri, Menderes YAŞAR, Ali YALÇIN, Seneddin KANIK, Mehmet Sait ÇELİK, Sebahattin CEYHAN, Bedirhan UYANIK, Muzaffer ALTINKAYA ve Ali YALÇIN’ı öldürdükleri, ayrıca (14) kişiyi yaraladıkları,
37- 07.09.1994 günü Hakkari İli Çukurca İlçesi Köprülü Köyü yolunu kesen bir grup PKK militanının, (10) adet otomobil, (1) minibüs, (1) jeep pikap, (1) adet kamyonu yaktığı, araçlardan indirdikleri Ahmet ACAR, Kasım EDİŞ, Nevzat EDİŞ, Hacı TEKİN, Necati YÜNLÜ isimli vatandaşları tarayarak öldürdükleri, (15) vatandaşı da kaçırdıkları, olay yerine intikal eden güvenlik görevlileri ile PKK grubu arasında sıcak temas sağlandığı, bu çatışmada da Çukurca İlçe Jandarma Komando Bölüğünde görevli Isparta İli Yalvaç İlçesi Cami Mahallesi nüfusuna kayıtlı 1967 doğumlu Erkan APALAK’ın silahla vurularak şehit olduğu,
38- 01.06.1995 günü Kozluk İlçesi Ulaşlı Köyü Tomurcuk Mezrası yakınlarında Kahveci-1 mevkiinde pusu kuran bir grup PKK militanın Ziyaret Beldesine doğru seyir halinde olan 01 EC 590 plaka nolu otobüsü kaleşnikof silahlarla yaylım ateşine tuttukları, PKK elemanlarının ateşi neticesinde şoför koltuğunun arkasındaki ikinci koltukta ve ön sol koltukta oturan kadınlardan Sevim KILIZKAN, Süheyla KANMAZ, Necla KOÇYİĞİT’i öldürerek olay yerinden kaçtıkları,
39- 21.03.1990 günü bir grup silahlı PKK elemanının önceden planladıkları şekilde Şark Kromları Ferro Krom Müessese Müdürlüğü elemanlarını taşıyan müesseseye ait araçların önüne pusu kurdukları, Palu İlçesi Kayaönü Köyü hudutları içindeki Küçükseri Tepesinde durdurdukları, müessese müdürü ile diğer personeli araçlarından indirdikten sonra şahısların arasından seçtikleri müessese müdürü Metin ÇAKIR, Bülent FİDAN, Orhan YELER, Fethi Mehmet BAKAR, Selim ŞAHİN, Aydın İNCEOĞLU, Hüseyin YEĞENOĞLU, Mehmet Zeki ÖZÇELİK’i silahlarıyla tarayarak öldürdükleri, müessese müdürlüğüne ait araçları yaktıkları, olay yerine ''PKK'' ve ''ERNK'' imzalı bildiri bıraktıkları ve olay yerinden uzaklaştıkları,
40- 11.09.1992 günü saat 19.40 sıralarında ellerinde uzun namlulu silah, roketatar ve lav silahları bulunan PKK grubunun Kozluk İlçesi Yanıkkaya köyü yakınlarında bulunan Shell/Mobil Şirketi’ne ait Mobil 32 nolu sondaj kuyusu ile Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına ait 103 Toplama Kampına baskın düzenlediği, 103 Toplama Kampında tanker kamyonu, jeneratör ve karavanı yaktıkları, Mobil 32 nolu sondaj kuyusunda işçi ve mühendisleri ayırdıktan sonra her birinin üzerine tek tek ateş ederek, mühendisler Ahmet Hakan YILMAZ, Hakan BAYLA ve Mustafa YELKENCİ’yi öldürdükleri, Ahmet ŞENYİĞİT, Hasan ZENGİN, Mustafa OĞUL ve Ahmet ŞAHBİLMEZ’i yaraladıkları,
41- 23.10.1993 günü, 5 silahlı PKK elemanının Muhittin GÜÇ isimli şahsa ait 12 AE 308 plaka nolu kamyonu gasp ettikleri, gasp ettikleri kamyonun kasasında gizlenerek Kiğı Günlük Köyü yol ayrımındaki kil ocağına kadar geldikleri, kil ocağında araçtan inerek işçileri bir araya topladıkları ve üzerlerine yaylım ateşi açarak Özer ÇAKMAK, Sezgin BİNGÖL, Eşref YILDIZ, Mustafa Necati AKSAÇ, Ömer NAMA, Abdurrahman BAĞCI, Yusuf KILIÇ, Mustafa NAMA, Abdussemet AVCI ve Muhittin ÜSTÜNKAYA’yı öldürdükleri, Rıdvan ADA ve Yahya GÖÇER’i yaraladıkları,
 
42- 21.09.1996 günü saat 22.30 sıralarında Alacakaya İlçesi Etibank Şark Kromları Kef İşletmesine el bombası ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenleyen kalabalık bir PKK grubunun özel güvenlik görevlileri Eyüp ÇELİK, Suat ÇETİN, Davut EŞ, Mansur SÖNMEZ ile Yılmaz GÜN’ü öldürdükleri, İşletmeye ait iş makinaları, yazıhane ve yatakhaneleri tahrip ettikleri,
 
43- 30.06.1996 günü saat 17.40’ta elbiselerinin içine bomba yerleştiren Zeynep KINACI isimli PKK elemanının Tunceli İli Cumhuriyet Meydanında bayrak merasimine katılan Merasim Kıtasının içine hızla daldığı ve evvelce vücuduna yerleştirdiği bombayı infilak ettirdiği, olayda PKK elemanı Zeynep KINACI’nın kendisi ile birlikte Astsubay Önder YAĞMUR, Er Celal ATIL, Er Yusuf YILDIRIM, Er İbrahim SEVER, Er Ahmet YAYMAN’ın öldüğü,
 
44- 17.11.1998 günü saat 09.00 sıralarında Yüksekova İlçesi İlçe Jandarma Komutanlığı önünde Van iline gitmek için hazırlanan askeri konvoy arasına giren Fatmi ÖZEN isimli PKK elemanının çantasına yerleştirdiği parça tesirli bombayı infilak ettirdiği, bombanın infilak etmesi sonucu Astsubay İrfan TÜRKER’in şehit olduğu, Jandarma Astsubay Uğur AKYOL, Astsubay Çavuş Adem CEYLAN, Mustafa DUGARLI ile Yüksekova ilçesinden İbrahim DİCLE ve Hüseyin KANAT’ın yaralandıkları,
 
45- 14.04.1990 günü Elazığ Arıcak İlçesi Bükardı Köyüne gündüz saatlerinde silahlı baskın düzenleyen bir grup PKK elemanının köyün ilkokuluna gittikleri, öğretmenleri bir odada topladıktan sonra öğretmenlerin eşlerini de getirdikleri, öğretmenlerin eş ve çocuklarını müdür odasına aldıktan sonra sınıflardan birine öğretmenleri ikişer ikişer oturttukları, bir müddet konuşma yaptıktan sonra silahlarıyla üzerlerine ateş ederek öğretmen Sebahattin KURTULUŞ, eşi Hikmet KURTULUŞ, öğretmen İzzet YÜKSEL, öğretmen Ahmet BEKAR ve öğretmen Bayram YEŞİL’i şehit ettikleri,
 
46- 23-24.06.1993 günü gece saatlerinde Tunceli İli Meşeyolu Köyüne gelen silahlı bir grup PKK elemanının köy ilkokulu lojmanlarında kalan okul Müdürü Hamza ÇETİN ile Okul Öğretmeni Erkan AYDIN’ı kaleşnikof silahla ateş etmek suretiyle öldürdükleri, okul lojmanlarından birini ve okulu tamamen yaktıkları, bir lojmanı da tamamen tahrip ettikleri,
 
47- 07.10.1993 günü saat 17.50’de Tunceli İli Pertek İlçesi Pirincik Köyüne gelen 5 silahlı PKK elemanının köy okuluna 15 mt. mesafede olan bekar öğretmenlerin kaldığı lojmana girdikleri, konuşmak için geldiklerini söyleyerek öğretmenleri bir odaya topladıktan sonra evli öğretmenleri, okul müdür yardımcısı ve okul müdürünü de girdikleri lojmana çağırdıkları, okul müdürü o sırada bir başka köyde hasta ziyaretine gitmesi sebebiyle bulunamadığı, diğer evli öğretmenler ve okul müdür yardımcısının bekar öğretmenlerin kaldıkları lojmana geldikleri, PKK elemanlarından biri öğretmenlere 5 dakika kadar süren bir konuşma yaptıktan sonra okul müdür yardımcısı Ali Galip TUTAR'ı ekmek almak bahanesiyle 2 PKK elemanının nezaretinde evine gönderdikleri, Ali Galip TUTAR'ı gönderdikten 5 dakika sonra kalan 3 PKK elemanının kaleşnikof ve G-3 silahlarıyla odada kalan öğretmenleri yaylım ateşine tuttukları, öğretmenler Fevzi KATAR, Taşkın ŞENGEN, Ünal ATLI, Orhan BAKIŞ’ı öldürdükleri, Cemal ÜNLÜ’yü ağır yaraladıkları,
 
48- 11.09.1994 günü saat 22.15 sıralarında kalabalık bir PKK grubunun Tunceli İli Mazgirt ilçesi Darıkent Beldesine baskın düzenlediği, beldede bulunan Jandarma Karakolu’nu yoğun ateş altında etkisiz hale getirdikten sonra beldenin PTT ve belediye binalarına, sağlık ocağına girdikleri, PTT binasında bütün eşya ve evrakı yaktıkları, belediye binasının bütün kapı ve pencerelerini kırdıkları, sağlık ocağı içinde yangın çıkardıkları, ocakta bulunan sağlık malzemelerini aldıkları, Darıkent Beldesi İlköğretim Müdürlüğünde görevli öğretmenler Ali İhsan ÇETİNKAYA, Metin KAYNAR, Buminhan TEMİZKAN. Mustafa KARINCA, Rüstem ŞEN ve Vedat İNAN’ı evlerinden çıkardıktan sonra kaleşnikof silahla tarayarak öldürdükleri, sağlık memurları Mesut DEMİRTAŞ, Kazım KILIÇ ve Hüseyin VURAL’ı kaçırdıkları, ilköğretim okulunun bir kısmını yaktıkları,
 
49- PKK elemanları Sakine DONMEZ ile Atilla KAYA’nın, örgütün Ege Bölgesinde turistlere yönelik bombalı eylem yapma kararı alması üzerine önceden hazırlanan ve yanlarına verilen 5 adet zaman ayarlı savunma tipi el bombasıyla turist görünümünde Fethiye’ye geldikleri, Fethiye’de Çoban Pansiyonu’na yerleştikten sonra 21.06.1994 günü Yat Limanı yanındaki Çay Bahçesinde önceden meyve suyu kutusu içine yerleştirdikleri zaman ayarlı el bombasını naylon torbayla oturdukları masanın demirine astıkları ve olay yerinden uzaklaştıkları, bombanın patlaması sonucunda çay bahçesinde bulunan içlerinde 7’si Alman ve İngiliz vatandaşı turist olan 13 kişinin yaralandığı,
 
50- Fethiye İlçesindeki eylemi gerçekleştiren Sakine DÖNMEZ ve Atilla KAYA’nın ertesi günü Marmaris ilçesine gittikleri, 22.06.1994 günü saat 14.30’da Atilla KAYA’nın Belediye Halk Plajı’ndaki, Sakine DÖNMEZ’in Abdi İPEKÇİ Parkı’ndaki çöp bidonlarına zaman ayarlı el bombalarını yerleştirdikleri, çöp bidonlarına konan bombaların infilak etmesi sonucu parklarda bulunan 11 kişinin çeşitli yerlerinden yaralandık1arı, yaralananlardan 4’ünün İngiliz vatandaşı turist olduğu, Joanna GRIFFITHS isimli yaralı İngiliz turistin sonradan öldüğü,
 
51- 17.09.1995 günü saat 09.55’te PKK elemanları Mehmet Nuri ÖZEN, Hasan AŞKIN ve Fesih YAVAŞ’ın İzmir Gaziemir’deki TANSAŞ Mağarasının çok yakınında bulunan çöp bidonuna yerleştirdikleri saatli bombanın patlaması sonucu Muzaffer YILDIZ, Veli EREFE, Sefer AĞLAR, Selami SAYILIER, Nadir SAKALLIOĞLU’nu öldürdükleri, 28 kişinin yaralandığı, çevrede bulunan ağaçların hasar gördüğü, Mehmet Nuri ÖZEN ve Hasan AŞKIN’ın Yunanistan’da Atina’ya 5-6 saatlik mesafesi olan Yunan Devletinin himayesindeki PKK Kampında askeri eğitim gördükleri, eğitimlerini bilhassa bomba yapma üzerinde yoğunlaştığı, eğitimlerinin bittiği 1995 yılı ağustos ayı ortalarında kamp sorumlusu Yılmaz- Zuhal (K) tarafından İzmir’deki turistik tesislere eylem düzenlemek üzere Hasan AŞKIN’la birlikte Türkiye’ye gönderildikleri, Türkiye’ye gönderildikten sonra arkalarından gelen Doğan (K)la birlikte eylem düzenlemeye elverişli yerleri araştırdıkları, Gaziemir’deki TANSAŞ Mağazasına turistlerin ve askerlerin de geldiğini tespit ettikten sonra burada eylem yapmayı kararlaştırdıkları, TANSAŞ Mağazası yanındaki bombayı Doğan (K)’la birlikte hazırladıkları, hazırladıkları bombayı Hasan AŞKIN’ın çöp bidonuna yerleştirdiği, bombayı yerleştirmek için olay yerine Feshi YAVAŞ’la birlikte geldikleri,
 
52- 3/118 Jandarma Sınır Tabur Komutanlığı 9. Bölüğe bağlı ve Andaç Köyü Serin
Mahallesinde konuşlandırılan Serin Jandarma Takımına 25.10.1985 günü gece saatlerinde silahlı baskın düzenleyen 50-60 kişi kadar oldukları tahmin edilen silahlı PKK grubunun, Jandarma erlerinden Ahmet BURSA, İsmail DEMİRBAŞ, Halis ARINIĞ, Ali TÜRKER, Nihat ÇELEBİ, Beytullah ALIÇ, Ömer KARA, Celal ÇAMBEL, Ramazan ÇELİK’i şehit ettikleri, Nihat EMİROĞLU ve Muammer KAFKAS’ı yaraladıkları, şehit ve yaralıların silah ve mühimmatlarını da gasp ettikten sonra gece karanlığından da yararlanarak olay yerinden uzaklaştıkları,
 
53- 04.08.1991 günü saat 04.30 sıralarında Hakkari İli Şemdinli İlçesi hudutları içinde bulunan 1/118 Sınır Tabur Komutanlığına bağlı Samanlı Karakolu’na baskın düzenleyen 150-200 kişilik bir PKK grubunun, karakolda görevli Jandarma Onbaşı Bekir ÖZAYDIN, Er Sedai ÖZER, Er Hasan TARIM, Er Yüksel KARACA, Er Mustafa HİÇYILMAZ, Er Mustafa GEDİK, Er Durak AÇIKGÖZ, Er Sait Ahmet APAK, Er Erdal ÇOBAN, GKK Baki YALÇIN’ı şehit ettikleri, 7 eri kaçırdıkları, toplam 9 subay, astsubay ve eri yaraladıkları,
 
54- 25.10.1991 günü saat 04.45 sıralarında 10. Jandarma Sınır Bölük Komutanlığına baskın düzenleyen ve 200 kişi oldukları tahmin edilen silahlı PKK grubunun, Sınır Bölük Komutanlığının emniyetini sağlamak için tepelerde mevzilendirilmiş timlerinde görevli erler Necati ÇİÇEK, Mehmet ÜNAL, Duran OKÇU, Ali AKDOĞAN, Savaş GEDİK, Ali ERDOĞAN, İdris DEMİRTAŞ, Yılmaz KABAK, Ali ERDEM, Hasan YAĞLIGİRDİ, Necdet AYHAN, Cengiz SABUNCU, Hüseyin ALBAŞGİL, İsmet ÖZDEMİR, İsmail AKDUMAN’ı şehit ettikleri, Asteğmen Bilal ÇAKIRCALI, Çavuş Feyyaz BİLGİÇ, Erler İlhan ÜNALAN, Hasan KARASAKAL. Mahmut GÖKALP, Salih DEMİR, Habip KOÇER, Bayram SELEK, Faruk GÜNEY, Sadık KOCA’yı yaraladıkları,
 
55- 24.05.1993 günü kalabalık bir silahlı PKK grubunun Bilaloğlu Köyü yakınlarında Çevrimpınar yol ayırımında Elazığ-Bingöl karayolunu kestikleri, durdurdukları araçlarda bulunan yolcuları indirdikten sonra izinden dönen ve kıtalarına gitmekte olan erbaş ve erler Ramazan AKKAYA, Mehmet ÖZTÜRK, Ertan KAÇAR, Hüseyin ÇELİK, Mustafa YILMAZ. Nihat ODABAŞI, Ercan ÇOBANOĞLU, Uğur BOZACI, İbrahim ERTAN, Hasan GÜLTUTAN, Haydar ASLAN, Mevlüt ÖZKAN, Şenol CANSIZ, Aydın KUZEY, Mustafa KOÇANOĞLU, Mustafa SARIGÖZ, Cavit YAMAN, Ali ARAR, İlyas UYAR, Murat MENTEŞ, Ahmet ARAR, Hilmi ŞAHİN, Şeref TAY, Adem ZÖNGÜR, Baki UMUTLU, Murat ELİBOL, Mehmet TURA, Ahmet APAK, Hikmet ÖZDEMİR, Turgut ERGUL ile öğretmenler Mehmet BİROL, Abdullah KABA, Selahattin ASLAN ve Güzel DOĞAN, Sisi ÖZDEMİR, Erdal AKBAŞ isimli vatandaşları şehit ettikleri,
 
56- 15.09.1993 günü Van İli Çatak ilçesi Kanalga Karakoluna baskın düzenleyen kalabalık bir grup silahlı PKK elemanının, karakolu korumak için 2 km. mesafedeki 2053 rakımlı tepe ile bu tepenin kuzeyindeki rakımsız tepede pusuya yatan timlerde görevli Uzman Jandarma Çavuş Mete SARAÇ, Jandarma Onbaşı Yılmaz GÖKÇEN, Jandarma Onbaşı Ramazan ÇAKIR, Jandarma Onbaşı Murat ÖZÇELEBİ, Jandarma Er Selahattin TOKAT, Jandarma Astsubay Çavuş Ali UĞUR, Jandarma Er Cuma YILDIZ, Jandarma Er Satılmış TAŞDELEN, Jandarma Er Zeki CANER, Jandarma Er Muammer KARACAER, Jandarma ER Ali ÇAKIR, Jandarma Er İhsan AVŞAR’ı şehit ettikleri ve silahlarını gasp ettikten sonra kaçtıkları,
 
57- Eruh Dağdöşü Köyünde konuşlanmış bulunan Jandarma Komando Bölüklerinin emniyetini sağlamak amacıyla çevreye çıkardığı timlerine 09.11.1994 günü saldırı düzenleyen kalabalık bir PKK grubunun, timlerde görevli komando erler Fahrettin ENGİN, Atilla ÖZTÜRK, Veli KARA, Halim ÇİMEN, Mehmet ÖZEN, Ayhan ÖZAY, Şamas AYTAÇ, Muharrem ÇAKIR, Kurabey YILDIRIM, Yaşar SOYTÜRK, Faik ALKAN, Ercan AYGUN, Erol KAKIŞIN, Cevahir ÇELİK, Mustafa ALTINTAŞ’ı öldürdükleri, 13 komando erini de yaraladıkları,
 
58- 15.06.1995 günü saat 23.00 sıralarında Şemdinli ilçesi Ortaklar Köyü hudutları içinde bulunan Jandarma Karakoluna baskın düzenleyen 400 kişilik silahlı PKK grubunun karakolda görevli jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Ekrem KAYAR, Jandarma Astsubay Çavuş Vedat ÖZAYAR, Jandarma eri Ali ÇELİK, Jandarma Eri Engin ÇİL, Jandarma Eri Halil TATLI, Jandarma Eri Ali AKYOL, Jandarma Eri Hasan ÇELİK, Jandarma Eri Arif MEYDAN, Jandarma Eri İrfan ÖNCEL, Jandarma Eri Sadık ŞİŞMAN, Jandarma Eri Mehmet ÇADIRCI, Jandarma Eri İlimder ATASOY, Jandarma Onbaşı Ali SIJYABATMAZ, Jandarma Eri Mehmet DEMİR, Jandarma Eri Mehmet ÖZTÜRK’ü şehit ettikleri; Jandarma erleri Mehmet SIKILGAN, İsmail BAŞARAN, Hakan PUSAT, Ramazan ÇELİK, Tuncay KAVAKLIOĞLU’nu kaçırdıkları, Jandarma Erleri Halil KAYACI, Şahin KILIÇ, Yavuz KIRMIZIYÜZ, İrfan TOPÇUOĞLU, Hulusi ERDOĞAN, Özkan ADIŞANLI’yı yaraladıkları,
 
1995 yılında yapılan V. Kongre’de örgütün Karadeniz ve Toroslar Bölgesi’ne açılması kararını alması üzerine silahlı faaliyetlerin bu bölgelere taşındığı ve;
1- 26.05.1997’de Tokat Kurtuluş Un Fabrikası’nı basan bir grup PKK'lının 3 kişiyi öldürdüğü,
2- 07.06.1997 tarihinde Tokat Niksar İlçesi Gökoluk Köyü yakınlarında bulunan PTT'ye ait radyolink istasyonuna saldırıldığı,
3-27.07:1997 tarihinde Almus İlçesi Ceget Kasabası çıkışında askeri araca silahla saldırıldığı,
4- 30.08.1997 tarihinde Reşadiye İlçesi Bostankolu Köyü’nde yol çalışması yapan araçların yakıldığı,
5- 14.10.1997 tarihinde Reşadiye İlçesi Sazak Yöresi’nde jandarma timine pusu kurularak 4 askerin şehit edildiği, 1 askerin yaralandığı,
6- 30.11.1997 tarihinde Almus İlçesi Kızıldere Köyü civarında sayımda görevli askerlere ateş açıldığı,
7- 20.11.1997 tarihinde Almus İlçesi Çiftlik Köyü Arut Yaylası’nda güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girildiği,
8- 15.07.1997 tarihinde Almus İlçesi Bakımlı Köyü Kızıliniş Mevkiinde karayolu kesilerek yolcuların eşyalarının gaspedildiği,
9- 14.12.1997 tarihinde Niksar İlçesi Alpaören Köyü Fatlı Mevkiinde bulunan Mimsan Kireç Sanayi’ne baskın yapıldığı,
10- 06.07.1998 tarihinde Niksar-Akkuş karayolu kesilerek bir otobüs yakılıp, içinde bulunan Ünye İlçesi Cezaevi 2. Müdürü Mustafa ERYILMAZ’ın öldürüldüğü,
 
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın, PKK'nın Kongre ve Konferanslarına sunduğu raporlar ile buralarda alınan kararlarla ve çeşitli basın, yayın kuruluşlarına verdiği beyanlarla, yazdığı yazılar ve kitaplarla, örgüt elemanlarını eylem yapmaya sevk ettiği, yukarıda örnek verilen eylemlerin birçoğunun emrini bizzat verdiği, böylece üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde sözde Kürdistan Devleti kurmak amacıyla kurup örgütlediği silahlı çete niteliğindeki PKK terör örgütünü, aldığı kararlar, verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek; Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf suçu işlediğinden bahisle 2845 Sayılı Yasanın 9 ve 20. maddelerince yargılanarak, eylemine uyan TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle mahkememize kamu davası açılmış, bu dava da önce mahkememizin 1999/63 Esas sırasına kaydedilmişken, 29.04.1999 gün ve 1999/63-52 sayılı kararla, mahkememizin 1999/21 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. (Kl-88)
 
Böylece sanık hakkında aynı suçtan açılan 4 ayrı kamu davası, aralarında mevcut şahsi ve hukuki irtibat nedeniyle CMUK'nun 2-3-4. maddeleri uyarınca mahkememizin 1999/21 Esas sayılı davası ile birleştirilerek; yargılama bu dosya üzerinden yürütülüp sonuçlandırılmıştır.
 
 
===2- Esas Hakkında Mütalaa ===
Yazılı olarak hazırlanıp 08.06.1999 günlü oturumda, DGM.C.Başsavcısı Cevdet VOLKAN tarafından okunarak sunulan esas hakkındaki mütalaada;
 
Sanık hakkında açılan son davaya ait 26.04.1999 gün ve 1997/514 Hz, 1999/98 Es., 1999/78 nolu iddianamede, sanığın başında bulunduğu PKK terör örgütünün kuruluşu, amacı, programı, stratejisi, yapılanması ve genel faaliyetleri ile gerçekleştirdiği eylemler ve bunların nitelikleri, hukuki değerlendirilmesi konularında geniş bilgi verildiğinden tekrarında yarar görülmediği, bu nedenle sanığın değişik aşamalardaki savunmaları ve yargılama sırasında ortaya çıkan fiili ve hukuki durumu değerlendirilerek esas hakkındaki mütalaanın hazırlandığı,
 
Sanığın 31.05.1999 günlü oturumdaki sorgusunda, iddianamede belirtilen ve kendisinin verdiği talimatlar üzerine örgüt elemanları tarafından gerçekleştirilen bütün eylemlerden 1. derecede sorumlu olduğunu, hatta ölümlerin iddianamede belirtilenden daha da fazla olması gerektiğini, 01.06.1999 günlü oturumda da hazırlık soruşturması sırasında Jandarma ve DGM C.Savcılarınca alınan ifadeleri ile Ankara DGM Yedek Hakimliği’nce tespit olunan, ilk savunmasının doğru olduğunu,, herhangi bir baskıya maruz kalmadan serbest iradesiyle verdiğini kabul ettiği, yine mahkeme başkanlığına sunduğu yazılı savunmasının 69. sayfasında PKK örgütünün eylemlerindeki sorumluluğunu açıkça ikrar ettiği,
 
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın 22.02.1999 günü DGM.C.Savcılığı’na verdiği ifadesinde “PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığım da doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramımız da vardır. Bu da doğrudur. Ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de Kürtlerin de Cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna vardım. Bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak birarada yaşayabileceğimiz sonucuna vardım.” dediği,
'''Kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03.04.1999 günlü ifadesinde de; '''
 
''...bildiğiniz gibi PKK'nın da kurucusu benim, PKK kurulurken programını da yaptık. 0 zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist temele dayalı yeni bir sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman, bize bu programın hayali olduğunu gösterdi... Kürt Devleti kurmanın mümkün olamayacağı ilmen de sabittir, gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca yardım.” dediği,
Hazırlık tahkikatı ile son tahkikat aşamasındaki ifadelerinde: Silahlı çete PKK'nın kurucusu ve yöneticisi olarak eylemlerinden birinci derecede sorumlu olduğunu kabul ettiği, ancak 1990’lı yıllardan itibaren aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek sınırlara hiç dokunmadan geliştirilecek bir çözümün daha gerçekçi olduğunu gördüğünü, kısaca 70’ler programını bırakıp yeni bir programa ulaşması gerektiğini kavradığını, “Pratiğim yakınen incelenirse şu çok açık görülecektir ve kitap dolusu belgelerle kanıtlanacaktır. En iyi anlamlı ve mümkün olan özgürlük ve bağımsızlık bu yer Kürdistan da olsa ancak Türkiye’nin genel Misak-ı Milli sınırları içerisinde mümkündür. Bilimsel olarak kanıtlamak zor değildir. Ayrılmış bir Kürdistan bitmiş ve bir gücün kuklası, işbirlikçilerin malikanesinden öteye gidemeyecek bir Kürdistan'dır. Ayrılmış bir Kürdistan halkın değil, yabancı ve işbirlikçilerin olabilir, ki bu ağırlıklı olarak hayaldir. Ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlanır. Tarih bütün oyunların isyanlarda nasıl oynandığını, asıl felaketleri halkın yaşadığını çok iyi ortaya koymaktadır. Kendi isyanımızda da bunu gördük. Tarihin en kritik dönemlerinde bu oyunlar oynanmıştır. Çözümsüz kaldığında başarıyla oynanmıştır da. 0 halde sorunu kendi ellerimizle çözmek, oynamak isteyenlere karşı kendi güçlü silahımız haline getirmektir. Bizzat tecrübemiz buna en iyi kanıt oldu. 0 halde ilk defa özgür irade ile gerçekleştireceğimiz bu kardeşlik çözümü yeni bir tarihi süreç olacak derken haklıyız. Kendi yargılanmamı olumlu barışın gerekçesi yapmak en temel demokratik idealimdir. Savunmanı temelde bu amaçla bağlantılıdır.” gibi görüşlere yer verilmişse de;
Sanık Abdullah ÖCALAN tarafından yazılan “Kürdistan’da Zorun Rolü” isimli kitapta “...Kürt halkı kurtuluş mücadelesini bazı alanlarda eylem biçimleri ile sınırlayamaz.”,
Sanık tarafından V. Kongre’ye sunulan politik raporda “1993’te biraz da geçiş arzeden o
dönemi bir ateşkes ile lehimize çevirmek istedik ve bu çok önemli bir adımdı. Hiç olmazsa bunu fırsat bilirler, canlanırlar diye düşündük. Aslında biraz da hem uzun soluk alma, hem de hazırlık yapma imkanı idi. Bazıları bu hazırlığı yaptı ama yine komuta yapılınca bu layıkıyla değerlendirilemedi.”
Yine PKK parti önderliği adı altında 08 Ekim 1998 tarihinde tüm partililer ve ARGK. savaşçılarına gönderdiği telsiz emrinde ateşkesle ilgili “Çoğunuz görev alacaksınız, görev bu temelde olabilir. Tabi düşmanın kısa bir süre için şöyle bir hedefi de var, kök kazımaktan bahsediyor... Bizim bunlara misilleme hakkımız makbuldür. Yani kendimizi iyi düzenleyerek bu 10 kat değişmiş, dönüşmüş bir temelde cevaplandırma görevimiz var. Biz ateşkes olayını tek taraflı da olsa düzenlemeyi sadece biraz daha hazırlık düzeyimiz, siyasi, diplomatik olarak da hamle imkanı kazanmak için yaptık, bu başarılı olmuştur, ama yetersizdir, daha da yapılacak işler vardır, düşman bunları bilerek çok sert davranıyor.”
Sanık tarafından 16.10.1998 tarihinde sözde Botan Eyalet Sorumlularına verilen telsiz talimatında “‘Nasıl ki Ankara’dan çıkış partileşme anlamına geldi ise, yine Ortadoğu’ya açılıp bir ordulaşma başarıldıysa, Uluslar arası alanda fazlasıyla açılmak kesinlikle devletleşme anlamında ciddi bir adım olarak değerlendirilmelidir. İnanıyorum ki yeni dönem bundan epey güç olacaktır. Gerilla tarzında yenilik ustalık en etkili cevabı verecektir.” şeklindeki sözlerle asıl niyetini ortaya koyduğu, keza sanık tarafından 1995 yılı içerisinde Hatay Alan Komutanı’na verilen telsiz talimatında “... şimdi onlara özgün yaklaşırsınız, yani zaten dostane ilişkilerimizi söylersiniz ve mutlaka kazanmaya çalışırsınız, fakat faşist Türk kesimini de yıldırırsınız sanırım. Sanırım o başlangıçta yaptığınız eylemler önemli, fakat genelleştirmemek kaydıyla. 0 yoksulları kazanın fakat tehlikeli olan ele başları da ezin. Tabii hiç acımadan çıkarlarını darbeleyen ve yine dediğim gibi bu arada zengin bir alan aslında. Birçok şeyini de haraca bağlayabilirsiniz o zenginlerin, bundan sonra hissederlerse epey gelir imkanınız da artar.” şeklindeki sözlerle örgüte gelir sağlamada karşı gelenleri yıldırma ve sindirme amacıyla acımasızlığını sergilemesinin dikkat çekici olduğu, bu nedenlerle sanığın savunmasında samimi olmadığı, silahlı çete PKK'nın kuruluş amacı olan müstakil Kürdistan’ı kurmak idealinden vazgeçmediği, bunun için koşulların oluşumunu bekleyip daha uygun bir ortamın yaratılması fırsatını kolladığı, tek taraflı ateşkes ilan etmesinin örgütün biraz daha iyi hazırlanması, siyasi ve diplomatik hamle imkanının kazanabilmesine yönelik olduğunu, bu itibarla sanığın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için çaba sarf edip samimi olmayan ifadelerde bulunduğunu,
Silahlı çete PKK'nın bir terör örgütü olduğunu, yurtiçinde ve özellikle yurtdışında uyuşturucu ticareti yapanlarla sıkı bir ilişki içerisine girerek gelir temininde onları aracı olarak kullandığını, uyuşturucu ticaretinden pay ve haraç aldığını, bu terör örgütünün bütün Kürtleri temsil ettiğinin gerçeklerle bağdaşmadığını, duruşmalarda dinlenen kimi müdahiller ile müdahil vekillerinden Av. Kazım AYAYDIN’ın da ifadelerinde Kürt kökenli Türk vatandaşı olduklarını ve Türkiye’de Kürt-Türk ayırımı yapılamayacağını, Türk ve Kürt’ün iç içe yaşadığını vurguladıklarını, PKK'nın suni olarak Türk ve Kürt ayrılığı yaratmaya, millet ve vatan bütünlüğünü bozmaya çalıştığını, oysa sanığın da ifadelerinde vurguladığı gibi 11. asırdan itibaren Türk’ler ile Kürt’lerin birlikte yaşamaya başladıklarını, birçok Türk boyunun Kürt boyları arasında eridiğini, bu itibarla iki halk arasında tabii bir kültür erozyonunun yaşandığını, kan bağının oluştuğunu, PKK çetelerine karşı savaşırken şehit düşen Kürt asıllı vatandaşların sayıca daha fazla olduğunu, PKK'ya karşı mücadele veren güvenlik kuvvetlerimizin yanında yer alan geçici köy korucularının Kürt asıllı vatandaşlar olmasının da dikkate değer olduğunu,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Kürt’lere baskı yapılmadığını, inkar politikası güdülmediğini, 1925’te patlak veren Şeyh Sait İsyanı'nın dahi devletten ayrılmayı hedeflemediğini, saltanat ve hilafetin geri getirilmesini amaçladığını, devlete karşı başlatılan silahlı bir hareketin güç kullanılarak bastırılması, isyan edenlerin de cezalandırılmasının uluslararası hukukta kabul edilmiş bir kural olduğunu,
Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenip Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nca da kabul edilen Misak-ı Milli’nin bir maddesinde; Mondros Mütarekesi’nin imzaladığı 30 Ekim 1918 günü mütareke sınırları içinde dinsel, kültürel amaçlı ve amaç bakımından birlik oluşturmuş ve birbirlerine saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ırki ve toplumsal haklarıyla coğrafi konumlarına bütünü ile saygılı ve fedakarlık duyguları ile dolu Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşik bulunduğu bölümlerin tamamının gerçekte veya yasal olarak hiçbir nedenle ayrım yapılması mümkün olmayan bir bütün olduğunun kabul edildiği, İstiklal Savaşı’nda Misak-ı Milli’nin bu hükmünün aynen benimsendiği, İstiklal Savaşı iyi incelendiğinde Atatürk’ün Misak-ı Milli’nin çizdiği sınırları içinde yaşayan halkın tamamını bir bütün olarak gördüğü, bölgesel güçleri birleştirmeye çalıştığı ve düşmana topyekün milletin gücüyle karşı koymaya çalıştığının görüleceği,
Amasya genelgesinde; ''Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.”, Erzurum Kongresi’nde ; “Trabzon ile Canik sancağı ve doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis ve bağımsız livaların hiçbir sebeple, bahane ile birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu,”, Sivas kongresinde ise, “Bütün yurttaki Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri birleştirilmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti adı altında kurulmuştur. Erzurum Kongresi’nde kararlaştırılan her türlü müdahaleye karşı toptan direnme kararı perçinlenmiş, Mondros Mütarakesi sırasında sınırlarımız içerisinde kalan ve ezici İslam çoğunluğu tarafından yerleşik Osmanlı ülkesi sınırları birbirinden ve Osmanlı camiasından bölünmesi mümkün olmayan ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Adı geçen ülkelerde yaşayan bütün islami unsurlar birbirlerine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ve ırki, toplumsal ve coğrafik haklarına bütünü ile saygılı özkardeşlerdir.” şeklindeki hükümlere yer verilerek, kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ırk esasına dayandırılmamasının amaçlandığını, bilahare ırk esasına dayanmama prensibinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında da aynen muhafaza edildiğini,
PKK tarafından başlatılan terör eylemlerinin bir bağımsızlık hareketi olarak kabul edilemeyeceğini, çünkü kendi toprakları üzerinde egemenlik iddiasında bulunan güçlerle savaşmanın ancak bağımsızlık mücadelesi sayılabileceğini, oysa PKK terör örgütünün hedef olarak gösterdiği toprak parçasının Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında bulunduğunu, ayaklanma, başkaldırı ya da isyan şeklini alan bu hareketin devlet güçlerine yöneltilerek devletin otoritesini zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını, zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını amaçladığını, bu açıdan bu eylemlerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3. maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi, 14. maddesinde belirtilen hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmaması hükmü ile bağdaşmadığını ve tümü ile TCK'nun 125. maddesinde müeyyidesini bulan devletin birliğini bozmağa veya devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya kalkışmak suçunu oluşturduğu, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu hükümlerine göre PKK'nın bir terör örgütü, mensuplarının da terör suçlusu sayılacağını, uluslararası hukukta da terörizmin her koşulda yasaklanıp ciddi bir insan hakları ihlali olarak kabul edildiğini, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’de, sonuçta terör suçlarının insanlık suçu olarak kabul edildiğini, 1989 AGİK Viyana Kapanış Belgesi, 1990 Paris Şartı, 1992 Helsinki Bildirisi ve 1993 Viyana İnsan Hakları Dünya Konferansı Deklarasyonunda terör suçlarının ve bu suçlara katılan ülkelerin kınanacağı, hiçbir şart altında teröre hak verilmeyeceği, devletlerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal eden faaliyetlere karşı savunmada işbirliği yapılacağı, terörün her ülkede suç sayılacağı, terör tehdidinin ortadan kaldırılması için işbirliği yapılacağı hususlarında karşılıklı anlaşmaya varıldığı, bu bakımdan gerek ulusal ve gerekse uluslararası hukuk açısından sanık Abdullah ÖCALAN’ın terör suçu sanığı olduğu, Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre savaş suçlusu statüsü verilmesi yönündeki istemlerin hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığı, PKK'nın başlattığı ayrılıkçı-terör eylemlerini önlemek, mensuplarını yakalandığında yargılamak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel görevi olduğunu, PKK'ya uluslararası anlaşmalara göre bir taraf statüsü tanınmasının mümkün olamayacağını,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin insan haklarına saygılı, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bölge ve ırk ayırımı yapılmaksızın, konuştuğu dile bakılmaksızın herkese yasaların eşit şekilde uygulandığını, Anayasa ve Yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerden herkesin yararlandığını, nitekim Anayasa’nın 10. maddesinde bu ilkenin yer aldığını,
PKK terör örgütünü fiilen kuran, gizli ve açık şekilde verdiği yazılı ve sözlü talimat ve emirlerle sev ve idare eden, yöneten sanık Abdullah ÖCALAN’ın fiil ve hareketinin TCK'nun ayrı ayrı bölümlerinde her biri ayrı ayrı suç sayılan şahıslara karşı işlenen mal, kamunun düzeni ve güvenliği ile geleceği, adliyenin şahsiyeti, devlet idaresi ve hürriyet aleyhine işlenen suç kapsamında olduğu gibi, bunların tamamını içine alan, bünyesi içerisinde toplayan ve mahiyeti gereği devletin şahsiyetine karşı cürümler başlığı altında düzenlenen TCK'nun 125. maddesindeki suçun unsurlarını oluşturacağını,
Sanığın 1990 yılından sonra sivil kesimlere karşı hiçbir saldırıda bulunulmaması talimatı verdiği, bu yönde gelişen az sayıdaki olayların kendi inisiyatifi dışında ve bölge sorumlularınca geliştirildiği, bundan acı duymakla birlikte önleyemediği yönündeki savunmasının bir an için doğru olduğu kabul edilirse ve samimi düşüncesi olduğu varsayılsa bile yasadışı olan ve silahlı faaliyetleri ile uzun süredir devamlı terörü canlı tutarak amacına ulaşmak isteyen, Türk Ulusu’na yurtiçinde ve dışarıda acı veren, kin, nefret duygularını uyandıran PKK'nın dosya içerisinde mevcut resmi verilere göre 15.02.1999 tarihine kadar gerçekleştirdiği eylemlerin bu savunmayı doğrulamadığını, nitekim PKK'nın kurulduğu tarihten sanığın yakalandığı 15.02.1999 tarihine kadar düzenlediği 6036 saldırı olayından 4057'sinin, devlet güçleri ile giriştiği 8257 silahlı çatışmadan 6057’sinin, 3071 bombalama ve patlatma eyleminden 2403'unün, 388 gasp olayından 298’inin, 1046 adam kaçırma olayından 934’ünün, 567 yasadışı gösteri olayından 329’unun 1993 yılından sonra gerçekleştirilmiş olması, keza KK terör örgütü tarafından öldürülen ya da şehit edilen 4472 T.C. vatandaşlarından 2871’inin, 3874 rütbeli ve rütbesiz askerden 2778’inin, 247 polisten 148’inin, 1225 geçici köy korucusundan 960’ının, yaralananlardan 5620 vatandaştan 4009’unun, 8178 askerden 6192’sinin, 909 polisten 606’sının, 1655 geçici köy korucusundan 1373 ‘ünün, 1993 yılından 15.02.1999 tarihine kadar geçen zaman içerisinde meydana gelmesi, ayrıca güvenlik güçleri ile çatışmaya zorlanan ve sonunda ölü olarak ele geçirilen 18777 PKK elemanından 12623’ünün, yaralı olarak ele geçirilen 647 kişiden 502’sinin 1993 yılından bu yana gerçekleşmiş olmasının, sanığın savunmasının hangi gerçeklere dayandığını ve ne derecede samimi olduğunu ortaya koyduğunu,
PKK'nın V. Kongresi’nin 08-27 Ocak 1995 tarihinde yapıldığını, bu kongrede ajan ve GKK'ları aileleri olarak tanınan şahıslara imha şeklinde yönelineceği, bu tür şahısların birbirleri ile çelişkilerinin derinleştirilmesinin sağlanacağı, malvarlıklarına el konulacağı, güvenlik ve ekonomik yönde abluka altına alınarak imkanlarının kısıtlanacağının kararlaştırıldığı, keza 1-5 Mayıs 1996 tarihlerinde yapılan IV. Konferans’ta da il ve ilçe kalabalık yerleşim birimlerine baskınlar düzenleyip intihar eylemlerinin gerçekleştirilmesinin öngörüldüğü, sanığın bilhassa GKK'ların barındığı köyleri hedef gösterdiğini, GKK'nın PKK örgütüne katılmayan Kürt asıllı vatandaşlarımız olduğunu, GKK'nın PKK’ya katılmayı kabul etmemesi ve aksine devlet güçleri yanında yer almasının ve 22 Şubat 1999 tarihi itibariyle 1225 GKK'nın şehit edilmesi, öldürülen 4472 vatandaşın büyük çoğunluğunun Kürt asıllı bulunması gibi olguların; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürtlere baskı yaptığı ve PKK'nın Kürt halkının özgürlüğü için savaştığı yönündeki propagandayı boşa çıkaran çok iyi gerçekler olduğunu,
Sonuç olarak iddianamelerde yer verilen ve her biri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının canına ve malına yönelen, toplum düzenini bozan ve sarsan, herkeste kin ve nefret duyguları uyandıran, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan, gerek yurtiçinde ve gerek yurtdışında yasadışı silahlı terör faaliyetlerine başvuran PKK örgütünün ve elebaşı olan sanık Abdullah ÖCALAN’ın eylemlerini tüm dosya kapsamı ve sanığın savunmaları ile sabit olduğu, eylemlerinin gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında uzun süredir ve sürekli olarak gerçekleştirilip yaygınlaştırılması, çokluğu ve nitelikleri ile sanığın halen de örgütle olan bağlantısını kesmemiş olduğu nazara alınarak TCK'nun 125. maddesi uyarınca cezalandırılmasına, emanette kayıtlı olan örgüte at eşya ile paranın TCK'nın 36. maddesi gereğince müsaderesine, tutukluluk halinin devamına karar verilmesi talep olunmuştur. (Kl-88)
 
===3 - Müdahillerin Beyanları ===
 
Davaya; çok sayıda şehit ve gazi aileleri ile bazı dernek, vakıf ve sendika temsilcileri müdahale talebinde bulunmuş olup, mahkememizce talepte bulunanların suçtan zarar görmüş olmalarına binaen, CMUK'nun 365 ve müteakip maddeleri gereğince davaya müdahilliklerine karar verilmiştir.
 
Mahkememizce dinlenen müdahiller; müdahale dilekçelerini tekrar ederek, sanığın kurduğu ve lideri olduğu PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen eylemler sonucu, çok sayıda askerin, polisin, kamu görevlilerinin ve sivil kişilerin öldürüldüğünü veya sakat bırakıldıklarını beyan ederek, sanıktan şikayetçi olduklarını, sanığın cezalandırılmasını ve şahsi haklarının saklı tutulmasını talep etmişlerdir.
 
Yine mahkememizce dinlenen müdahiller vekilleri, müdahale dilekçeleri ile müstakilen veya müştereken verdikleri iddialarını içeren dilekçelerini tekrar ederek, sanık Abdullah ÖCALAN'ın başında bulunduğu PKK terör örgütünün bağımsız Kürt Devleti kurmak ve vatanı parçalamak amacıyla gerçekleştirdiği terör eylemleri sonucu sivil, asker ve polis ayırımı yapmadan binlerce kişinin öldürüldüklerini veya sakat bırakıldıklarını, yine terör eylemleriyle iş makinalarını, alt ve üst yapı yatırımlarını, petrol tesislerini, ormanları vb. yakıp yıktıklarını,
Ülkede, Türkler’in ve Kürtler’in en az bin yıldır birlikte yaşamakta olup, Türk-Kürt ayırımı yapılmadığını, sanığın amacının; devleti parçalamak olduğunu, şehit kanı ile çizilmiş Misak-ı Milli sınırları içinde vatanın bir bütün olup, asla parçalanamayacağını beyan ederek,
 
Sanıktan şikayetçi olduklarını, sanığın vatana ihanet suçundan TCK'nun 125.’inci maddesi gereğince cezalandırılmasını ve şahsi haklarının saklı tutulmasını talep etmişlerdir. (Kl.:67 ve 70)
 
 
==B - S A V U N M A==
:Sanık Abdullah ÖCALAN’ın Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılarına, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Hakimliği’ne verdiği ifadeleri ve sanık ile vekillerinin duruşma aşamasında verdiği yazılı ve sözlü savunmaları ana hatlarıyla ve özet olarak aşağıdaki şekildedir.
 
'''1- Sanık Abdullah ÖCALAN, Ankara DGM. C. Savcılığınca alınan 22.02.1999 günlü ifadesinde: '''
PKK örgütünün kurucusu olduğunu, örgütün önderliğini yaptığını, kendi, önderliğinde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığını, başlangıçta Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramları olduğunu ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de, Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak Özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi ve bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak birarada yaşayabileceği sonucuna vardığını,
MED Televizyonunda 13.12.1998 günü, “Kendinizi yakmayın, sizi yakanları yakın” şeklindeki konuşmanın kendisine ait olduğunu, bu konuşmanın özgürlük temelinde bir arada yaşama düşüncesine de aykırı olduğunun farkında olduğunu, ancak bu konuşmayı ağır bir ortam içerisinde yaptığını, yine 25.12.1998 günlü MED Televizyonu’nda intihar eylemleri ile ilgili yaptığı konuşmanın kendisine ait olduğunu ve bu konuşmaları duygusallıkla yaptığını,
18.06.1998 günlü Panel Programı’nda geçici köy korucuları ile ilgili yaptığı konuşmanın doğru olduğunu, korucuların üzerlerine en çok gelen grup olduğunu, kendilerine saldırdıkları için korucuların hedef alındığını,
PKK’nın şiddet anlayışında sivil vatandaşlara yapılan saldırıların çok olduğunu, bilhassa 1987 yılından sonra yoğunlaştığını, yarı çete anlayışı olan bu saldırıları kendisinin tasvip etmediğini, önüne geçmek için büyük mücadele verdiğini ancak başarılı olamadığını,
 
PKK’nın terör eylemlerinden en fazla zararı bölge halkının gördüğünü, başlangıçta bölgenin özgürlüğü için ortaya çıktıklarını, ancak daha sonra kendilerine katılımlar olduğunu, bölgede öteden beri süregelen düşmanlıkların olması, Şemdin SAKIK gibi, Kör Cemal gibi, Şahin BALİÇ gibi, Cemil IŞIK gibi, PKK’dan yönetimi ele geçirenlerin baskılarını ve eylemlerini daha duyarlı bölge halkı üzerinde yoğunlaştırdıklarını, kendisinin buna sonuna kadar karşı koyduğunu, hatta bu şekil eylemleri gerçekleştirenlerden bazıları (Kör Cemal Kod) Halil KAYA, (Hogir Kod) Cemil IŞIK, (Mete Kod) Şahin BALİÇ gibilerini cezalandırdığını, Şemdin SAKIK’ı da cezalandıracağı sırada ellerinden kaçtığını, suçlu görülen şahısların merkez komutasınca yargılandıklarını, yargılanma sonucunda kendisinin özel onayıyla cezaların infaz edildiğini, kendisinin özel onayının önemli kişiler için alındığını, cezalandırmaların ARGK Yönetmeliği çerçevesinde yapıldığını,
Terör eylemleri sonucu meydana gelen ölü ve yaralı sayısı ile ilgili bilançonun doğru olup, ölü ve yaralı sayısının belirtilenden de daha fazla olabileceğini, bu olayların emrini kendisinin verdiğini, sorumluluğun kendisine ait olduğunu,
1993 yılındaki ateşkesle ilgili olarak bu tarihte Celal TALABANİ’nin Şam’a geldiğini, kendisine Özal’ın ateşkes konusunda talebi olduğunu ilettiğini, böyle bir beklentisi olduğunu söylediğini, daha önceden bazı gazetecilerle yaptığı röportajlarda da bu izlenimi edindiğini ve bunun üzerine 15 Mart 1993 günü Celal TALABANİ ile birlikte ateşkes ilan ettiğini,
Örgütün mali kaynaklarının büyük çoğunlukla Avrupa’dan bağış ve kampanyalardan elde edilen gelirler olduğunu, vergilendirme adı altında para toplandığını, 1991-1993 yılları arasında bölgedeki mütahitlerden yüzde itibariyle bir miktar örgüte gelir adı altında para alındığını,
Körfez Savaşı’nda kuzeye doğru sürülen insanların bıraktıkları, silahları topladıklarını ve bir kısmını da para ile satın aldıklarını, PKK tarafından kullanılan Strella füzelerinin Yunanistan temsilcisi Rozalin Kod Ayfer KAYA’nın yardım kampanyası oluşturup, kiliselerden ve kendilerine yakın halktan topladıkları paralarla 20 adet Strella füzesini tüccar vasıtası ile Sırbistan’dan satın aldıklarını ve kendilerine Kuzey Irak’ta teslim edildiğini, yine örgütün kullandığı Sam 6 ve Sam 7 füzelerini Kuzey Irak’taki boşluktan yararlanarak temin ettiklerini,
PKK’nın siyasi görüşüne uygun propaganda yapmak amacıyla MED Televizyonunu kurduklarını, finansını bağış yoluyla temin ettiklerini ve toplanan paraları yasal hale getirmek için vakıflar kurduklarını ve bu televizyonda çalışan kişilerin örgüt elemanları olup gönüllü olarak çalıştıklarını,
Kendisinin bilgisi dahilinde PKK örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı yapmadığını, ZAROS bölgesi dedikleri Van ve Hakkari bölgesinde yapılan uyuşturucu ticaretinden oradaki sorumlularının, bu uyuşturucu ticaretini yapanlardan pay aldıklarını, bunun dışında örgütün, uyuşturucu ticareti ile iştigal etmediğini, kendisinin uyuşturucu ticaretine karşı çıktığını,
1995 yılında Lahey’de kurulan ve merkezi Brüksel’de olan Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’nun kurulmasını desteklediğini, bu parlamentonun 65 üyesi mevcut olup 12 tanesinin PKK Temsilcisi olduğunu, diplomasi alanında faaliyet göstermek ve Avrupa’daki birçok kişi ve kuruluşlar için rahatça ilişki kurabilecekleri legal ve kabul görmüş bir oluşum meydana getirmek için kurulduğunu,
PKK örgütünün klasik anlamda siyasi parti olmaktan öte parti, ordu ve cephe şeklinde teşkilatlandığını, kendisinin örgütte genelde APO Kod adıyla anıldığını, yazışmalarda Ali Fırat Kod adını kullandığını, ayrıca yurtdışı temsilciliklerinin olduğunu, yine örgüte bağlı Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği (YAJK) örgütünün olduğunu, emrinde Avrupa dahil 3.000 kadar örgüt elemanının olduğunu,
1979 yılında Suriye’ye geçtiğini, Filistin örgütü ile irtibat kurarak bu örgütten demokratik cephe-kimliği temin edip, bu kimliklerle Lübnan’a geçtiklerini, Filistin örgütünün kendilerine Bekaa vadisinde kamp yeri verdiğini, HELVE adı verilen bu kampın daha sonra ismini Mahsun Korkmaz Akademisi olarak değiştirdiklerini, 1992 yılında tekrar Suriye’ye geçtiklerini, burada El Muhaberat elemanı Ağa Kod Mervan Zerki ile ilişki kurduklarını, bu şahsın Suriye İstihbaratı ve Devleti ile aralarında bir halka oluşturduğunu, Suriye’ye geldiklerinde evler satın aldıklarını veya kiraladıklarını ve daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdiklerini, Suriye’de bulunduğu süre içerisinde Ali Ammar adına tanzim edilmiş Demokratik Cephe kimliği ile dolaştığını, 1992 yılı sonunda 9 Ekim 1998 yılına kadar ağırlıklı olarak Şam’da kaldığını,
09 Ekim 1998 günü Rozerin kod Ayfer KAYA ile birlikte Suriye’den çıkış yapıp Yunanistan’a geldiklerini, o zamana kadar PKK'ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan’ın iltica talebini kabul etmemesi nedeniyle, Yunanistan’dan ayrılıp Moskova’ya geldiklerini, Rusya’da kalmasını DUMA’nın kabul etmesine rağmen Rusya Başbakanının karşı çıkması nedeniyle 33 gün sonra Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldığını, bazı İtalyan milletvekillerinin daveti üzerine yanında Roma temsilcisi Ahmet YAMAN olduğu halde Rus yolcu uçağı ile Roma’ya geldiklerini, İtalya’da siyasi iltica talebinin kabul edilmesini beklerken, tutuklamanın gündeme geldiğini, daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa Devletleri’nin her gün yüzlerce Kürt’ün siyasi bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken kendisinin siyasi olan iltica talebini kabul etmediklerini, giderek üstündeki baskıyı artırdıklarını, kaç kurtul şeklinde kendisine karşı bir tutum göstermeye başladıklarını, bu baskılar karşısında İtalya’da toplam 66 gün kaldıktan sonra 16 Ocak 1999 günü İtalya’dan ayrıldığını, ayrılmadan önce Rozalin vasıtası ile Güney Kıbrıs’tan kırmızı pasaport temin ettiğini ve tekrar Moskova’ya geldiklerini, Moskova’nın ters tutum takınması sonucu 29 Ocak 1999 tarihinde Rusya’dan ayrıldıklarını, Yunan gizli servisine ait uçakla tekrar Yunanistan’a geldiklerini, Yunanistan yetkililerinin karşı çıkmaları sonucu tekrar kendisini uçakla Minsk Havaalanı’na bıraktıklarını, burada da kabul görmemesi üzerine sonuçta mecburen tekrar Yunanistan’a dönme gereğini duyduğunu ve oradan da kendisini Kenya’ya götürdüklerini,
Yunanistan’ın PKK örgütü ile ilişkilerinin, Suriye’nin PKK örgütü ile ilişkilerine benzediğini, 1988 yılında Lübnan’da Badovas ve Nagazakis ziyaretleri ile bu ilişkilerin başladığını, 1994 senesinde Yunanistan’da PKK örgütünün kamplarının açıldığını, Lavrion kampında PKK'lı gençlere daha çok ideolojik eğitim verildiğini, ayrıca bomba eğitimi yapılan Dimitri Elen Kampının olduğunu, bu kampın sorumlusunun Mahir Kod Fethi DEMİR olduğunu, ayrıca Yunanistan’da küçük grupların yerleşmesi için evlerin bulunduğunu, Yunanistan’da sivil kurumlardan, kiliselerden ve sendikalardan para yardımı aldıklarını, İran’da Urumiye’de bir hastanelerinin mevcut olduğunu ayrıca İran-Irak sınırına yakın ve İran topraklarında kalan kamp yerlerinin olduğunu, Ermenistan’da temsilciliklerinin bulunduğunu, Almanya’da çok sayıda demek ve temsilciliklerinin olduğunu,
Avrupa’nın kendisini Türkiye’ye karşı kullandığını, Türkiye’yi ve kendisini karşı karşıya getirirken, Türkiye’nin de önünü kesmeyi hedeflediğini, insan haklarından çok sık bahseden Avrupa’nın kendisini kullanmak suretiyle çok kan dökülmesine sebep olduğunu ve sonuçta insan haklarını işletmeyerek iki yüzlü olduğunu gösterdiğini, bu nedenle Avrupa’yı kınadığını, kendisinin sebep olduğu eylemler nedeniyle yüz binlerce Kürt’e siyasi olmadığı halde iltica hakkı tanırlarken kendisinin PKK örgütünün başı ve bir numaralı siyasi adamı olduğu halde kendisine siyasi sığınma hakkı tanımadıklarını beyan etmiştir. (Kl.: 1)
 
'''2- Sanık Abdullah ÖCALAN Ankara DGM. C. Savcılarınca alınan 03.04.1999 günlü ek ifadesinde: '''
 
PKK'nın kurucusu olduğunu, kurulurken programını da yaptıklarını, o zaman bağımsız bir Kürdistan kavramı olduğunu, Marksist temele dayalı yeni bir sistem getireceklerini, ancak değişen olaylar ve zamanın kendilerine bu programın hayali olduğunu gösterdiğini, PKK kurulduktan sonra şiddete başvurulduğunu, ama zaman içerisinde PKK'nın gösterdiği bu şiddetten rahatsız olduğunu, 1993’ten sonra bütün çabasını PKK'yı şiddet unsurundan arındırıp siyasi kanal içerisine sokmayı amaçladığını, kendisinin uzun örgüt hayatında Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde bulduklarını gördüğünü, Kürtlerin derdinin ayrı bir devlet kurmak olamayacağını, federasyon ve otonominin çözüm olmadığını, bundan daha ileri bir çözümün demokratik sistem olduğunu, Türkiye’de de mevcut sistemde, Kürtlerin siyasal haklarının var olduğunu, 1990’lardan sonra Kürtler ile ilgili kültürel hakların geliştiğini ve halen yürürlükte olduğunu, Kürtçe kaset de çıkarıldığını, Kürt Enstitüsü kurulduğunu, Kürtlerin oy verdiği bir parti ve kültür derneklerinin olduğunu, bütün bu olanların Türkiye’de Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesi olduğunu, PKK programının politik ve siyasi değerinin olmadığını, kavram olarak Kürdistan ibaresini kullandığını, coğrafi olarak ele aldığını, Kürt devleti kurmanın mümkün olmayacağının ilmen de sabit olup, gerekli de olmadığını, mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu, kendisinin bu sonuca vardığını,
Avrupa’ya siyasi faaliyette bulunmak için çıktığını, ancak hiçbir Avrupa ülkesinin siyasi
sığınma hakkı vermediğini, Yunanistan’ın ve onunla ilişkili komploda yer alanların kendisini Türkiye’ye teslim etmekle, asıl hedeflerinin yüzyıllık Kürt-Türk düşmanlığının temelini atmak olduğunu ve kendisinin en büyük emelinin bu Kürt Türk düşmanlığına engel olmak olduğu, 1993’ten beri PKK'yı şiddet kullanan örgüt olmaktan çıkarıp, siyasi alanda faaliyet gösteren bir örgüt haline getirmek için çaba sarfettiğini beyan etmiştir. (Kl.: 1)
 
'''3- Sanık Abdullah ÖCALAN, Ankara DGM. Yedek Hakimliği'nce yapılan 23.02.1999 günlü sorgusunda: '''
 
Sanık, Yedek Hakimlikçe yapılan sorgusunda; 22.02.1999 günlü Ankara DGM. C.Savcılarınca alınan ifadesini aynen tekrar ettiğini beyan ederek, kendisinin PKK örgütünün kurucusu ve lideri olduğunu, örgütle alınan kararların en son olarak kendisinin onayına sunulduğunu, örgütün ideolojik ve siyasi faaliyetinin 1973-1978 tarihleri arası olduğunu, 1977-1978 tarihleri arasında da Hilvan-Siverek’te mahalli otoriteye karşı toprak sahipleri ve ağalara karşı, örgüt tarafından bir silahlı girişimde bulunulduğunu, ilk silahlı çatışmanın bu temelde başladığını, kendisinin Temmuz 1979 tarihinde Lübnan’a gittiğini ve bu tarihten itibaren silahlı, ideolojik ve askeri hareketi daha da geliştirmek için eğitimlere başladıklarını, 1984 yılında Diyarbakır Cezaevinde başlayan ölüm oruçlarının ağır etkisi altında kalarak yeni bir silahlı mücadele sürecine başladıklarını ve bunun günümüze kadar devam edegeldiğini, yurtiçinde mücadele şeklinin eyalet şekline dayandığını, eyaletlerin de birimlere kadar gittiğini, her eyaletin bir sorumlusu olup, silahlı eylem kararlarının buradaki sorumlu birliklerce alındığını, silahlı eylem kararlarının, genel hatları itibariyle kendisinin onayına sunulduğunu, kendisinin daha çok temel stratejik ve taktik kararlar alıp örgüte bildirdiğini, uygulamanın birimler tarafından yapıldığını,
PKK örgütünün temel gelir kaynağının geniş halk yığınlarından sağlanan bağış, aidat ve kampanyalara dayandığını ve ayrıca bazı sivil kuruluşlardan da mali destek gördüklerini, PKK örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı ile bir ilgisinin olmadığını, ancak bazı bölgelerde bazı kişilerce yapılan uyuşturucu kaçakçılığından o bölgeden sorumlu elemanları tarafından bu kişilerden belli miktarda bağış şeklinde paralar alındığını, ancak örgütün direkt olarak uyuşturucu ticareti ile bir ilgisinin olmadığını, örgüt ideolojisine ters düşeceğini,
Örgütün temel hedefleri arasında ekonomik hedeflerin olduğunu, ancak bu hedefler arasında orman yakmalar ve insanların oldukları kurumların olmadığını, daha çok savaşın sürmesine yol açan ekonomik hedefler söz konusu olduğunu, ayrıca örgütün insana dokunmamak kaydıyla turistik hedeflere karşı da eylemlerinin olduğunu, kendisinin genellikle köylerde ve sivil yerlerde yapılan katliam şeklindeki eylemleri tasvip etmediğini ve bu şekilde eylem yapılmaması hususunda da mücadele verdiğini, ancak örgütteki bazı öğelerin iktidarı ele geçirmek amacı ve anlayışı içinde toplu köy katliamlarını gerçekleştirmiş olduklarını, kendisinin bu hususta mücadele edip bu şekilde eylem yapanları en ağır şekilde cezalandırdığını, 1987 yılından sonra kurulan koruculuk sisteminde koruculara karşı da silahlı eylemlerinin olduğunu,
Örgütün yurt dışında çıkan Serxwebun, Özgür Politika ve yurtiçinde çıkan Özgür Gündem isimli legal yayınlarının olduğunu, bu yayınlarda Ali Fırat Kod adı ile yazılarının yayınlandığını, örgütün propagandasını yapmak amacıyla MED Televizyonu’nu kurduklarını beyan etmiştir. (Kl.: 1)
 
===4- Sanık Abdullah ÖCALAN duruşmada verdiği yazılı savunmasında===
:Sanığın ''demokratik çözüm sürecinde bir dönemeç'' başlığı altında 81 sayfadan ibaret yazılı savunmasının ''giriş'' kısmında, savunmasının temelinde, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, hakkında hazırladığı iddianameye ayrıntılı bir yanıt olmaktan çok; daha önemli gördüğü Kürt sorunu ve PKK öncülüğündeki son isyandan, tarihi bir uzlaşma ve çözüm imkanının nasıl geliştirebileceğini, orta boy bir savaş olarak da anlaşılabilecek bu eylemliliğin, barış şansını ortaya koymaya çalıştığını, hukuki yaklaşım ağırlıklı savunmalarını avukatlarına bıraktığını, kendisi için daha büyük önem taşıyan, adı, kaynağı, amaçları nasıl izah edilirse edilsin, resmi olarak bile "düşük yoğunluklu bir savaş" olarak değerlendirilen bu kapsamlı eylemliliğin barış gereğini ortaya koymak, "Her savaşın bir barışı vardır" kuralı gereği, makul olan çözümü aramanın savunmasının temel amacı olduğunu, özünün, çok tekrar içerse de, "demokratik çözüm" kavramında yoğunlaştırıldığını, daha önceleri sınırlı değindiği bu yaklaşımı, oldukça açtığını, bunda, eline geçen, Leslie LİPSON' un "Demokratik Uygarlık" adlı kitabının da katkısı olduğunu beyan etmiş,
20. yüzyılda zafer kazanan demokrasinin ve demokratik sistemin, insanlık tarihine kadar kökeni uzanmakla beraber devlet sistemi olmasının, ilkçağ Atinası'nda kapsamlı bir anlama kavuştuğunu, esasta, toplumun kendi yönetim gücünü ifade ederken, bireyi en özgür kılan sistemlerin en gerçekçisi olduğunu, esas gücünü toplumun doğallığına cevap vermesinden aldığını, otoriter rejimler, belki hızlı gelişmelere yol açarlar ama, toplumsal doğallığa yabancılaşmaları, onları dönemlerinde ne kadar güçlü de olsalar, er geç çöküşe götüreceğini, devsel köleci imparatorluklardan , kapitalist faşist totaliter diktatörlüklere, hatta, reel-sosyalist totaliterliğe kadar, hepsinin aynı akıbeti paylaşmış olduklarını, günümüz demokrasilerinin, basit ve karmaşık yönleriyle önce fikri boyutta, 17'inci ve 18'inci yüzyılda gelişirken, kurumsal yönetimsel gelişmenin, 19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmış olup, 20'inci yüzyılda ise, faşizmin total amansız diktatörlüğü ile zıt yöndeki reel-sosyalizmin, totaliter rejimlerine karşı direnerek, yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan etmiş olduğunu,
Demokratik kuramın ışığında Türk toplumunu ve yakın dönem Türkiye tarihini değerlendirmeden, günümüzün çok gündeme getirilen demokrasi paketlerini de anlamanın mümkün olmayacağını, Osmanlı İmparatorluğu’nun Britanya, hatta Rusya tarzı bir güç haline gelememesinin, bünyesinde ciddi hiçbir demokratik gelişmeye imkan vermemesinin, çöküşle sonuçlanmaya götürdüğünü, 1. Dünya Savaşı sonunda imparatorluğun dağılışından sonra, cumhuriyetin kuruluşunu Mustafa Kemal’in pratik komuta ve gerçekçi siyasi anlayışı ile, yakından bağlantılı olduğunu, pratik ustalığının çok güçlü ama derin bir teorik ve siyasi yaşamının olmamasının gerçekten cumhuriyetin daha ileri açılımını, özellikle demokratik boyutunu sınırlandırdığını, bunda toplumsal bünyede demokratik akımdan uzaklık, dinsel geriliğin hakimiyeti ve çok sayıda ayaklanmanın saltanat lehine cumhuriyeti tehdit etmesinin, otokratik cumhuriyete yol açtığını, demokratik parti ile cumhuriyetin oligarşik bir karakter kazandığını ve daha sonra ordunun 27 Mayıs ve 12 Eylül hareketlerinin yaşandığını, bilahare PKK'nın Kürt sorununu tüm sisteme mal ettiğini, dünyada reel-sosyalizmin çözülüşü genelde otoriter ve totaliter rejimlerin geniş bir coğrafyada çözülüş ve çöküş sürecine girmelerinin, dünya çapında demokratik sistemin zaferine götürdüğünü, demokratik sistemin faşist rejimlerin çöküşü ile II. Dünya Savaşı sonrası gelişimine, 90’Iarda reel-sosyalizmin çözülüşünü ekleyince tüm dünyayı etkilemesi gibi Türkiye’yi de etkilediğini beyan ederek,
Türkiye’nin 2000’li yıllar gündeminin demokratik cumhuriyet dönemi olduğunu, demokratik çözüm seçeneği, genelde olduğu gibi Kürt sorununda da tek seçenek durumunda olduğunu, ayrılmanın ne mümkün ne de gerekli olduğunu, Kürtlerin çıkarının kesinlikle tüm Türkiye ile demokratik birliğinden geçtiğini, demokratik çözümün, hakkıyla uygulanırsa otonomi, federasyondan bile daha başarılı ve gerçekçi bir model olma yolunda olduğunu, pratiği daha şimdiden bu yolda ilerlediğini, en zor sorunun böyle çözüme gidilmesi halinde artık şiddet onun devrimci, karşı devrimci, darbeci, dinci biçimlerinin de gündemden düşeceklerini, batı tarzı sorunları ele alışın hızlı bir sürece gireceğini, o zaman ekonomik kaynakların, toplumun eğitim düzeyi, demagojik, oligarşik olmayan yönetim yapısı ve gerçek demokratik değerlere “Özgürlük, Eşitlik, Adalet” gibi bağlılığın büyük bir hamleye yol açabileceğini belirterek,
Türk-Kürt ilişkilerinde kısa tarih ve bazı temel özelliklere değinerek, Türklerin özellikle hakim tabakadan giderek kopan Türkmen akınlarının X1. Yüzyılda Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyaya akın etmelerinin iki halk arasında yoğun bir kaynaşmaya yol açtığını, Kürtlerin nispeten yerleşik konumları bu yüzyıllarda daha çok Türk boylarının erimelerine yol açtığını, siyasallaşmada Türklerin, sosyalleşmede Kürtlerin nispeten hakim konumda olduklarını, Yavuz Selim ile başlayan Osmanlı Kürdistan ilişki düzeninin 19. yüzyıldan itibaren bozulmaya başladığını, bunda imparatorluğun batı ‘kapitalizmi karşısında gerilemesi, bölgeye özellikle Britanya İmparatorluğu’nun sızması, merkezi otoritenin artan vergi ve askerlik talebinin, bu bozulmada dolayısıyla günümüze kadar gelecek bir isyan sürecine yol açtığım, diğer tüm kavimlerin isyanının başarıya ulaşmasına karşın bu isyanların büyük çapta olmalarına rağmen başarıya gitmelerinde bünyedeki ortak vatan ve devlet anlayışının büyük rol oynadığını,
Gerek son Mebusan Meclisi’nde ve gerekse Mustafa Kemal’in önderlik ettiği Amasya, Erzurum, Sivas ve Ankara toplantı ve kongrelerinde, ulusal kurtuluşun açıkça Türk ve Kürt ortak ulusal kurtuluşçuluğu olduğunu, ortak ulusal kurtuluşun başını şüphesiz devlet tecrübesi, askeri deneyimi, milli bilinç gelişkinliği itibariyle Türk tarafının çektiğini, Kürt tarafın temel bağlı yedek güç olmaktan rahatsız ve endişe duymadığını, ortak tarih devlet ve ülke, din anlayışının bunun temelinde yattığını, gerek ulusal kurtuluş, gerekse cumhuriyetin zaferini iki halk için tarihi, ortak bir vatan ve devlet olarak değerlendirmenin en doğru yaklaşım olduğunu ifade ile, ulusal kurtuluş savaşı ve Türk-Kürt ilişkilerinde gelinen yeni aşama ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur.
Sanık, PKK'nın ortaya çıkışı ile ilgili olarak, PKK'nın Cumhuriyetin 50 yıllık alt ve üst yapısının ortaya çıkardığı objektif temel üzerinde dünyadaki fırtınalı devrim ve karşı devrimin teorik-pratik incelemesini, ütopik ve teorik bir grubun öncelikle 1970-1980 arası ideolojik isyan hareketi, 1980-1990 arasında da siyasi ve eylemsel hareketi olarak doğup geliştiğini, gerçekten de son büyük Kürt isyan hareketi olduğunu; siyaset ve savaş sanatını birleştirmede ileri adımlar atmış, benzeri olmayan, şeklen Kürt olsa da özde bölgesel bir özgürlük hareketi olduğunu, PKK tarihinde ayrılık ve birlik sorununda iki önemli aşamayı ayırt etmenin büyük önem taşıdığını, çıkış sürecinde bir yandan yılların dil yasağına kadar varan baskı ve inkar, diğer yandan o dönem sonuna hakim olan sorunlara sloganvari, ütopik yaklaşım, yine Kürt milliyetçiliğindeki kuşku ve korkuya dayanan ayrıcılıkla birlikte dünya çapındaki ulusal kurtuluş hareketlerinin tek çözüm yolunun ayrı devlet kurma biçiminde anlaşılması, PKK'nın programında da, propagandasında ayrılma yönüne ağırlık vermeye yol açtığını, devletin 90 başlarında dil yasağını kaldırması, dil ve kültür alanına getirilen sınırlı özgürlük ve üst düzey yetkililerin sorunu kabul edip, çözüme yönelik çabaları ve en son kendisinin Mart 93 ateşkes yaklaşımının, aslında özgür birlikteliğe giderek vurgu yaptıkları dönemi açıkça ortaya koyduğunu, bu yıllardan itibaren özgür birlik propagandasının hakim olduğunu, 96’dan itibaren kendilerine gelen dolaylı mesajlara, çözümü “Ülkenin bütünlüğü ve devletin bağımsızlığı çerçevesinde demokratik birlik” biçiminde açıkça sözlü ve yazılı değerlendirmelerinde esas aldıklarını, bunda hem devletin yaklaşımlarının eski katılığı aşması, hem de pratikte ayrılıkçı yaklaşımın gerçekçi olmamak, pek yararlı bir yol olmamak kadar, acı ve kaybın çok olmasının da payının büyük olduğunu, hayatın, neyin doğru ve birleşme zemini olabileceğini kendilerine her geçen gün daha açıkça gösterdiğini,
20. yüzyılın sonlarına doğru sosyal ve siyasal sistemlerin büyük değişim ve dönüşüm yaşadıklarını, buna direnenlerin fazla başarı gösteremediklerinin çarpıcı bir gerçeklik olduğunu, PKK'nın da bölüşüm sorunlarını yaşadığını, PKK'nın program ve ilkelerinde son çeyrek asrın büyük değişikliklerini de gözüne getirerek ve en önemlisi Cumhuriyetin demokratik yapısında Kürt sorununda kaynaklanan fiili değişimi ve zorlanan yasal sistemi gözönüne getirerek, kendinden beklenen ve bu gelişmelerin çok yönlü gerekli kıldığı değişikleri yapması gerektiğini, demokratik cumhuriyetin temel çerçevesinde ortak vatan anlayışında, ütopik dönemin ve özgür birlik anlayışında ifadesini bulan bir siyasi programı geliştirmesi gerektiğini beyan ederek,
PKK'nın eylem yapısını değerlendirirken, Başsavcılığın PKK'nın eylem yapısı hakkında da gerçeğin toplu bir yapısını veremediğini belirtirken, seçtiği bazı eylemlerle, daha çok isyanın acımasız yönünü sadece PKK'ya yüklemek terörizm iddiasını güçlendirmek amacıyla değerlendirdiğini, halbuki başladıklarından günümüze kadar resmi-sivil ve asker en üst düzeyde bir yetkilinin olayı bir isyan, hatta 28. isyan, üstü örtülü bir gerilla savaşı, daha bilimsel olarak orta veya düşük yoğunluklu bir savaş olarak değerlendirdiklerini, doğrusunun da bu olduğunu, dolayısıyla eylem yapısına propaganda dili dışında bakıldığında, her iki taraf için acısı bol, çok kayba yol açan, güvenlik güçleri için resmen ifade edilen 5.000, PKK tarafından ise 20.000; arada faili meçhul ve sivillerden de en azından 15.000 rakamıyla 40.000 toplam insan kaybının yaşandığı, 3 bini aşkın köyün boşaltıldığı, 3 milyonu aşan göçüyle, her tür uçak, top ve tankın kullanıldığı, bazen resmen 40-50 bin ordu gücüyle haftalarca süren çatışmalara açık ki terörizm ile savaş denilemeyeceğini, bunun bilimsel ifadesinin süre itibariyle de 15 yılını dolduran kapsamlı bir savaş olduğunu ifade ile,
Cumhuriyetin, tarihin bu en kapsamlı sorununa demokrasi ile yanıt vermesi gerektiğini belirterek, Başsavcılığın iddianamesinin en sakıncalı yanının Cumhuriyet tarihi boyunca en kapsamlı bir sorun olarak kendini koyan ve tüm siyasi, askeri önde gelenlerce de değerlendirilen ve günümüzde Cumhuriyetin asil kurucu öğesi olarak kabul edilen Kürtleri kelime olarak kabule yanaşmaması olduğunu, bunun çok geri, inkarcı ve sonuçları tehlikeli yaklaşımı ifade ettiğini, bu hususta Atatürk’ün Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtleri nasıl değerlendirdiğini Atatürk’ün Haziran 1920 El Cezire komutanı Nihat Paşa’ya Kürt ve Kürdistan politikasını belirleyen talimatından ve İzmit Basın Konferansı’nda Ahmet Emin YALMAN’ın sorularına verdiği yanıtlardan alıntılar yaparak Atatürk’ün bu sözleri ile ulusal kurtuluşun ve zaferinin ürünü olan Cumhuriyetin temelinde Kürtlerin konumunu çok açık olarak ortaya koyduğunu, hiç olmazsa Atatürk’ün bu sözlerinde anlaşmanın çözüm şansını herkesçe en makul konumda tutacağını,
Ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluşunda Kürt öğesinin kurucu özelliği ile birlikte olunmadığında, Türk ulusunun bir ayağından kopuk, topal kalacağını, bunun tarihin tüm önemli dönemlerinde Malazgirt’te, Çaldıran’da kendisini açıkça kanıtladığını, kader birliği ve kardeşliğin bu tarihin bir sonucu olduğunu, isyanların tarihinin bu gerçeği gözardı ettirmemesi gerektiğini, kaldı ki isyanların daha çok merkezi otorite ile Kürt feodalitesinin otorite kavgası olduğunu, Kürt feodalitesinin, fazla milli endişelerle hareket etmediğini, kendi aşiret ve bölgesel otorite ve çıkarları peşinde koştuğunun iyi bilindiğini, kim bu çıkarları desteklerse ondan yana geçtiğinin de tarihi bir gerçek olduğunu, Kürt olgusunun ise daha çok etnik, yani aşiretsel, kültürel ve sosyo-ekonomik olarak geri bir yapı olgusu ve ondan kaynaklanan sorun olarak karşımıza çıktığını, özellikle Cumhuriyet tarihinde her iki tarafın da bilimsel yaklaşımdan uzak, dar milliyetçi ve ayrılıkçı ve bundan kaynaklanan çatışmacı yaklaşımının sorunu tehlikeli boyutlarda ağırlaştırıp, çözümü zorlaştırdığını, ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruIuş yıllarında aslında çözüme yakın yaklaşımların olduğunu,
Atatürk’ün bu dönem yaklaşımlarının alıntılarda görüldüğü gibi, bunu gayet iyi açıklamakta ve somut gelişme yani ortak savaş, ortak vatan ve Cumhuriyetin kurtarılışı ve kuruluşu, TBMM'de milli giysi ve dillerini kullanmalarının da bunun pratik kanıtları olduğunu, Koçkiri isyanının bile bu dönemde af ve uzlaşmayla sonuçlandığını, sertlik yaklaşımının TBMM'de kabul görmediğini, Nurettin Paşa olayında bunun açık olduğunu, aslında bu devam ettirilseydi sorun daha o dönemde ağırlaşmaz ve Cumhuriyete kan kaybettirmez, bu kadar pahalıya yol açmayacağını, burada sorunun can alıcı özünün Cumhuriyetin kendini daha doğuya, Kürtlere, kaldı ki tüm Türkiye’ye yansıtmadan saltanat ve hilafetle bağ kurma ve mahalli otoriteden vazgeçmemenin bu yılların isyan sonuçları olduğunu, ki bunun da sert çatışma ve
ezilme ile sonuçlandığını, bundan çıkarılması gereken sonucun sorunların inkarı değil, gerçekten doğru çözüm yolları olduğunu, ki bunun da iki Dünya Savaşı arası dönemde tam görülmezse de II. Dünya Savaşı’ndan günümüze doğru büyük bir tempo ve yoğunlukla gelişim gösteren demokratikleşme gücü olduğunu, Türkiye’nin en büyük sorununun bu anlamda demokratik mücadelesini başarıyla vermemesi, demokratik ölçülerini geliştirememesi olduğunu,
Demokratik sistemin bu gücünün en temel nedeninin şüphesiz toplumsal realiteyi bilimsel olduğu kadar ahlaki, felsefi ve altındaki alt yapılarla politik, hukuki yapılarına kadar tanım getirmek kadar çözümü de ileri-geri ayırımı yapmadan o dönem toplumsal güçlerin irade düzeylerine, eşitlik ve özgürlük sistemlerine açık çözüm kanalı üretmesinin olduğunu, demokrasinin gelişmesinde ayrıca bilimsel-teknik gelişmenin de payının büyük olduğunu, din ve inanç özgürlüğünü bünyesinde taşıdığını, dil ve kültür konusunda da demokratik çözümün daha çarpıcı olup, en başarılı olan saha olduğunu, çünkü dil ve kültürün iç içe geçmişliği birçok ulusal topluluğun yüzyıllardır birlikte asimile ettiği bu değerler ayrılarak zayıflamayı, monotonluğa düşmeyi değil birlikte zenginleşmeyi, çeşitliliği, güçlenmeyi, yaşamayı tercih edecekler ki bunun okulunun da, laboratuarının da demokrasi ve onun inançlı uygulanması olduğunu, demokrasinin adeta bir dil ve kültür bahçesi olduğunu, günümüzün en gelişmiş, güçlü ülkelerinin yine bunun açık ispatı olduğunu ifade ederek, Leslie LİPSON’un “Demokratik Uygarlık” adlı yapıtından alıntılar yapmak suretiyle ve İsviçre’deki dil konusundaki parçalanmışlık ve bunun birliğin gücü haline nasıl geldiğine dair gelişmelerle ilgili örnekler vererek dil ve kültür farklılıklarının demokrasi içinde, bağımsızlık içinde nasıl güçlendiğini, hem nedeni ve sonucu olduğunu çarpıcı olarak ortaya koymakta olduğunu, bir diğer örnek ülke olarak İngiltere’nin anayasa sistemini en iyi uygulama unvanına sahip olup, sorunlarını şiddete başvurmadan demokrasi içinde en uygar tartışmayla çözmenin de seçkin ülkesi olduğunu belirterek, Avrupa ülkelerinin ağırlıklı olarak 20. yüzyıl başlarında en önemli ulusal, dil, din vb. sorunlarını çözdüklerini ve bugünkü güçlü demokrasilerini kurduklarını, çok yönlü gelişme ve üstünlüklerinde bu rejimin belirleyici payı bulunduğunu, bu anlamda Avrupalılaşmanın daha Cumhuriyetin ilk yıllarında da bir hedef olduğunu, Atatürk’ün görev olarak bıraktığı “Çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak ve hatta üstüne çıkmak” deyişi kadar, “Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz ilerleteceksiniz’ sözünün de herhalde ancak Cumhuriyetin demokratikleştirilmesiyle mümkün olacağını,
Şunu çok iyi görmek gerektiğini, çağdaş Türkiye Devleti’nin, 19. yüzyılın başlarında III. Selim'in zorla saltanattan indirilmesi ve ayanlarla yapılan “Sened-i İttifak”tan beri her türlü şiddeti, devrimi, karşı devrimi, darbeleri kendi içinde neredeyse iki yüzyıldır yaşamakta olduğunu ve şiddetin artık çözümleyici değil, zorlayıcı, engelleyici olduğunu, hatta kendisini aşırı tekrarladığının da tarihi bir gerçek olduğunu, şiddetin artık Cumhuriyetin gündeminden kesin kalkması gerektiğini, Türkiye’de tüm kesimlerin konsensüs sağladıkları en temel konunun bu olduğunu, kimsenin sorunların şiddetle çözüleceğine inanmadığını, bunun açık ve tarihten en büyük dersi çıkarmış görünen ve büyük zor gücüne rağmen bu gücün etkisini ancak yaratıcı, çağdaş bir demokrasiye yönlendirmede kullanan ve açıkça 90 ortalarından beri MGK konseptleri ile yürütülen, içinden geçmekte olduğumuz tarihi aşamayla da kanıtlanmakta olduğunu, ordunun en demokratik görünen partilerden daha duyarlı demokrasinin ölçütlerini hatırlattığını, demokratik aşamanın karşısında bir tehdit değil, tersine sağlıklı aşama yapmasının ve işlemesinin teminat gücü aşamasında olduğunu, aşağı yukarı diğer tüm ağırlıklı siyasal, ekonomik ve sivil kuruluşların da açık ifade etmeseler de bir büyük demokrasi arayışında olduklarını, anlamlı bir demokratikleşmeden kaçınan kesimin olmadığının da, aşamanın tarihi değerini ortaya koyduğunu ifade ederek,
Kürt sorununun, ayrılma değil Cumhuriyet ile demokratik birlik sorunu olduğunu, bu bağlamda çeşitli seçenekleri gözönüne getirdiklerinde ayrı bir devlet seçeneğinin hem maddi temeli hem de fayda anlamında bir çözüm yolu olmadığı iddiası olsa bile, pratik değerinin en zayıf yol olduğunun görüleceğini, ikinci seçenek olan federasyon, otonomi gibi seçeneklerin kısmı bir uygulama özelliğine sahip olup Türkiye’deki Kürtler açısından durumun daha önemli farklılıkları olup, lehçe farklılıklar kadar Kürt-Türk içiçeliği olan bölgelerin durumu, Doğu’daki Kürt nüfusunun en azından bir katı kadar Batı’da bulunmasının federasyon ve otonomi tezinin de maddi temelinin elverişsizliğini gösterdiğini, üçüncü seçeneğin demokratik çözüm yolunun olduğunu, şimdiye kadar pek açıkça ifade edilemeyen teorik ve pratik yolları ile tartışılmayan aslında dünya çapında çok önemli sorunlara çözüm olan bu yaklaşımın Türkiye’de gündemleşmemesinin büyük bir şanssızlık kadar, demokrasinin tutarlı, ciddi gelişmemesinin bir sonucu olduğunu, halbuki Kürt problemine en ideal yaklaşımı demokratik kuram ve zengin pratikte görmek, rahatlıkla ideale yakın çözümleri üretmenin mümkün olduğunu, aslında Cumhuriyetin kuruluşunun buna tarihi temeli verdiği gibi Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı’ndaki konuşmasının da çözümün bu yolda aranması gerektiğini gayet açık ortaya koyduğunu, İsviçre örneğinde olduğu gibi Avrupa'nın ve dünyanın birçok devletlerinde bu yolla çözüme ulaşıldığı halde Türkiye açısından en acı veren, neden dünya politikalarından ders çıkaramadığımız, ideale yakın bir çözüm imkanının var olduğu halde neden değerlendiremediğimiz sorusu olduğunu, birçok sorunda olduğu gibi hep isyan ve bastırmanın sanki tek yolmuş gibi davranıldığını, bunu Kürt sorununa ilişkin açmak gerektiğinde: ya ayrılık, isyan, buna karşı ya bastırma ve inkar yolunun seçildiğini, halbuki her iki yaklaşımın da çok denendiği halde verdiği muazzam acı kayıpları bir yana bırakıldığında bir çözüm gücü olmadığı gibi, sorunu ve toplumu çok ağır sorunlarla yüzyüze bırakmış olduğunu dile getirerek, gerek Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ve sonraki yapısına ilişkin, gerekse de önemli bir son dönem isyanına çeyrek yüzyıldır neredeyse başlayan ve son 15 yıldır savaş boyutunda süren bir isyanın önde gelen sorumlusu olarak vardığı tarihi sonucun demokratik laik Cumhuriyetle bu çok ağırlaşmış sorunun, adı ne konulursa konulsun ancak kanıtı da ortaya çıkan demokratik birlik çözümü olduğunu, demokratik birlik çözümünün Türkiye’nin geleceği olduğunu vurguladıktan sonra,
'''Demokratik birlik çözümü için tezler, başlığı altında, '''
1- Çözümün, ülke bütünlüğünü, ortak vatan gerçeğini daha da güçlendireceği,
Bu konuda iddianamede Kürdistan’a dayalı bir devlet kurulması istenildiğinin, program ve konuşmalarından alıntılara dayanılarak belirtildiğini, bunun doğru olduğunu, ama her ilke ve programın yaşamda denendikten sonra ve bizzat savaş boyutunda bir mücadeleden geçtikten sonra uygulama değerinin daha iyi anlaşılacağını, dünyanın benzer iddialarla ortaya çıkan birçok gücünün sonuçta pratik yolun farklı olduğunu görüp değiştiklerini, zorla kurulan birliklerin dağıldığı gibi yapay anlamlı, temeli olmayan ayrı üniteler, birimlerin de birleşmekten kaçınamadıklarını, kocaman Sovyet sisteminin çözülürken 70 yıl sonra başta Avrupa Birliği olmak üzere Dünya çapında birçok birliğin kurulduğunu, ayrılık istemekle, hatta ayrılığı gerçekleştirmekte, arzulanan hedefe ulaşılamayacağını, birlik yararlıysa en son bunun hükmünün geçerli olacağını,
2- Çözümün, Demokratik Cumhuriyetin siyasal birlik ve bağımsızlık çerçevesinde olacağını,
İddianamede Cumhuriyeti parçalamaktan da bahsedilse, program ve konuşma ifadelerinde buna benzer kanıtlar ortaya konulsa da, tarihin, dünya halklarının ve bizzat mücadelelerinin kendilerine öğrettiği ve çoktandır kabul ettikleri Cumhuriyetin, demokratik karakteri ile birlikteliğin en doğru olduğu kadar, mümkün pratik çözüm yolu olduğu,
3- Kürt toplumundaki dil ve kültür özgürlüğü, sorununun can alıcı yönünü teşkil etmekte olduğu,
1.ve 2. tezlerin sorunun bir vatan ve devlet yaratma olmadığını, vatanda özgür yaşamla devletle demokratik birlik olduğunu, bunun için tarihsel, siyasal ve anayasal zeminin açık olduğunu, iyi niyetli ve cesur yaklaşımların asgari demokratik ölçütler içinde kurulduğundan varolduğu sanılan sorunların o kadar da ağır olmadığı ve aşılacak cinste olduğunu ortaya koyduğunu, bununla birlikte dil yasağı ve kültürel özgürlüğün önündeki engellerin, sorunun en özgün yönünü oluşturduğunu, bu özgün yön üzerinde yoğunlaşamamanın çok karmaşık bir durum yarattığını, siyasal boyutla kültürel boyutun karışmasına ve sorunun birçok yanlış ifade tarzı ve beraberinde uygulamalara hatta isyanlara yol açabilmiş olduğunu, bunun bir talihsizlik olduğu kadar bilimsel yaklaşamamanın, dokumatik ideolojik yaklaşımın acı sonuçları olduğunu, dolayısıyla dil ve kültür özgürlüğüyle ifade etme araçları önündeki engellerin ortadan kaldırılmasının, sorunun yaşadığı karmaşayı aşmak kadar birçok yanlışı, korkuyu dolayısıyla tepkileri de kaldıracağını, ayrılık ve zayıflık yönünde değil, birlik, zenginlik ve güçlenme temelinde tarihi çözümü ve gelişmeleri beraberinde getireceğini,
4- Askeri ve silahlı güç yaklaşımlarının çözüm için anlamını yitirdiği ve terk edilmesi gerektiği,
Şiddetle varılacak bir yol kalmadığı gibi, artık şiddetin gereksiz olup, sadece çıkmazı derinleştirdiği, tahribat ve acıyı artırdığı, sonuçta aynı noktaya gelindiği için bir an önce terk edilmesi gerektiği,
5- Başta PKK olmak üzere yasadışı konumda olan birçok örgütün barışla birlikte normal siyasal ve yasal sürece kendini uyarlaması gerekeceği,
Silahlı çatışma ortamının ortadan kalkmasının yıllardır yasadışı konumda olan birçok örgütü demokratik ortamla bütünleşmeye iteceğini ileri sürdükten sonra;
Sanık kişisel durumuyla ilgili olarak, çocukluk ve gençlik yıllarını ve PKK örgütünü nasıl kurduğunu anlattıktan sonra, kronolojik olarak bu yılları değerlendirdiğinde, yaşam çizgisine ta köyden beri damgasını vuran fazla tanımlanmamış, ama giderek bilimsel olmaya çalışan bir özgürlük anlayışının hakim olduğunu, PKK öncülüğündeki eylemliliklerindeki sorumluluğunun açık olduğunu, ama kendisinin eylem anlayışını izah etmeye yetmeyeceğini, yaşamının en zor sürecinin genelde isyan, özellikle de militanlık adına ortaya çıkan kişi ve yapıların tahribatını asgariye indirmek çabaları olduğunu, bunu sık şu örnekle dile getirdiğini: “Çingeneye paşalık vermişler. 0 da önce babasını asmış” yaşananın biraz bu olduğunu, kendisinin buna “Avare, asi çetelik” de dediğini, askeri yasalardan siyasi temellerden yoksun, yüzyılların aile, aşiret kavgaları ortamında büyümüş, bir tavuk yüzünden birbirini vurmaya yatkın toplum yapısı bu kişilik yapısında birleşince kontrolü zor bir durum yarattığını, bu düzeyde bile tutulmasının önemli bir başarı olarak görülmesi gerektiğini, kendisinin baştan beri kabul edebileceği şiddet anlayışının, meşru savunma durumunu aşmayan şiddet anlayışı olduğunu, birçok saldırı ve intihar eyleminin kahramanlık olarak değerlendirildiğini, ama hiçbirisinin emrini vermediği gibi haberinin de olmadığını, bu tip gelişmeleri de asgari düzeyde tutmak için sürekli çaba harcadığını, bunun kendisi için hem ahlaki, hem de askeri bir anlayış gereği olduğunu, meşru savunma amacının da “Ya özgürlük ya ölüm”, “Ya özgürlüğümü verin ya öldürün” biçiminde formüle edilebileceğini, dışarıya çıkış ve dağlara üslenmesinin hep bu anlayış çerçevesinde olmakla bağlantılı olduğunu, bunun dışında şiddet anlayışının gerçekten bir çılgınlık olduğunu, bir devlet veya sınırlı özgürlük yolu açıksa orada şiddetin hatta uygar düzeyi aşan her tür kavgacılığın asla meşru olamayacağını, başlangıçta her bakımdan kişi ve kültür, dil inkarına dek baskı ortamının nasıl ki şiddete götürdüyse, özellikle 90’lı yıllara kadar daha sonra sınırlı özgürleşme olanağı belirince, giderek bunun kendisi için anlamını yitirdiğini, siyasetin daha uygarlaştırıcı demokratik yönteminin etkili olmaya başladığını, 93’ten itibaren daha sıkça dile getirdiğini, şiddete devletle ulaşılması halinde gerçekten bırakmanın her geçen gün kendisini daha fazla hissettirdiğini, bunda imkan azlığından ziyade anlamsızlığı kadar, amaca demokratik siyasetle varılabileceği kanısının temel rol oynadığını, bu konuda en temel eksikliğinin ateşkes sürecinin, derinliğine ve devletin yaptığı hazırlıkları çok iyi görüp değerlendirememe ve böylelikle tarihi bir fırsatı kaçırma olarak değerlendirdiğini, daha sonraki şiddet sürecinin ağır tahribatlara yol açtığını, bunu farketmek ve çok yoğun bir çaba harcamakla beraber ancak 96’lardan itibaren tekrar devletten gelen dolaylı mesajlarla kontrol altına almaya, ateşkesler biçiminde demokratik siyasi sürece hazırlık yapmaya başladığını, tam istenilen düzeyde olmasa da süreci daha kontrollü olarak demokratik çözüme yakın hale getirdiğini, ayrıca kişisel düzeyde yine dikkate alınması gereken temel bir çalışmasının PKK'nın 70’ler dünyasından kalma program ve propaganda tarzını 96 yıllardan itibaren değiştirmeye ve aşmaya ilişkin çabaları olduğunu, resmi olmasa da fiili olarak Türkiye genelinde demokratikleşme ile bağlantılı, Kürt toplumunun artık feodal koşullarının demokratik iradesiyle aşabileceğini ve böylelikle demokratik birlik çözümünü vurguladığını,
Yurt ve yurtseverlik yaklaşımını dile getirmek durumunda olduğunu, iddianamede 125’inci madde ile yargılanmasının, bunun da vatana ihanet, ayrı bir devlet kurma suçlaması gözönüne getirildiğinde önem taşıdığını, ya özgür vatan, ya da ölüm sloganını anlamlı bulduğunu, burada özgün olan ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluşundaki ortak vatan ve devlet kavramını özgür yurttaş ve toplum bilinci haline gelememesi olduğunu, özellikle Kürtler için en büyük eksikliğin gerek kendi doğdukları ana coğrafya gerekse bir parçası oldukları tüm Türkiye’yi vatan olarak görme duygu ve düşüncelerinin zayıflığı olduğunu, bunun üzerinde oynanmaya müsait bir durum yarattığı, ayrı bir Kürdistan kavramının bunun sonucu olduğunu, doğrusu ortaya konulmazsa tehlikeli olacağı, dolayısıyla geçirdiği mücadele tecrübesinin bir sonucu olarak tıpkı çok milliyet kökenli ülkeler örneği ABD., İsviçre vb. gibi, ister tek bir ulusal dil kullanılsın, ister birden çok dil kullanılsın milliyet ayırımına bakılmaksızın tek ortak vatan ve ulus kavramına ulaşmanın önemli olduğunu, Türkiye için bu yaklaşımın demokratik çözüm için temel alınması gerektiğini, şimdiye kadar eksik olanın demokrasi boyutu olduğunu, çağdaş vatan kavramının tüm birey, dil ve kültürler için özgürlük gerektirdiği gibi, özgürlük olunca, vatanın bağımsızlığının da o oranda güçleneceğini, ikisi Türkiye’de sanki çelişkiliymiş gibi birbirini zayıflatacaklarının sanıldığını, bunun temel bir yanlış olduğunu, aşılması gereken en önemli bir demokratik sorun olup buna kapsamlı bir çözümle ulaştığına inandığını, aynı hususun bağımsız devlet kavramı için de geçerli olduğunu, kendilerinin başlangıçta devlet ne kadar bizimdir, değildir düşüncesine ulaşmadan bir kişiye, bir gruba bakıp en sert suçlama yöneltmekle dogmatizme düştüklerini, bunun siyasi düşünce ve eylemlerini de etkilediğini, daha bilimsel baktıklarında karşı çıkmaları gereken devlet değil, onun oligarşik temsili olduğunu, bağımsızlık için yıkmak değil demokratikleşmesinin temel alınması gerektiğini, yine parçalanmanın değil özgür irade ile birlikteliğe çalışmanın hem gerçekçi hem demokratik bir görev olduğunu, bu sürecin de kapsamlı bilince çıkardığını,
Dış güçlerle, bu çerçeveyi aşan ilişkiler içinde olmasının, yapı gereği mümkün olmadığını, en büyük ispatının dost geçinenlerin en aşağılık bir komployu kendisi için ortaya koyduklarını, bir kukla bile olsaydı düşmanı çok olan Türkiye için herhalde kendisini kullanmayı dolayısıyla saklamayı bilecek güçte olduklarını, tam tersine uzun vadeli, Türkiye aleyhinde kullanamayacaklarını bildikleri için uluslararasında hiçbir hukuk ve insani bir ölçü tanımadan ve daha çok da Türkiye ile çatışmalarını körüklemek için kendisini kabul etmeme ve teslim etme oyununu oynadıklarını, tüm Türkiye dışı pratiğinin dile getirdiği “özgür vatan ve demokratik cumhuriyet” amacıyla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu, her şeyini bu temelde ortaya koyan, kişiliğini özgür vatan ve demokratik birlik için katık eden biri olduğunun tartışmasız olduğunu ve tarihin her geçen gün bunu kanıtlayacağını,
Cumhuriyet Başsavcılığının başlangıçtaki program ve geniş açıklamalara dayanarak sonuçta ayrı bir devlet kurma sonucuna varsa ve kendisinin her şey “Bağımsızlık ve özgürlük” içindir sözünün bundan başka bir amaç taşımadığını belirtse de, bu tarihsel tecrübeyi en sorumlu yaşayanlardan biri olarak bu savunmasında demokratik birliğe götürmeyi amaçladığını ortaya koymaya çalıştığını, elinde yaptığı konuşma belgeleri olmasa da, tek taraflı ateşkes süreçlerinde ve dolaylı diyaloglarda bunu açık olarak dile getiren, bağımsızlık ve özgürlüğün hem birey için, hem halk ve toplum için koşullar gereği ancak Türkiye’nin bütünselliği ve cumhuriyetin demokratik yapılanması içerisinde gerçekleşebileceğini, bilimsel ölçüler içinde bakıldığında dört tarafta kabul edemeyecek komşularla çevrili, ağırlıklı olarok dağlık bir coğrafyada, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal olarak çok bölünmüş, ağır feodal devlet yargılarıyla ve daha bir alfabeye bile sahip olmayan, nüfusun daha büyük kısmı metropollerde çalışan Kürt toplumu için devlet iddiasında bulunmanın bu nedenlerle gerçekçi olamayacağını, kaldı ki son 200 yıllık tarih tecrübesi ve en son PKK isyanının mevcut askeri güç dengesi altında, ayrılık yönünde sorunu daha da ağırlaştıracağını ortaya koyduğunu, bu yöntemle tarafların zorlanacağını, büyük acı ve kayıplar yaşanacağını, ama ne ayrılmanın gerçekleşebileceğini ne de sorunun yok edilebileceğini, hastalığın daha da ağırlaşarak devam edebileceğini, hastalığı ne hastayı yok ederek tedavi etmenin mümkün olduğunu ne de ana öğesi olduğu, bütünden yani devletten ayırmakla parça tedavi şansına sahip olduğunu, doğrusunun, çürük olan kısımların devlet bünyesindeki demokratikleşmeyen, özgürlükler önünde engel teşkil eden en üst devlet yetkilileri tarafından da dile getirilen yasaların, eskimiş kurumların, korkuya, inkarcılığa dayalı yaklaşımların aşılmasıyla, bölge halkının yaşadığı feodal toplum yapılarının, aşiretsel, şeyhlik, ağalık, devletten duyulan korkunun aşılması, özgür birey ve toplum temelinde gerçek bir anayasal yurttaş olarak, cumhuriyet ve demokratik birlik içinde bütünleşmenin sağlanması gerektiğini ve sonuç olarak demokratik birliğin cumhuriyetin yeni tarihsel adımı olacağını beyan etmiştir. (Kl. :66)
 
'''5. Sanık Abdullah ÖCALAN Esasa ilişkin savunmasında''':
 
Sanık, davanın esası hakkındaki savunmasının temelinde isyan gerçeği kadar sonuçlarının bilimsel ele alınışına ağırlık vermenin büyük önem taşıdığına inandığını belirterek, Cumhuriyet Başsavcılığının Esas hakkındaki mütalaasının iddianamenin bir özeti olup, kendisinin ilk savunmasından kapsamlı alıntılar yapmakla birlikte aynı sonuca gittiği, kişi ve örgüt olarak geçirilen değişimi samimi bulmadığı, bir çıkmazı ifade ettiği, dolayısıyla eylemlerin yoğunluğu, çokluğu ve halen manen de olsa örgütle bağının devamlılığını da belirterek TCK'nun 125. maddesiyle cezalandırmayı öngördüğünü,
En üst resmi yetkililerce de son “Kürt isyanı “ olarak değerlendirilen PKK önderlikli bu isyanın gerçekten hangi tarihi geçmiş kadar toplumsal koşulların ürünü olduğunu değerlendirilmediği, olayları bireysel terör boyutuna indirmenin mantıklı olmadığı gibi yanlış sonuçlara ve çıkmazı derinleştirmeye götüreceğini, 1970 Türkiyesi’nin ciddi bir sosyal patlamayı yaşadığı, yasal düzeni zorladığı, hem 12 Mart 1971 hem de 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesiyle açığa çıktığını, yasallığın ciddi şekilde zorlanarak beraberinde 27 Mayıs askeri müdahalesi sonucu nisbi demokratik özelliği olan Anayasayı budamayı ve 1982 antidemokratik özellikleri yaygın olan Anayasanın getirilmesiyle sonuçlandığını, 1980 öncesi iktidar, muhalefet, sağ-sol tüm partilerin yasadışı ilan edilmiş olduğunu,
PKK'nın da bu dönemin yasadışı bir hareketi olarak doğup ağırlıklı olarak Kürtlerin toplumsal gerçeğine dayalı iyi araştırma, propaganda ve giderek eylem hareketi olarak geliştiğini, çıkışın yasal değil meşru olduğunu, özellikle 1982 Anayasasına dayalı olarak geliştirilen “dil yasağı”na kadar varan ağırlaştırılan bir baskı sistemine karşı isyanın yasal olmamakla birlikte meşruiyetinin önemle göz önüne getirilmesi gerektiğini, temel sloganlarının “bağımsızlık ve özgürlük” olarak belirlendiğini ve buna göre genel program ve eylemliliğe yöneldiklerini,
PKK'nın bu yaygın eylemliliğin başta gelen sorumlularından biri olmakla beraber, “Kürt sorunu“nun tartışmasını Ankara’da önünde bulduğunu, yine “Kürt hareketi” ile Kuzey Irak'ta olup bitenleri de öğrendiğini, bu iki yönlü etkilenmeden giderek etkileyen bir güç konumuna geldiğini,
Özce, PKK'nın düşünce ve eylem olarak yasalar açısından ne kadar sorumlu tutulsa da, dayandığı toplumsal zemin, içindekilerin kişilik özellikleri, direniş tarzı ve uygulanan baskı biçimlerinin de sorumlulukta önemli pay sahibi olduklarını, demokratik bir toplumda ve devlet yapısında bu tür isyana yatkın toplum ve bireylerin bu yaygınlıkta ve şiddette ortaya çıkmayacaklarını, slogan ve programlarının böyle ayrılıkçı ve sert olmayacağını beyan ederek;
PKK’da dönüşümün bir çıkmaz değil bir gereklilik olduğunu, Sovyet sisteminin 1990’lara doğru çözülüşünün en az 200 yıl önceki Fransız ihtilali kadar demokratik dönüşüm üzerinde etkide bulunma potansiyeli taşıdığını, başta doğu Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde demokratikleşme yönünde gelişmelere yol açtığını, nasıl Sovyet Ekim devriminin Türkiye’nin ulusal kurtuluşunda en önemli dış katkıya yol açmışsa, bu çözülüşün de yanı başındaki Türkiye ve diğer Türki Cumhuriyetler üzerinde soğuk savaş döneminden kalma ve demokratikleşmeyi zorlaştıran statükodan uzaklaştırma yönünde o kadar derinden olumlu gelişmelere yol açtığını, bu yıllarda tam bir demokratik hareketlenme sürecine çok sancılı da olsa girildiği, yasalara pek yansımasa da sosyal ve siyasal dokunun hızla kabuk değiştirdiğini, Kürt toplumunda da bunun adeta devrimsel bir biçimde “serhıldanlar” olarak yaşandığını, Kürt objektifliğinin yasal olmasa da fiili olarak devletin en üst kademelerinde tanındığını, bunun önemli bir demokratik adım olduğunu,
PKK’nın dönüşüm gerçeğinden bahsederken, her şeyden önce dünya ve ülke çapında bu gelişmelere objektif olarak dayandıklarını, PKK’nın kuruluş yıllarının; soğuk savaşın katı ideolojik kamplara ayrılmış Kürt objektivitesini ağır bir inkar ve iradesizliği yaşadığı statükocu yıllar olduğunu, ayrıca anarşik yanı ağır basan, demokratikleşmeyi pek tanımayan gençliğin sağ-sol kamplara alabildiğine parçalandığı bir sürecin damgasını taşıdığını, hem program hem eyleminde bu yıllardaki dogmatik, ideolojik yaklaşımla, gençliğin radikal çıkışının derin izlerinin olduğunu, 1990’lar da dünya genelinde bir çok örgüt yapısında olduğu gibi Türkiye’nin partiler ve örgütsel yapısında da kaçınılmaz olarak dönüşüm yaşandığını, PKK’da da yaşanılan ağır çatışma ortamı nedeniyle bu yönlü gelişmelerin ortaya çıktığını, kendisinin bu yıllarda PKK program ve eski propaganda sloganlarını terk etmesi ve yeni arayışlara girmesinin bu nedenlerle bir çıkmazı değil bir kaçınılmazlığı ifade ettiğini,
PKK’da örgüt ve eylem anlayışında bir iç savaş yaşadığının gerçek olduğunu, PKK’nın öncülük ettiği eylemliliğin düzenli ve temel stratejiye ve taktiklerine uygun bir gerilla benzeri savaş olarak geliştiğini söylemenin zor olduğunu, hele hele en üst düzeyde sorumlu olarak, çatışma tarzının kendisinin istediği doğrultuda geliştiğini sanmanın büyük yanlışlık olacağını, olsa olsa Kürt toplumsal gerçeğindeki ağır feodal yapının aşiret-aiIe, dinsel gerilik biçiminde parçalanma ve çelişkilerinin yüzyıllardan beri süregelen tortularının PKK içinde can bulması ve kendini konuşturmasıdır demenin daha doğru bir sosyolojik değerlendirme olacağını, katılım gösteren herkesin kendine göre “kanun benim” anlayışından hareket ederek feodal kurallara bile ters gelen bir çok tutum ve eylem içine girdiklerini, özellikle 1987’de köy korucularına yönelim adı altında hiç yönelinmemesi gereken sivillere ve bu arada kadın ve çocuklara, çatışmalarla ilgisi olmayan kişilere yönelim olduğunu, tam bu noktada PKK’nın sınırlı da olsa ideolojik ve siyasi yanları bir tarafa bırakılarak “aydınlar kaybetti”, “köylülük iktidar oldu” adı altında partinin gerçek özünü tasfiye edip ele geçirdikleri olanakları hem partinin gerçek temsil gücünü hem de halkı bireysel etkileri altına almak için bir iç çatışmayı dayattıklarını, kendisinin bunu temelde öncülük eden kişiler nedeniyle “dörtlü çete” olarak tabir ettiğini, 1987-1997 arasında bu temelde şiddetli bir savaş verdiğini, bunun şüphesiz genel sorumluluğunu kaldırmayacağını, ama ahlaki, siyasi, örgütsel ve eylemsel tavrının anlaşılması açısından büyük önem taşıdığını, PKK’yı en zor duruma düşüren eylemlerin daha çok bu süreçte ve kontrolü kendi ellerinde tutan bu tip şahıslar eliyle işlendiğini, bu tip şahısların kırsal alanın kendilerine sağladığı avantajları iyi kullanarak bildiklerini uyguladıkları ve çoğunlukla yalanla üstünü örttüklerini, bu hususların resmi devlet raporlarında da yoğunca görülmekte ve değerlendirilmekte olduğunu, bu kişilerin sırf etkili olmak için en yanıbaşındaki yoldaşını, halktan yardımcı dostlarını bile ucuz bahanelerle cezalandırmaktan geri kalmadıklarını belirterek,
Esas hakkındaki mütalaada 1990’lı yıllar madem böyle bir iç mücadeleyi yaşadığı halde neden en çok tahribat ve kayıpların yaşandığına dayalı kapsamlı bir liste verildiğini, çatışmaların en çok içte ve dışta bu yıllarda yoğunlaştığı göz önüne getirildiğinde sorunun cevap bulacağını, özellikle 1993-1996 devlet bünyesinde de kontrolden çıkmanın yaygın yaşandığı, bir çok faili meçhul kayıplarda bu durumun önemli payı bulunduğu, devletin gücünün yasadışı kullanıldığının resmi “Susurluk Raporu”nda açıkça dile getirildiğini ve halen açığa çıkmamış bir çok çete odağından bahsedildiğini,
“30.000 kişinin katili'', ''bebek katili” gibi sıfatların adaletsiz ve gerçek dışı bir yaklaşım olup reddettiğini, eri başta gelen sorumlulardan olduğunu, ama tek sorumlu olmadığını,
Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’nin, içte demokratikleşmeme, dışta da gücüne göre önderlik edebilecek rolünü oynamamasında Kürt sorununda gereken bilimsel demokratik yaklaşımı gösterememenin temel neden olduğunu, çıkmaz ve çatışmada ısrarın gelecek yüzyılın da kaybı olacağını, eğer klasik anlamda Kürt sorununun demokratik ve kültürel yaklaşımdan uzak ele alınması halinde bu çıkmazın, dolayısıyla çok güçlü bir alt yapı kazanmış çatışma ortamının derinleşerek devam edeceğini, bu durumda;
 
1. Askeri silahlı çatışmanın kurumsallaşarak devam edeceği, PKK’nın düşük ve orta
düzeyde bir savaşı rahatlıkla sürdürebileceği, ordunun da daha fazla bu işe girerek geçen 15 yılın çok ötesinde önümüzdeki yüzyıla yayılabileceğini,
2. Başta bölge Kürtleri olmak üzere Ortadoğu ve dünya Kürtlerinin çeşitli ve sıraladıkları stratejik güçlerce yönlendirilerek Türkiye karşıtlığının geliştirileceği, savaş ve çıkmazın derinleşmesinin belki de Türkiye’yi hedef haline getireceği, başta komşu ülkeler olmak üzere Türkiye ile sorunu olan herkesin hem kendi Kürtlerini hem de yoğun mültecilikle yanına çektiklerini politize edip çıkarları için kullanacaklarını,
3.Çıkmaz ve çatışmanın derinleşmesinin ekonomik faturayı daha da ağırlaştıracağını,
4.Eğitim ve kültürel gerilemenin kaçınılmaz olduğunu,
5.Çıkmaz ve çatışmanın süregitmesi, Türkiye’nin özellikle demokratik gelişmesini nasıl şimdiye kadar frenlemiş ve çarpıtılmışsa, bu haliyle artarak devam edeceğini, devlet yapısında arzulanan demokratik yönlü değişimlerin olmayacağını,
6.Mevcut çıkmazın dış politika üzerinde de etkili olduğunu, özellikle Avrupa’nın kendi çıkarlarına dayalı demokrasi gerekçelerini göstererek istediği gibi davranmakta olup AB’ye bu nedenle girilemediğini, sorunun demokratik bir tarzla aşılamamasının nasıl içeride büyük olumsuzluklara yol açıyorsa dışa doğruda istenilen atılıma da imkan vermediğini beyan ederek
Sorunlara demokratik çözümün Türkiye’nin kazanılmış geleceği olabileceğini, özce geleceğin olası çözüm sonuçlarının;
 
1. Kürtlerin demokratik Cumhuriyetle bütünleşmesi geliştikçe bunun askeri anlamda da karşı tehditten stratejik bir güç kaynağına dönüşeceğini, içte ve dışta PKK’nın askeri savaş olanaklarının çözümle birlikte Türkiye’nin hizmetine gireceğini, karşılığında verilenin ise artık dünyanın her tarafında verilen doğal demokratik ve kültürel haklar olacağını, kolay ve en masrafsız çözüm derken bunu kastettiğini, “en kolay ve en zor barış” deyiminin burada kendini gösterdiğini, dev boyutlu askeri masraflardan kurtulma, acı ve kayıpların durması, başka bir çok güce tavizkar olmamak kadar karşılarında güçlü pozisyonda olma, içte tıkanmanın aşılmasıyla çok güçlü ekonomik, sosyal, siyasal, -kültürel gelişme süreçlerine girme, dış politikada başta Avrupa olmak üzere bir çok mevzie girme ve gerçekten bölgede lider ülke konumuna yükselmenin bu çıkmazdan ve çatışma ortamından kurtulma ile yakından bağlantılı olduğunu, Türkiye’nin stratejik olarak tehlike arzeden birçok odaklar karşısında çözümle birlikte güç kazanmasının işin can alıcı özünü teşkil edip geleceğin kurtarılması derken bunu kastettiğini,
2. PKK’nın askeri sorun olmaktan çıkmasının Kürt sorununun siyasal çözümünün yolunu
açacağı ve beraberinde siyasi sorun olmaktan çıkması anlamına da geleceği, devletin bütünlüğünü ve birliğini zorlamaktan ona güç verme sürecine girileceğini, devletle demokratik bütünleşme yolu açıldıkça devlete karşı konumun aşılacağını, PKK’nın tüm iç ve dış merkezleri ile kurumlarının anlamsız hale gelerek tehlike olmaktan çıkacağını,
3. Çıkmazda ve çatışma sürecinde ileri çapta devlete yabancılaşmış, ters düşmüş Kürt halk yığınlarının da bu Çözüm tarzıyla rahat kazanılacağı, Kürtlere uzanacak barış ve dostluk elinin büyük birlikteliğe ve kaynaşmaya götüreceğini,
4. Sorunun çıkmaz ve çatışma sürecinden kurtulmasının ekonomik olarak gelişmenin önünü alabildiğine açabileceğini,
5. Türkiye’nin siyasi koşullarında ve Anayasal hukukunda Kürt sorununun en pratik çözümünün demokratik ve kültürel haklarını kullanmadan geçtiği, çıkmazın böyle aşılacağı ve şiddetle artık bir yere varılamayacağının dava dolayısıyla daha iyi anlaşılmış olduğunu, demokratik ve kültürel kimliğin iyi anlaşılması gerekli olup siyasi kimlikten farklı olduğunu, daha çok devletle özgür yurttaş ve özgür toplum temelinde demokratik birliği ifade ettiğini,
6. Cumhuriyetin kuruluşundan beri demokratikleşmenin bir engeli haline getirilen ve gittikçede ağırlaşan sorunun demokratik çözümünün en çok Türkiye genelinde siyasi yapının da demokratikleşmesinde kilit rol oynayacağını,
7. İç çıkmaz ve çatışma ortamının demokratik çözüm yolunun en çarpıcı etkisini dışa açılımda göstereceğini, ağır ekonomik ve siyasal sorunlarını çözmüş güçlü ekonomik ve demokratik yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika adımlarının daha başarılı sonuç vereceği, en başta AB'ne üyeliğin sorun olmaktan çıkıp bunun gerçekleşeceğini beyan edip,
Sonuç olarak; İmralı sürecinin tarihi bir başlangıç olabileceğini, uzun bir tarihi süreçten gelen ve gerçekten önemli toplumsal nedenleri olan bu isyanların doğru bir değerlendirmesinin yapılarak çıkarılacak dersler ışığında PKK önderlikli son “isyan hareketi”ni gerçekten “son” haline getirmek mümkün ve gerekli olup savunmalarında bunun gerekçelerini ortaya koymaya çalıştığını, sorunların çözüm yolunun artık demokratik sistemin geliştirilmesinden ve çizilecek çerçevesinden geçtiğini, bu konuda savunmasında alıntılar yaptığı Anayasa Mahkemesi Başkanının 37. kuruluş yıldönümünde yapılan konuşmasının umut verici olup, demokratik ve kültürel haklarında temelini teşkil ettiğini ve çözüm yolunu gösterdiğini, girilen doğrultunun bu olduğunu, demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve onun demokratik Anayasasının bunun somut ifadesi olacağını beyan etmiştir. (Kl. :66)
 
==6- Sanık Vekillerinin Savunması ==