Adalet ve Kalkınma Partisinin Temelli Kapatılması İstemine İlişkin Savcılık İddianamesi/D-3 İç Hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Siyasi Parti Kapatma Davalarında Esas Aldığı Ölçütler: Revizyonlar arasındaki fark

İçerik silindi İçerik eklendi
Değişiklik özeti yok
34. satır:
Ayrıca lâikliğin yanlış tanımlandığı iddiası, resmî daire ve üniversitelerde uygulanan türban ve başörtüsü yasağını hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen, zulüm ve zorbalık olarak gösterilmesi, kamu düzenini bozacak nitelikte görülmüştür. Başbakanın ve davalı Partinin diğer üyelerinin bu ve benzeri söylemlerle dinsel konularda kişiler için sınırsız bir alan yaratmak ve bu ayrımcı yaklaşımla dinlere (sayısal çoğunluk gözetildiğinde İslam'a) serbest bir ortam sağlamak amacını taşımaktadır. Kişilerin dinsel konularda (ki İslam'ın dünyevi ve uhrevi tüm alanları kapsadığı gözetildiğinde) tam bir serbesti içinde olmaları demek, kişilere uygulanacak kuralların, benimsedikleri din ekseninde belirlenmesi anlamındadır. Bu ise kişiler yönünden laik devletin kurallarını dışlayıcıdır ve dini (İslam'ı), tartışmasız olarak kişilerin uhrevi değil tüm dünyevi ilişkilerinde de tek belirleyici unsur olarak kabul etmek anlamındadır.
 
Nitekim bir Yargıtay Başkanı, ülkede yaşanan gelişmeleri ve gidişatı da gözeterek yaptığı 2003 Yılı Adli Yıl açılış konuşmasında, {{quote|…Sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerle İslami devlet kurmak isteyenlerin amaçları aynı…|Yargıtay Başkanı}}<ref>Ek.2</ref>|Yargıtay Başkanı}} şeklinde tespit yaparak sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerin gerçek siyasi amaçlarını ortaya koymuş, Başbakan Erdoğan, {{Quote|"…Bu bir defa çirkin ve olumsuz bir yaklaşım, Bir defa özgürlükler farklı bir noktada olan kişinin özgürlük alanına, kadar o alana giremezsiniz. Siz bir dinin mensubuysanız, farklı bir dinin mensubunun olduğu alana giremezsiniz. İnancınızın gereği neyse, bu inanca saygı duymak yönetimlerin görevidir. <p>(…) Kaldı ki, şu anda yaşanan süreçte gerek Türkiye'de, gerek Batı'da, gerek Dünya'da tamamıyla dinlere saygılı olan bir anlayışın egemen kılınması, aynı şekilde düşünceye ve örgütlenmeye saygılı yapıların, özgürlüklerin oluşmasına fırsat verilmesini devamlı olarak imkânını hazırlıyor. Biz de böyle bir gayretin içindeyiz …|Erdoğan}} <ref>Ek.2</ref>|Erdoğan}} şeklinde yanıt vererek, aslında din ve vicdan özgürlüğü konusundaki düşüncelerinin siyasal İslam'a sınırsız bir özgürlük alanı yaratmak olduğunu bir kere daha açıklıkla ifade etmiştir. Bu bakış açısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve tüm parti ileri gelenlerinin söylem ve eylemlerine yansımış, devlet adeta bir inancın hüküm ve kuralları çerçevesinde yeniden biçimlendirilmeye, dönüştürülmeye çalışılmıştır. Nitekim türbanın Yükseköğretim kurumlarına girmesine olanak sağlayacak Anayasa değişikliğin yapıldığı [[9 Şubat]] [[2008]] günü Almanya'daki resmi seyahati sırasında gazetecilerin "İslamiyet ile AB sürecini nasıl bağdaştırdığını" sormaları üzerine; {{Quote|…Farklı dinlerin mensuplarına bizler nasıl 'siz niçin dininizi bu kadar iyi yaşıyorsunuz ya da bu kadar hassasiyetle yaşıyorsunuz' deme hakkına sahip değilsek, bir Müslüman'ın da dinini yaşamasına kimse kalkıp 'sen niçin dinini bu kadar iyi yaşıyorsun, başarılı yaşıyorsun' deme hakkına sahip değildir. Bir taraftan din ve vicdan özgürlüğü diyeceksiniz, öbür taraftan kalkıp Müslüman için böyle bir defans uygulayacaksın. Bu defansı uygulamaya bir defa kimsenin hakkı yok|Erdogan}} <ref>Ek.50.</ref>|Recep Tayip Erdoğan }} demiş, [[7 Mart]] [[2008]] tarihinde partisinin Uşak ilinde düzenlediği bir toplantıda kendisine "Af yok mu?" diye seslenen bir vatandaşa, {{Quote|..Af yok, suç işleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım…|Erdogan}}" demiştir. <ref>Ek.165</ref> |Recep Tayip Erdoğan }}" demiştir. Başbakan ilk söylemiyle, bir Müslüman'ın dininin emrettiği her şeyi serbestçe yapabileceğini, dini özgürlüklerin sınırsız olduğunu, ikinci söylemiyle de laik hukuk sistemini yok sayarak, adam öldürme suçuna şeriat hukukundaki 'kısas' uygulamasını ifade etmekte, "öyle olması gerekir" cümlesiyle de, sistemin şeriat hukukuna dönüşmesine olan özlem ve niyetini açığa vurmaktadır. Başbakanın bu yaklaşımlarına göre dini inancın bütün vecibeleri din ve vicdan özgürlüğü kapsamındadır ve kısıtlanamaz. Bu yoruma göre, özel ve kamusal yaşamın tümünü kapsama iddiasındaki İslam şeriatı için hiçbir kısıtlama öngörülemeyecek, ceza hukuku uygulamalarında da şeriat hukukunun kapıları açılacaktır. Bu bakış açısıyla türban bir dini vecibedir ve dini vecibelere kısıtlama getirilemez. Yine din kurallarının uygulanması dini vecibe (dini ödev) kabul edildiğinde, bu kuralların tüm özel ve kamusal alanlarında da (aile, miras, ceza, ticaret hukuku vb.) yaşanması talebi kendiliğinden ortaya çıkacak, aksini savunanlar yine İslam şeriatının yaptırımlarına maruz kalabilecektir.
 
Gösterilen deliller, Anayasanın 10. ve 42 nci maddelerinin laiklik ilkesinin özüne dokunmak amacıyla değiştirildiğini kanıtlamaktadır. Çünkü artık köktendinciler isteklerini türbanın kamusal alanda da serbest kalmasının ötesine taşımışlar, televizyonlardaki açık oturumlarda {{Quote|türbanın yasaklanmasını savunanların Mussolini gibi yargılanacaklarını ve cezalandırılacaklarını}} çekinmeden söylemeye başlamışlardır. Sadece bu durum bile laik devlet ilkesini ve Türkiye'de laikliği savunanları nasıl bir tehlikenin beklediğini göstermeye yeterli olup, şeriatın içerdiği şiddet unsurunu da sergilemektedir.
 
Davalı parti, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin bütün kazanımlarına karşı mücadeleyi esas alan, [[:w:Milli Nizam Partisi]], [[:w:Milli Selamet Partisi]], [[:w:Refah Partisi]] ve [[:w:Fazilet Partisi]] çizgisinin devamı niteliğinde siyasi bir oluşumdur. Ancak bu partilerin geçmişte kullandıkları radikal, anti-laik eylem ve söylemleri nedeniyle hukuki koruma görmemeleri ve bazılarının kapatılmaları gözetilerek, tarihi deneyimden ders alan bir grup tarafından kurulmuştur. Şeriat hedefine ulaşmada, demokrasiyi bir araç gören bu zihniyet, "gerçek amacını doksanlı yıllardan sonra dünyada küreselleşmenin merkez güçlerinin ülkemiz ve bölge ülkeleri için ürettiği 'ılımlı İslam' ideolojisi ve onun siyasi hedefi 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) eşbaşkanları sıfatıyla söylemlerini insan hakları, demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü, öğrenim hakkı gibi asıl referansları olan şeriatla hiç bağdaşmayan kavramların arkasına gizlenerek" göstermişlerdir. Başta Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer partililer, 2001 yılından önce mensubu bulundukları partilerde Cumhuriyeti ve onun devrimlerini doğrudan hedef alarak eleştirmişler, söylemlerinde; {{Quote|…hakimiyet Ulusa değil Allah'a aittir,<p>(…)Millet isterse laiklik elbette elden gidecektir. <p>(…)laiklik dinsizliktir..}} <ref>Ek.12</ref>}} diyenler, her türlü din istismarını yapanlar, bu söylemlerini değiştirerek takiyye yapmaya başlamışlar, partinin önemli isimlerinden Bülent Arınç, Türkiye Demokrasi Vakfı'nca düzenlenen bir toplantıda, TBMM Başkanı iken yaptığı bir konuşmada; {{Quote|…Siz ifade özgürlüğüne tam sahip değilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiyye yapmaya mecbursunuz|Bülent Arınç}}<ref>Ek.67</ref> |Bülent Arınç}} diyerek, takiyyenin yeni dönemdeki siyasal yöntemleri olacağının işaretini vermiş, buna rağmen davalı parti gerçek siyasi hedefini gizleyememiş, laiklik ilkesine ilişkin Anayasa ve yasa hükümlerine, Anayasa Mahkemesinin Refah Partisi ve Fazilet Partisinin kapatılmasına, resmi daire ve üniversitelerde türban-başörtüsü kullanmayı teşvik eden konuşmaların laik düzen karşıtları için bir mesaj oluşturduğuna ilişkin kararlarına karşın, türban konusunu belirledikleri politikalara temel almakta bir sakınca görmemiştir.
 
Davalı parti özellikle 22 Temmuz 2008 seçimlerinden sonra, alınan oy oranının etkisi ve cüretiyle toplumu İslam devletine dönüştürecek projelerini önce yeni bir Anayasa taslağı hazırlamak sonra da türbanı gündeme getirmek suretiyle laiklik ilkesini hedef alarak adım adım gerçekleştirmeye başlamıştır.
 
Davalı parti iktidarda olduğu süreçte, insanlığın dinsel dogma ve hurafelere karşı verdiği mücadele sonrasındaki ortak kazanımları olan din ve vicdan özgürlüğü, öğrenim özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, laiklik ilkesi gibi birçok kavram tersyüz edilmiş, "laikliğin yeniden tanımlanması" gibi suni sorunlar yaratılarak Cumhuriyetin değerleri tartışılır hale getirilmiştir. Dinsel taassubun göstergesi olan türban, inanç özgürlüğünün zorunlu bir parçası olarak gösterilmiş ve türban takmanın bir hak olduğu inancı topluma benimsetilmeye çalışılmıştır. Oysa daha yakın tarihte yapılan bir araştırmanın<sup> </sup> sonuçları çok açık göstermiştir ki, liseden sonra üniversiteye gidemeyen kadınların yüzde 30'u sınavı kazanamadığından, yüzde 15'i sınavı kazanmasına rağmen evlenip okulu bıraktığından, yüzde 15'i daha fazla okumasına ailesi izin vermediğinden, yalnızca yüzde 1'i türban nedeniyle yüksek öğrenim görememiştir. Bu araştırma sonuçları da çok açık bir biçimde ortaya koymuştur ki, davalı partinin asıl amacı, iddia edildiği gibi öğrenim özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak değil, türban sayesinde eğitim ve öğretim alanından başlamak üzere, tüm kamusal alanı ve toplumsal yaşamı dinselleştirmek ve giderek laik devleti ortadan kaldırmaktır.
 
Türban, davalı partinin Cumhuriyet devrimlerine ve özellikle laiklik ilkesine yönelik kararlılıkla yürüttüğü mücadelesinde eğitim, kültür, ekonomik ve sosyal yaşam alanlarında toplumu dönüştürecek karşı devrimin adımlarını atarken kullandığı özgürlükçü söylemli bir dini ve siyasi simgedir.
72. satır:
 
Bunun yerine doğrudan "laik üniversite düzeninin gerekleri dikkate alındığında, öğrencilerin kılık-kıyafetlerinin düzenlenmesinin ve bu düzenlemeye uyulmadıkça, kendilerine diploma verilmesi gibi bazı idari hizmetlerden yararlandırılmamalarının, din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale oluşturmadığı düşüncesini" ifade etmiştir.
 
Sonuç olarak Komisyon başvurucunun, çıkış belgesine türbanlı fotoğraf yapıştırma talebinin idarece reddedilmesinin Sözleşmenin 9. maddesiyle korunan din özgürlüğüne bir müdahale oluşturmadığı gerekçesiyle, başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
 
Satır 83 ⟶ 84:
=== Dahlab / İsviçre Kararı ===
Katolik iken sonra İslam Dinini seçen ve türban takmaya karar veren İsviçre vatandaşı ve anaokulu öğretmeni olan Lucia Dahlab, beş yıl süresince velilerden herhangi bir itiraz gelmeden türbanlı olarak görevine devam ettikten sonra, İlköğretim Genel Müdürlüğü tarafından, türbanın "özellikle kamusal ve seküler bir eğitim sisteminde bir öğretmenin öğrencilerine empoze ettiği açık bir kimlik aracı" olduğu gerekçesiyle görevinden alınması üzerine, laiklik ilkesinin öğretmenlerin dinsel inanca sahip olmalarına ve inançları gereği sembol taşımalarına engel oluşturmadığı ve öğrencilerinin farklı etnik ve dinsel kökenlerden geldiği için çeşitliliğe alışkın oldukları, dolayısıyla türbanlı oluşunun okuldaki dinsel uyumu bozmadığı gerekçelerine dayanarak türbanlı olduğu için görevden alınmasının AİHS'nin 9 ve 14. maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle AİHM'ne başvurmuştur.
 
Sonuç olarak AİHM, öğrencilerin başvurucudan kolaylıkla etkilenebilecek kadar küçük yaşta olmalarının ve başvuru sahibinin dinsel açıdan tarafsız davranmak zorunluluğunun altına çizerek, yasaklayıcı işlemin, başkalarının hak ve özgürlüklerini, kamu güvenliğini ve kamu düzenini koruma şeklindeki meşru amaçları güttüğüne karar vermiş ve başvurucunun ders sırasında türban taktığı için görevine son verilmesini, din özgürlüğüne bir müdahale saymış, ancak bu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğu gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
===Leyla Şahin / Türkiye Kararı===
Leyla Şahin Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde okurken, İstanbul Üniversitesi'nin 23.02.1998 tarihinde yayınladığı sakallı ve türbanlı öğrencilerin derslere ve pratik çalışmalara alınmamalarını öngören genelgesi gereği derslere alınmamış ve bazı bölümlere kayıt yaptıramamıştır. Genelgenin iptali istemiyle açılan davalar ise idari yargı organlarınca reddedilmiştir. Daha sonra türban taktığı gerekçesi ile yazılı sınavlardan birine alınmayan başvurucunun kayıt talebi de aynı gerekçe ile reddedilmiştir.
Başvurucu kılık kıyafet kurallarına uymadığı için önce kınama cezası, daha sonra türban yasağını protesto gösterisine katıldığı için bir dönem okuldan uzaklaştırma cezası almıştır. Başvurucunun disiplin cezaları ile ilgili açtığı dava İstanbul İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Yüksek öğretim kurumlarında türban takma yasağının Sözleşmenin 8, 9, 10 ve 14.maddeleri ile 1.Protokolün 2. maddesindeki haklarını ihlal ettiği gerekçesi ile AİHK'na başvurmuş, dava 11 No'lu Protokolün 5/2 maddesi gereğince 1.11.1998'de AİHM'ne devredilmiştir
Satır 90 ⟶ 92:
Mahkeme'nin üniversitede İslami türban takılmasını yasaklayan ve bu yasağa aykırı davranmayı disiplin yaptırımına bağlayan düzenlemelerin, din ve vicdan özgürlüğü hakkına müdahale olduğunu varsayımsal olarak kabul etmiş ancak üniversitelerde türbana izin vermenin Anayasa'ya aykırı olduğunun Anayasa Mahkemesi'nce açıkça belirtildiğini ve ayrıca İslami türban takılmasına ilişkin düzenlemelerin, başvurucunun Üniversiteye kayıt yaptırmasının öncesinden itibaren mevcut olduğunu vurgulayarak, davada "kanunen öngörülme" kriterinin gerçekleştiğine, "davanın şartlarını ve milli mahkemelerin kararlarındaki tabirleri dikkate alarak, … söz konusu tedbirin öncelikle başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunmasına ve kamu düzeninin korunmasına ilişkin meşru amaçları güttüğünü ve "takdir yetkisinin alanını göz önüne alarak, İstanbul Üniversitesinin İslami türban takılmasına sınırlamalar getiren düzenlemelerinin ve bunları uygulamaya yönelik tedbirlerin, güdülen amaçlarla orantılı ve haklı olduğuna ve demokratik bir toplumda gerekli olarak kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir."
 
AHİM'nin 29.06.2004 tarihli bu kararına müteakip başvurucunun davanın Büyük Daire'ye iletilmesini istemesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi [[10 Kasım]] [[2005]] tarihli kararında: {{Quote|…Bu bağlamda, yükseköğrenim kurumları, bir dinin sembol ve törenlerinin tezahürünü değişik dinden öğrenciler arasında huzurlu ortak yaşamı sağlamak ve böylece kamu düzenini ve diğerlerinin haklarını korumak amacıyla böyle bir tezahürün yeri ve şekline sınırlamalar getirerek düzenleyebilirler. Küçük çocukların sınıfında görevli bir öğretmenle ilgili olan, Dahlab davasında, Mahkeme, diğer konuların yanı sıra öğretmenin başörtüsü takmasının temsil ettiği "güçlü dış sembol" üzerinde durmuş ve cinsiyet eşitliği ilkesiyle bağdaştırılması zor olan dini davranış kuralları kadınlara başörtüsü takma zorunluluğu getirmiş olduğuna göre, bunun bir tür başkalarını dini inancından vazgeçirme etkisi oluşturup oluşturmayacağını sorgulamıştır. Ayrıca, İslami başörtüsü takmanın, demokratik bir toplumda bütün öğretmenlerin öğrencilerine aktarması gereken hoşgörü, başkalarına saygı ve hepsinin ötesinde eşitlik ve fark gözetmeme mesajı ile kolaylıkla bağdaştırılamayacağını kaydetmiştir.<p>…Laiklik kavramı Mahkeme'ye göre Sözleşme'nin temelini oluşturan değerlerle uyumludur. (...) Bu ilkeye saygı göstermeyen bir davranış, kişinin dinini ifşa etmesi özgürlüğü kapsamında kabul edilmeyecek ve Sözleşme'nin 9. maddesinin korumasından yararlanmayacaktır.<p>…Mahkeme, Türkiye'de kendi dini sembollerini ve dini dogmalar üzerine kurulmuş bir toplum kavramını toplumunun tümüne empoze etmeye çalışan aşırı siyasi hareketlerin olduğunu gözden kaçırmamıştır.(…)<p>…Sonuç olarak, söz konusu kısıtlama, başvuranın eğitim hakkına zarar vermemektedir. (…)}}
 
Görüşlerine yer vermiştir.
Satır 101 ⟶ 103:
 
İktidarın türban konusunu tırmandırmasından cesaret alan başta sağlık kurumlarında çalışan doktor ve hemşireler, eğitim kurumlarında öğretmen ve öğrenciler olmak üzere birçok kurumda kamu personelinin göreve türbanla geldikleri 2008 Yılı Ocak ve Şubat aylarında yayınlanan gazete ve televizyon haberleri arasında sıkça yer almıştır.<ref>Ek.159</ref>
 
Örnekleri daha önce de yaşanan benzer olaylar karşısında siyasi iktidarın bu kurumların başına atadığı kendi dünya görüşlerine yakın baştabip, okul müdürü vb. idareciler soruşturmaları göstermelik, sudan gerekçelerle savsaklamışlar, adeta kamu kurumlarında türbanlı görevlilerin çalışmasını teşvik etmiş, cesaretlendirmişlerdir.
 
Satır 137 ⟶ 140:
Davalı siyasi partinin tüm eylem ve söylemleri; ilk aşamada İslami kural ve değerlerin ön planda tutulduğu ve referans olarak alındığı bir İslam toplumunu oluşturmak, ortaya çıkacak bu ılımlı model arkasından, hukuksal düzenlemeleri de gerçekleştirerek şeriata adım atmak kast ve amacını içermektedir.
 
Çoğunluk iktidarına sahip olan bir siyasi parti için, önce hukuksal düzenlemeleri yapması ve arkasından toplumun bu İslami düzenlemelere göre biçimlendirmesinin tabloya daha uygun olacağı söylenebilirse de, laikliği bütünüyle yok edecek hukuki düzenlemeler yapılması halinde devletin hukuksal yollarla, kendisini koruyacağı düşüncesi yöntem değişikliğini zorunlu kılmaktadır. Türbanı serbest bırakmanın hukuksal yönden koruma göremeyeceğini kavramalarına rağmen, bu tutumları uzun vadede sonuç almaya yönelik olup; iktidarın olanaklarından da yararlanarak, topluma yavaş yavaş benimsetme ve düşünce platformlarında da giderek yandaş kazanma ve böylece sonuca ulaşma yöntemini kullanmaktadırlar. Bu nedenle bireysel, giderek kitlesel ve toplumsal istek olarak konuya ivme kazandırıp, esas olan şeriat amacına ulaşılmaya çalışılmaktadır. Nitekim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 14.01.2008 tarihinde bir resmi ziyaret için bulunduğu İspanya"da yaptığı basın toplantısında sorulan bir soru üzerine; {{Quote|…Türkiye"de türbana siyasi simge olarak karşı çıkılıyor, velev ki siyasi simge olarak takıyor. Bunu suç kabul edebilirmisiniz? Simgelere, sembollere yasak getirebilirmisiniz?.... Bunu en yakın zamanda çözeceğiz…,<ref>Ek.47</ref>|ErdoganRecep Tayip Erdoğan }} diyerek ve yine türbanı bir kuvvet gibi kullanarak toplumu ve devleti İslami bir yapıya dönüştürmedeki kararlılığını göstermiş, hemen akabinde, yurda dönüşte Ankara Esenboğa Havaalanında gazetecilere verdiği demeçte; {{Quote|..türban sorununun çözümü konusunda "yeni anayasayı beklemeye gerek yok, onun çözümü çok kolay. Oturup beraber mutabık kaldığımız bir cümleyle çözülür"… Toplumda türban konusunda mütakabat sıkıntısı yok, ancak kurumlar arasında sıkıntı yaşanmaktadır…<ref>Ek.48</ref>|ErdoganRecep Tayip Erdoğan }} diyerek sürece yeni bir ivme kazandırmış, mutabakat arayışı Milliyetçi Hareket Partisinden yanıt bularak türbanın yüksek öğretim kurumlarında serbestçe takılabilmesine olanak sağlayacak Anayasa ve yasa değişikliklerinin ilk adımı atılmıştır.
 
Türban-başörtüsü ile yüksek öğretim kurumlarında öğrenim görülmesinin laiklik ilkesine aykırı olmasına, ulusal ve uluslararası yargı kararlarının da bu doğrultuda bulunmasına karşın; yüksek öğretim kurumlarında türban-başörtüsü ile öğrenim görülmesini sağlamak için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile AKP'li ve MHP'li milletvekillerinin imzaladığı Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapılmasını ve 7 milletvekilinin imzaladığı 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde değişiklik yapılmasını içeren teklifler 29-30.1.2008 tarihlerinde TBMM Başkan'ı tarafından Anayasa ve Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyon'larına gönderilmiştir.
 
Anayasa değişikliğine ilişkin teklifin gerekçesi<ref>''Anayasa'da değişiklik teklifinin Genel Gerekçesi''; {{Quote|Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde yapılması öngörülen değişiklikler, yükseköğretim hizmetlerinden kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak, herhangi bir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır. Devletin temel amaç ve görevlerinden biri de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır.
 
Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğrenim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir. Kurucusu ve üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyine üye ülkelerin hiç birinde üniversite düzeyinde böyle bir sorun mevcut bulunmamaktadır. Buna rağmen, ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir. Atatürk'ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinde "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesillerin yetiştirilmesi, kişilerin yükseköğrenim hakkından kanun önünde eşitlik ilkesi gereği hiçbir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddesinde işbu değişikliklerin yapılması gereği doğmuştur.}}
 
''Madde Gerekçeleri ise;''
Madde Gerekçeleri ise; {{Quote|Madde 1- Kanun önünde eşitlik, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Bu ilkeyi uygularken Devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Devlet organları ve idarî makamlar, hiçbir sebeple bireyler arasında ayrımcılık yapamayacağı gibi, bu yöndeki ayrımcılık girişimlerini de önlemekle yükümlüdürler.
 
Nitekim Anayasanın 5 inci maddesine göre "kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak" Devletin temel amaç ve görevleri arasındadır. Devlet bu temel görevini yerine getirirken, herkesin kamu hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlamaya yönelik her türlü tedbiri almak zorundadır. Tüm idare makamları gibi üniversiteler de yükseköğretim hizmeti sunarlarken dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, giyim, kuşam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten yararlanan kişiler arasında ayrımcılık yapamazlar.}} {{Quote|Madde 2- Eğitim ve öğrenim hakkı, kişilerin en temel ve vazgeçilmez haklarından biridir. Bu nedenle bu hakkın sınırlandırılması ancak kanunun açıkça belirttiği istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Nitekim Anayasanın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin "özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla" sınırlanabileceği belirtilmektedir. Kanunun açıkça yasaklamadığı bir fiil, tutum veya davranıştan dolayı idare hiç kimseyi eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakamaz. Buna rağmen ülkemizde bazı kişilerin kanunda açıkça yazılı olmayan sebeplerden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakıldıkları da bir gerçektir. İşte bu nedenle yapılan değişikliğin amacı, münhasıran yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaşlar arasında eşitliği sağlamak ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim hakkından mahrum edilen kişilerin bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırmaktır.}}</ref> ile Anayasa Komisyonunun raporu <ref>1.2.2008 günlü Anayasa Komisyonu Raporu: "…Toplantımıza Hükümeti temsilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek ve Adalet Bakanlığı yetkilileri katılmıştır.
Teklifle; Anayasanın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10 ile eğitim ve öğretim hakkı ve ödevini düzenleyen 42 nci maddelerinde değişiklik öngörülmektedir. 10 uncu maddede getirilen düzenleme ile; devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinin yanı sıra her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğu dördüncü fıkraya eklenmektedir.
42 nci maddeye eklenen fıkra ile; Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimsenin yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemeyeceği, bu hakkın kullanımının sınırlarının kanunla belirleneceği öngörülmektedir.
Komisyon Başkanı Prof. Dr. Burhan KUZU sunuş konuşmasında şu görüşleri ifade etmiştir;
Gündemimizde yer alan Anayasa Değişikliği Teklifinin üniversitede okuyan öğrencilerin bir kısmının uzun süredir engellenen eğitim hakkından mahrumiyeti gidermeye yönelik ve bu amaçla verildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar Anayasa metninden net olarak anlaşılmasa da yapılmak istenen değişikliğin başlarını örtmeleri sebebiyle okuyamayan öğrencilere de bir imkân vermek istediği görülmektedir. Nitekim değişikliğin genel ve madde gerekçelerinde bu durum açıkça ortaya konmaktadır. Gerçekten, üniversitelerimizde 1980'li yıllardan başlayan bu sorun Anayasa Mahkememizin 1989 ve 1991 tarihli kararlarıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Getirilmek istenen değişiklik üzerinden onsekiz yıl gibi uzun bir süre geçmiş olan bu kararlar çerçevesinde konu mahkemeye intikal ederse hem yeni bir yorum imkânı verecek hem de Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimize bu sorunu çözmede yeni bir uygulama başlatabilmek fırsatı verecektir. Değişikliğin hedefinin basında yer aldığının aksine kamu kesiminde çalışan görevlileri kapsamadığı, keza lise ve ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin bu değişikliğin tamamen dışında kaldığı da getirilen metnin açık düzenlenmesinden anlaşılmaktadır.
 
{{Quote|Madde 2- Eğitim ve öğrenim hakkı, kişilerin en temel ve vazgeçilmez haklarından biridir. Bu nedenle bu hakkın sınırlandırılması ancak kanunun açıkça belirttiği istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Nitekim Anayasanın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin "özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla" sınırlanabileceği belirtilmektedir. Kanunun açıkça yasaklamadığı bir fiil, tutum veya davranıştan dolayı idare hiç kimseyi eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakamaz. Buna rağmen ülkemizde bazı kişilerin kanunda açıkça yazılı olmayan sebeplerden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakıldıkları da bir gerçektir. İşte bu nedenle yapılan değişikliğin amacı, münhasıran yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaşlar arasında eşitliği sağlamak ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim hakkından mahrum edilen kişilerin bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırmaktır.}}</ref> ile Anayasa Komisyonunun raporu <ref>1.2.2008 günlü Anayasa Komisyonu Raporu:
Teklif sahipleri adına Sayın Sadullah Ergin, yükseköğretim hizmetlerinden yararlanmada kanun önünde eşitliğin gereği olarak; engellerin kaldırılmasının amaçlandığını belirtmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının egemenliği düzenleyen 6, yasama yetkisini düzenleyen 7, eşitlik ve Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğünü düzenleyen 10 ve 11 inci maddeleri, temel hak ve hürriyetlerin niteliği ile ilgili 12, sınırlamasını düzenleyen 13, kötüye kullanmamayı öngören 14, eğitim-öğretim hakkını düzenleyen 42, yönetmelikle ilgili 124, yargı yolunu hükme bağlayan 125, Anayasa Mahkemesinin kararlarını düzenleyen 153 üncü maddelerinden hareketle konu incelenmelidir. Bu çerçevede eğitim-öğretim hakkı amir hükümlere rağmen yargı kararlarıyla fiilen engellenmektedir. Bu sorunu gidermeyi amaçlamaktayız. İfade edilen maddeler ışığında Anayasa ile uygulama arasındaki çelişkiyi gidermek, maddeler arası insicamı sağlamak amacıyla bu Teklif getirilmiştir.
{{Quote|…Toplantımıza Hükümeti temsilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek ve Adalet Bakanlığı yetkilileri katılmıştır. Teklifle; Anayasanın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10 ile eğitim ve öğretim hakkı ve ödevini düzenleyen 42 nci maddelerinde değişiklik öngörülmektedir. 10 uncu maddede getirilen düzenleme ile; devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinin yanı sıra her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluğu dördüncü fıkraya eklenmektedir. 42 nci maddeye eklenen fıkra ile; Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimsenin yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemeyeceği, bu hakkın kullanımının sınırlarının kanunla belirleneceği öngörülmektedir.}}
 
Komisyon Başkanı Prof. Dr. Burhan KUZUKuzu sunuş konuşmasında şu görüşleri ifade etmiştir;
Teklif sahipleri adına söz alan Sayın Faruk Bal; ülkemizin 40 yılı aşan bir süredir yaşadığı sorunu çözmek amacını taşıdıklarını ifade etmiştir. Bu sorunun çözülmemesinin temel nedeni laiklik ile din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesinden kaynaklanmıştır. Anayasanın 10 uncu maddesine rağmen bu sorun giderilememiştir. Sorun öncelikle eşitlik ilkesi sonra yükseköğrenim hakkıyla ilgilidir. Teklif bu amaçla Anayasamızın 10 ve 42 nci maddesinde değişiklik öngörmektedir. Temel hakların tümünün sınırlandırılması, Anayasanın 14 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Teklif Anayasa hükmü haline geldiğinde bu madde de öngörülen sınırlamaya tabi olacaktır. Özel sınırlarda eğitim-öğrenim hakkını düzenleyen 42 nci maddede yer almıştır. Bu maddeye eklenen fıkra ile getirilen düzenleme, hem eşitlik hakkını bu maddede somutlaştırmakta, hem de maddedeki sınırlara tabi kılınmaktadır.
 
{{Quote|Gündemimizde yer alan Anayasa Değişikliği Teklifinin üniversitede okuyan öğrencilerin bir kısmının uzun süredir engellenen eğitim hakkından mahrumiyeti gidermeye yönelik ve bu amaçla verildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar Anayasa metninden net olarak anlaşılmasa da yapılmak istenen değişikliğin başlarını örtmeleri sebebiyle okuyamayan öğrencilere de bir imkân vermek istediği görülmektedir. Nitekim değişikliğin genel ve madde gerekçelerinde bu durum açıkça ortaya konmaktadır. Gerçekten, üniversitelerimizde 1980'li yıllardan başlayan bu sorun Anayasa Mahkememizin 1989 ve 1991 tarihli kararlarıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Getirilmek istenen değişiklik üzerinden onsekiz yıl gibi uzun bir süre geçmiş olan bu kararlar çerçevesinde konu mahkemeye intikal ederse hem yeni bir yorum imkânı verecek hem de Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimize bu sorunu çözmede yeni bir uygulama başlatabilmek fırsatı verecektir. Değişikliğin hedefinin basında yer aldığının aksine kamu kesiminde çalışan görevlileri kapsamadığı, keza lise ve ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin bu değişikliğin tamamen dışında kaldığı da getirilen metnin açık düzenlenmesinden anlaşılmaktadır.
 
Teklif sahipleri adına Sayın Sadullah Ergin, yükseköğretim hizmetlerinden yararlanmada kanun önünde eşitliğin gereği olarak; engellerin kaldırılmasının amaçlandığını belirtmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının egemenliği düzenleyen 6, yasama yetkisini düzenleyen 7, eşitlik ve Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğünü düzenleyen 10 ve 11 inci maddeleri, temel hak ve hürriyetlerin niteliği ile ilgili 12, sınırlamasını düzenleyen 13, kötüye kullanmamayı öngören 14, eğitim-öğretim hakkını düzenleyen 42, yönetmelikle ilgili 124, yargı yolunu hükme bağlayan 125, Anayasa Mahkemesinin kararlarını düzenleyen 153 üncü maddelerinden hareketle konu incelenmelidir. Bu çerçevede eğitim-öğretim hakkı amir hükümlere rağmen yargı kararlarıyla fiilen engellenmektedir. Bu sorunu gidermeyi amaçlamaktayız. İfade edilen maddeler ışığında Anayasa ile uygulama arasındaki çelişkiyi gidermek, maddeler arası insicamı sağlamak amacıyla bu Teklif getirilmiştir.|Burhan KUZU}}
 
Teklif sahipleri adına söz alan Sayın Faruk Bal;
Teklif sahipleri adına söz alan Sayın Faruk Bal; {{Quote|ülkemizin 40 yılı aşan bir süredir yaşadığı sorunu çözmek amacını taşıdıklarını ifade etmiştir. Bu sorunun çözülmemesinin temel nedeni laiklik ile din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesinden kaynaklanmıştır. Anayasanın 10 uncu maddesine rağmen bu sorun giderilememiştir. Sorun öncelikle eşitlik ilkesi sonra yükseköğrenim hakkıyla ilgilidir. Teklif bu amaçla Anayasamızın 10 ve 42 nci maddesinde değişiklik öngörmektedir. Temel hakların tümünün sınırlandırılması, Anayasanın 14 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Teklif Anayasa hükmü haline geldiğinde bu madde de öngörülen sınırlamaya tabi olacaktır. Özel sınırlarda eğitim-öğrenim hakkını düzenleyen 42 nci maddede yer almıştır. Bu maddeye eklenen fıkra ile getirilen düzenleme, hem eşitlik hakkını bu maddede somutlaştırmakta, hem de maddedeki sınırlara tabi kılınmaktadır.|Faruk Bal}}
 
Teklifin genel gerekçesi okunduktan sonra, Teklif üzerinde üyelerimiz şu görüşleri ifade etmişlerdir;
{{Quote|#Bu parlamentoda Anayasa; yürürlükteki Anayasanın amir hükümleri çerçevesinde yapılmalıdır. Teklif edilemeyecek hükümler söz konusudur. Buna uyulmalıdır. Sayın Ergin'in belirttiği hükümler incelendiğinde Anayasada öngörülen değişikliklerin laiklik ilkesine aykırı olmaması gerekir. Amaç türbanı çözmektir. Özellikle Anayasanın 90 ncı maddesi ile milletlerarası andlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaması hükmü ve AİHM kararları karşısında bu düzenleme uygun olmayacaktır. Teklifin gerekçesi ne olursa olsun; hukukun üstünlüğü ilkesinden hareketle AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları karşısında bu düzenleme yapılamaz. Toplumu kutuplaşmaya yönelteceği açık olan bu düzenleme yapılmamalıdır. Laiklik bu devletin temelidir, dinamiğidir, yok kabul edilemez, çiğnenemez, başörtüsü ile ilgili bir sorun yoktur ama, kamu kurumlarında olması sorun yaratacaktır. Uygulama derslerinde kamu hizmeti verilmektedir. Bu da kamu kurumlarında gerçekleşecektir. Stajyer öğretmen, doktor, doktora öğrencisi gibi kişiler sorun yaşayacaklardır.
#Bu Teklif yasalaşırsa toplumda önlenemeyecek çatışmalar doğacaktır. Üniversitelerimiz ayaktadır. Ülkemizi bölecek bu değişiklikten vazgeçilmelidir.
 
Bazı üyelerimiz bir önerge vererek; Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan laiklik ilkesi karşısında bu Teklifin görüşülmesinin mümkün olup olmadığı hakkında usul tartışması açılmasını istemişlerdir.
 
Satır 170 ⟶ 179:
1982 Anayasası şekil açısından sınırları belirlemiştir. Bu noktada 1961 Anayasasından ayrılmaktadır. Anayasanın 2 nci maddesiyle ilgili farklı düzenlemeler pek çok Anayasa taslağında yer almıştır. Hukuk devletinin gereği tüm vatandaşlara eşit davranmaktır. Temel hak ve hürriyetlerin gereği yapılmaktadır. Laiklik ilkesi ile çatışmamaktadır.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil ÇİÇEK Teklifin 10 ve 42 nci maddeleriyle ilgili olduğunu, değişmez tekliflerle ilgili olsa doğrudan reddedileceğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi mevcut mevzuata göre karar verecektir. Bahsedilen kararlar 1961 Anayasası ile ilgilidir. Oysa 1982 Anayasasıyla ilgili kararlarında şekil yönünden yetkisinin sınırlarını belirtmektedir. Bu da teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlıdır. Yapılan görüşmelerden sonra önerge oya sunulmuş ve reddedilmiştir.
 
Devletin temelini bozma hedefi güdenler eşitlik, eğitim-öğrenim hakkının arkasına saklanmaktadır. Türban bunun aracı olarak kullanılmaktadır. Türban serbestisi mahalle baskısını artıracak, toplumu bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Bunun arkası gelecektir.
 
Türkiye'de türban sorununu çıkaranlar siyasidirler. Mağduriyetlerin giderilmesi öncelikli amaç olmalıdır.
 
Siyasal İslamcılık hareketi bu Teklifin yasalaşmasıyla hız kazanacaktır. Laik düzen tehdit edilmektedir. Değişiklikle bu sorun çözülmeyecek aksine büyüyerek devam edecektir. }}
Teklifin tümü üzerindeki görüşmelerden sonra maddelere geçilmesi oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
 
Teklifin 1 inci maddesi üzerindeki görüşmelerde şu görüşler dile getirilmiştir;
*Teklifin tümü üzerindeki görüşmelerden sonra maddelere geçilmesi oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
Toplumsal barışın sağlanması adına eşitliğe ihtiyacımız vardır. Amaç, Anayasal sistemin temel ilkesi olan eşitlik ilkesinin kanunlarda ve gerçek hayatta, uygulamada anlamını bulmasıdır. Madde ile kanun önünde öngörülen eşitlik, kamu hizmetleri açısından vurgulanmaktadır. Laiklik ilkesi ile bağlantısı yoktur.
*Teklifin 1 inci maddesi üzerindeki görüşmelerde şu görüşler dile getirilmiştir;
 
{{quote|Toplumsal barışın sağlanması adına eşitliğe ihtiyacımız vardır. Amaç, Anayasal sistemin temel ilkesi olan eşitlik ilkesinin kanunlarda ve gerçek hayatta, uygulamada anlamını bulmasıdır. Madde ile kanun önünde öngörülen eşitlik, kamu hizmetleri açısından vurgulanmaktadır. Laiklik ilkesi ile bağlantısı yoktur.
 
İslamiyet'in en güzel yaşandığı yer ülkemizdir. Bunun da nedeni laiklik ilkesidir. İnsanların bireysel tercihlerine herkesin saygısı vardır. Ancak karşı olunan kutsal değerlerin siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmasıdır.
 
AİHM kararlarında başörtüsünün "bunu takmayanlarda uyandıracağı baskı göz önünde bulundurulmalıdır" diyor. Düzenleme amaçla orantılı olmalı, kamu düzeni korunmalıdır. Anayasamızın başlangıç bölümünün dördüncü fıkrası 1, 2, 3 üncü maddeleri, 6 ncı maddenin son fıkrası, 11, 12, 13,14 üncü maddeleri, 24 üncü maddenin son fıkrası konumuzla çok alakalıdır. Özellikle 24 üncü maddenin son fıkrası din istismarını engellemeyi amaçlamaktadır. Uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları göz ardı edilmemelidir. Kamu hizmetlerine türbanla girmenin alt yapısı hazırlanmaktadır.
 
Siyaset kurumu sorunları çözmek zorundadır. Bu sorunu çözmemizde hak, hukuk, rejim, adalet açısından yarar vardır. Bu düzenleme uygun görülmüyorsa sorunu çözmede hangi yol seçileceği açıkça ortaya konulmalıdır. İnsan haklarına saygılı olmanın da Cumhuriyetimizin niteliklerinden olduğu unutulmamalıdır.}}
 
*Teklifin 1 inci maddesi Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
*Teklifin 2 nci maddesi üzerinde üyelerimiz şu görüşleri ifade etmişlerdir;
{{Quote|Yükseköğrenim hakkının kanun dışı uygulama ile engellenmesinin önüne geçilmesi maddenin özünü oluşturmaktadır. Mesele değerler ekseninde tartışıldığında herkes bu değerlere sahip çıkacaktır. Bu ortak payda içinde sorunlara çözüm bulmamız gerekmektedir.}}
 
Bazı üyelerimiz getirilen düzenlemenin Anayasanın 2 ve 42 nci maddesinin üç ve dördüncü fıkralarına aykırılık teşkil ettiğini söylemiştir. Sorunun çözümü için öncelikle alt yapı oluşturulmalı, güven ortamı sağlanmalıdır.}}
*Teklifin 2 nci maddesi Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
*Teklifin yürürlük ve halkoylamasını düzenleyen 3 üncü maddesi Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
*Teklifin tümü oya sunulmuş ve Komisyonumuzca oy çokluğu ile kabul edilmiştir…"</ref> kapsamından ve 2547 sayılı Yasanın Ek 17. maddesinin değiştirilmesine ilişkin teklif metni ile gerekçesinden<ref>2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde değişiklik yapan teklifin gerekçesi :
"*Genel Gerekçesi;
{{quote|Yükseköğrenimde yaşanan ve eğitim öğrenim hakkından yararlanmada eşitsizliğe yol açan uygulamalara yasal bir çözüm bulmak amacıyla Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerindeki değişiklikler çerçevesinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek 17 nci maddesine bir fıkra eklenmesi ihtiyacı hasıl olmuştur.}}
*Madde Gerekçesi ise;
{{quote|Bu hükmün amacı, herkesin yükseköğrenim hakkından serbestçe, eşit ve özgür bir ortamda yararlanmasını sağlamaktır. Üniversitelerde uzun bir süredir devam eden ve bazı öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinden dolayı öğrenim hakkından yoksun bırakılmasına neden olan uygulama, toplumsal barışı, millet-devlet kaynaşmasını ve eğitimde fırsat eşitliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Üniversite düzeyinde eğitim gören kişilerin, kendi kılık ve kıyafetleri konusunda tercih yapabilmeleri, bireysellik, kimlik ve kişiliklerinin gelîşmesi için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Üniversiteler evrensel bilgi ve bilîmin hür bir ortamda üretildikleri, özgür ve özerk mekanlardır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün işaret ettiği "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller, ancak kişilerin hiçbir gerekçeyle ayrıma tabi tutulmadığı ve eşit olarak yükseköğrenim hakkından yararlandırıldığı özgür üniversitelerde yetişebilir.
Yükseköğretim kurumlarında başın örtülmesi, eğitim ve öğretimin gerektirdiği güvenliğin sağlanması amacına yönelik olarak sınırlandırılmaktadır. Bu kapsamda, başı örtmek için kullanılan kıyafetlerin yüzü açıkta bırakması ve kişinin kimliğinin tespitine imkan verecek şekilde olması gerekmektedir."
Değişiklik metni ise;
"4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir." biçimindedir."
 
Yükseköğretim kurumlarında başın örtülmesi, eğitim ve öğretimin gerektirdiği güvenliğin sağlanması amacına yönelik olarak sınırlandırılmaktadır. Bu kapsamda, başı örtmek için kullanılan kıyafetlerin yüzü açıkta bırakması ve kişinin kimliğinin tespitine imkan verecek şekilde olması gerekmektedir."}}
*Değişiklik metni ise;
"{{Quote|4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
 
"Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir." biçimindedir.}}</ref>; yükseköğretim kurumlarında türban-başörtüsü ile öğretim yapılmasının amaçlandığı açıkça anlaşılmaktadır.
 
Cumhuriyetin değiştirilmesi ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen nitelikleri arasında bulunan laiklik ilkesi gereğince üniversitelerde türban ile öğrenim görülmesinin mümkün bulunmamasına binaen; Yüksek Öğretim Kanununda üniversitelerde türbanla öğrenim görülmesini sağlayacak bir değişikliğin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini öngören davalı Parti önce Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapmak ve daha sonra bu değişikliğe dayanmak suretiyle Yüksek Öğretim Yasasında yapacağı değişiklikle üniversitelerde türbanla öğrenim görülmesinin yolunu açmak istemektedir. Yükseköğretim Yasasında değişiklik içeren teklifin Anayasaya aykırı olduğu tartışmasızdır. Anayasa değişikliği içeren teklif ise amaç yönünden Anayasaya aykırılık taşımaktadır.
Satır 204 ⟶ 222:
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde değişiklik yapan teklif ise TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyon'unda beklemektedir.
 
Laik Cumhuriyet ilkesinin türban vasıta kılınarak değiştirilme çabasının ivme kazandığı bu dönemde, Başsavcılığımız, Anayasa ve Yasalarda yer alan görev ve yetkiler çerçevesinde 17 Ocak 2008 günü bir basın bildirisi yayınlamıştır. Bildiride; "{{quote|…türban serbestliğinin laik üniter yapıya aykırı bir faaliyet alanı yaratacağı, böyle bir serbestliğin dini ve bölücü örgütler tarafından rahatlıkla kullanılacağı, eğitim kurumlarını gruplara ve kamplara ayıracağı vurgulanmış, siyasi partilerin kutsal sayılan şeyleri istismar etmemesi gerektiğine…"|Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı}} dikkat çekilmiş, "{{Quote|…siyasi partilerin demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya cumhuriyetin temel ilkelerinden olan laik ve üniter yapıyı, demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri yasa dışı yorumlarla tarif ederek oluşturulan siyasi projeleri öne süremeyecekleri, bu nitelikteki beyan ve eylemlerin gerek iç hukuk gerekse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi korumasından yararlanamayacağı gözetilmelidir…|Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı}} denilerek, yapılacak Anayasa ve yasa değişikliklerinin Anayasanın laiklik ilkesini zedeleyeceği vurgulanmıştır.
 
uymayan veya cumhuriyetin temel ilkelerinden olan laik ve üniter yapıyı, demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri yasa dışı yorumlarla tarif ederek oluşturulan siyasi projeleri öne süremeyecekleri, bu nitelikteki beyan ve eylemlerin gerek iç hukuk gerekse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi korumasından yararlanamayacağı gözetilmelidir…." denilerek, yapılacak Anayasa ve yasa değişikliklerinin Anayasanın laiklik ilkesini zedeleyeceği vurgulanmıştır.
18.01.2008 tarihinde Danıştay Başkanlığı'nca da türban yasağının kaldırılmasına ilişkin tartışmalarla ilgili olarak yapılan açıklamada; "{{Quote|… Yeni düzenlemeler yapılırken Anayasa'nın temel ve değişmez ilkelerine ve yargı kararlarına uygun davranılmamasının, Cumhuriyetin kazanımlarına aykırı olacağı belirtilerek, söz konusu girişimlerin eğitim kurumları ile sınırlı kalmayacağı ve sonuçta toplumsal barışı da zedeleyeceği kaygı ile izlenmektedir…"|Danıştay Başkanlığı}} denilmiş, (…)son günlerde yazılı ve görsel basında, Anayasada yapılacak yeni düzenlemeler tartışılırken, yüksek öğretim kurumlarında türban yasağının kaldırılmasına yönelik girişimler ve ortaya atılan görüşler karşısında, anayasal bir kurum ve yüksek yargı organı olmanın sorumluluğu ile" kamuoyuna bir açıklama yapılmasının zorunlu görüldüğü, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu' vurgulanarak, bu dört nitelik, Cumhuriyetin değiştirilemeyecek, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek anayasal temel hükümleridir…" denilmiştir.
 
Yargı Kurumlarının laik cumhuriyet ilkelerinin zedelenmesine yönelik girişimlere gösterdiği bu tepkiye Yargıtay da katılmış, Yargıtay Birinci Başkanvekili, 04.02.2008 günü düzenlenen bir törende yaptığı konuşmada, "{{Quote|…Laiklik ilkesinin doğrudan veya yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduğu..|Yargıtay Birinci Başkanvekili}}" gerçeğine vurgu yaparak yapılması düşünülen Anayasa değişikliğinin laiklik ilkesine aykırı olacağını belirtmiştir.
 
Mevcut Anayasa, Devrim Kanunları ve yargı kararları karşısında Cumhuriyetin laiklik ilkesinin değiştirilmesini ya da etkisiz bırakılmasını sağlayacak hiçbir düzenlemenin hukuki koruma görmeyeceğine ve yaptırımla karşılanacağına vurgu yapan bu açıklamalar karşısında; davalı partinin Genel Başkanı ve bazı parti yetkilileri demokrasiyi çoğulcu değil, çoğunlukçu algılarla anladıklarını ve uyguladıklarını gösteren sert açıklamalarla laiklik karşıtı eylem ve söylemlerini sürdüreceklerine dair kararlılıklarını sergilemişlerdir. Başbakan Erdoğan Partisinin Ümraniye Kadın Kollarının 19.01.2008 tarihli kongresinde yaptığı konuşmada, "{{Quote|….Bizim önümüze ikide bir Anayasayı çıkarmasınlar. En az onlar kadar anayasayı biz de biliriz.(..) Kimse yasama, yürütme organının üstünde kendini göremez, bulamaz…" <ref>Ek.49 </ref>|Recep Tayip Erdoğan }} diyerek, anayasal kurumların ve yargının uyarılarını, türban konusunda ulusal ve uluslararası yargı kararlarını önemsemediğini açık bir mesaj olarak kamuoyuna duyurmuştur.
 
Başbakan bu söylemiyle de yetinmeyerek partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada, "{{Quote|…Biz şuna inanıyoruz; biz yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız…" <ref>Ek.161</ref>|Recep Tayip Erdoğan}} demiş, kefen veya idam gömleğiyle özdeşleşen "beyaz çarşaf" betimlemesiyle devleti ve toplumu dönüştürme kararlılığını ve bu uğurda neleri göze aldığını vurgulamış, ölüm ve idam çağrıştırmalarıyla halkın bir kısmını laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavrını sürdürmüştür. <ref>Ek.161</ref>
Yargı Kurumlarının laik cumhuriyet ilkelerinin zedelenmesine yönelik girişimlere gösterdiği bu tepkiye Yargıtay da katılmış, Yargıtay Birinci Başkanvekili, 04.02.2008 günü düzenlenen bir törende yaptığı konuşmada, "…Laiklik ilkesinin doğrudan veya yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduğu.." gerçeğine vurgu yaparak yapılması düşünülen Anayasa değişikliğinin laiklik ilkesine aykırı olacağını belirtmiştir.
 
Başbakan Erdoğan ve diğer partililerin laiklik ilkesini savunanlara ve Yargının laiklik ilkesini koruyan kararlarına karşı takındıkları bu sert üslup yeni değildir. Başbakan Recep Tayip Erdoğan Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçiminde toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiği yönündeki kararını, " {{Quote|Bu bitmedi, çok konuşulacak. Bu yargı için bir talihsizliktir, yüz karasıdır.(…) Açık net ortada olduğu halde zorlamayla, dayatmayla bu karar verilmiştir" <ref>Ek.178</ref>|Recep Tayip Erdoğan}} gibi sözlerle eleştirerek çoğulcu demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı gerçeğini adeta reddederek totaliter bir anlayışın savunuculuğunu yapmıştır. 22 nci dönem TBMM başkanı ve halen davalı parti milletvekili olan Bülent Arınç, kurumların ve toplumun türbana ilişkin tepkilerini alaycı bir dille eleştirerek, "{{Quote|…İnsanlar sokakta teneke çalmaya başladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazı olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda…"|Bülent Arınç}} demiş, türbanlı öğrencileri kastederek, "{{Quote|…Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaşları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz…" <ref>Ek.71</ref>}} diyerek, adeta türban takmayan öğrencileri ve kıyafetlerini aşağılayan bu sözleriyle sorunun önümüzdeki süreçte alacağı boyutu ve türbansız öğrencilere ileride uygulanması muhtemel baskıların ilk işaretlerini vermiştir.
Mevcut Anayasa, Devrim Kanunları ve yargı kararları karşısında Cumhuriyetin laiklik ilkesinin değiştirilmesini ya da etkisiz bırakılmasını sağlayacak hiçbir düzenlemenin hukuki koruma görmeyeceğine ve yaptırımla karşılanacağına vurgu yapan bu açıklamalar karşısında; davalı partinin Genel Başkanı ve bazı parti yetkilileri demokrasiyi çoğulcu değil, çoğunlukçu algılarla anladıklarını ve uyguladıklarını gösteren sert açıklamalarla laiklik karşıtı eylem ve söylemlerini sürdüreceklerine dair kararlılıklarını sergilemişlerdir. Başbakan Erdoğan Partisinin Ümraniye Kadın Kollarının 19.01.2008 tarihli kongresinde yaptığı konuşmada, "….Bizim önümüze ikide bir Anayasayı çıkarmasınlar. En az onlar kadar anayasayı biz de biliriz.(..) Kimse yasama, yürütme organının üstünde kendini göremez, bulamaz…" <ref>Ek.49 </ref> diyerek, anayasal kurumların ve yargının uyarılarını, türban konusunda ulusal ve uluslararası yargı kararlarını önemsemediğini açık bir mesaj olarak kamuoyuna duyurmuştur.
Başbakan bu söylemiyle de yetinmeyerek partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada, "…Biz şuna inanıyoruz; biz yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız…" demiş, kefen veya idam gömleğiyle özdeşleşen "beyaz çarşaf" betimlemesiyle devleti ve toplumu dönüştürme kararlılığını ve bu uğurda neleri göze aldığını vurgulamış, ölüm ve idam çağrıştırmalarıyla halkın bir kısmını laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavrını sürdürmüştür. <ref>Ek.161</ref>
Başbakan Erdoğan ve diğer partililerin laiklik ilkesini savunanlara ve Yargının laiklik ilkesini koruyan kararlarına karşı takındıkları bu sert üslup yeni değildir. Başbakan Recep Tayip Erdoğan Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçiminde toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiği yönündeki kararını, " Bu bitmedi, çok konuşulacak. Bu yargı için bir talihsizliktir, yüz karasıdır.(…) Açık net ortada olduğu halde zorlamayla, dayatmayla bu karar verilmiştir" <ref>Ek.178</ref> gibi sözlerle eleştirerek çoğulcu demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı gerçeğini adeta reddederek totaliter bir anlayışın savunuculuğunu yapmıştır. 22 nci dönem TBMM başkanı ve halen davalı parti milletvekili olan Bülent Arınç, kurumların ve toplumun türbana ilişkin tepkilerini alaycı bir dille eleştirerek, "…İnsanlar sokakta teneke çalmaya başladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazı olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda…" demiş, türbanlı öğrencileri kastederek, "…Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaşları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz…" <ref>Ek.71</ref> diyerek, adeta türban takmayan öğrencileri ve kıyafetlerini aşağılayan bu sözleriyle sorunun önümüzdeki süreçte alacağı boyutu ve türbansız öğrencilere ileride uygulanması muhtemel baskıların ilk işaretlerini vermiştir.
 
Davalı parti 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde oyların % 34.28'ni alarak iktidar olduğu süreçte; türban, imam hatip liseleri ile katsayı ve eğitimin dinselleştirilmesi konularında toplumda mutabakatın sağlanması, kurumlarla mutabakatın sağlanması, TBMM'de mutabakatın sağlanması gibi kavramlarla gündemi sürekli sıcak tutarak anılan kavramları siyasete alet etmiş ve laik cumhuriyet ilkesini zayıflatmıştır.
Satır 236 ⟶ 256:
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetleri Cumhuriyetin laiklik ilkesine, Eğitim Birliği Yasasına, Milli Eğitim Temel Kanunundaki amaç ve ilkelere aykırı olarak eğitimin dinselleştirilmesi çalışmalarını geçtiğimiz 5 yılı aşan iktidarları süresince ısrarla sürdürmüşler, İlköğretim çağındaki çocukların Kuran kurslarına devamına olanak sağlayan bazı düzenlemelerin yasalaşması için çaba sarf etmişlerdir.
 
Kanuna aykırı eğitim kurumu açanlara, bunları çalıştıranlara ve bu kurumlarda öğretmenlik yapanlara 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile bu kurumların kapatılmasını öngören 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 263 ncü maddesinin (29.06.2005 tarihinde değiştirilmiştir), kanuna aykırı eğitim kurumlarının kapatılması yaptırımının kaldırılması, hapis cezasının alt ve üst sınırlarının indirilmesi, sadece adli para cezası verilmesi olanağının getirilmesi, izinsiz açılan eğitim kurumlarında çalışan öğretmenlerin eylemlerinin suç olmaktan çıkarılması suretiyle değiştirilmesi sürecinde Başbakan Recep TayyipTayip ERDOĞANErdoğan; {{Quote|Bu milletin yüzde 99'u Müslümandır, kendi kitabını, Kuran'ını rahatça öğrenmelidir. Kaçak Kuran kursu ifadesi çok çirkindir. Kuran'ı öğrenmeye kimse suç ifadesini kullanamaz<ref>Ek.130</ref>|Recep TayyipTayip ErdoganErdoğan}} biçimindeki sözleriyle, devletin Öğretim Birliği içinde verdiği laik eğitim sistemine karşı seçenek olarak açılan, yasaya aykırı eğitim kurumlarını korumuş, bir biçimde eğitim sisteminde Öğretim Birliği'nin bozulması, eğitimin dinselleştirilmesi çabalarını desteklediğini ifade etmiş, yasaya karşı çıkanları ise Kuran ve din öğretimine karşı oldukları izlenimini yaratmaya çalışmış, bir devrim yasasını etkisizleştirirken yine dini istismardan kaçınmamıştır.
 
Yukarıda bahsedilen somut olaylardan ve iddianame eki belgelerden de (Klasör 12-13) anlaşılacağı üzere; ilk ve orta öğretim ders kitaplarında, yardımcı kaynaklarda Milli Eğitim Temel Yasasının hedeflerinden sapılmış; tarih, sosyal bilgiler, din kültürü ve ahlak bilgisi gibi kitaplarda Cumhuriyet devrimleri görmezden gelinmiş, kitaplarda bir din kültüründen çok, İslam'ın dinsel öğretisine ve hurafelere yer verilmiş, Atatürk sıradan bir devlet adamı gibi tanıtılmış, bazı ders kitaplarında ve sınavlarda sorulan sorularda Atatürk hakkında küçümseyici ve aşağılayıcı ifadeler kullanılmıştır.
Satır 264 ⟶ 284:
Sanıkların son duruşmadaki bu sözleri bile eylemi hangi saiklerle yaptıklarını, laikliği savunanları ve laik Cumhuriyeti bekleyen tehlikeleri göstermeye yeterlidir. <ref>Ek.176</ref>
 
Davalı partinin yöneticileri yargı kararlarına yönelik eleştirilerinde dinsel argümanları da referans almaktan kaçınmamışlardır. Nitekim Genel Başkan Recep Tayyip ERDOĞAN İHAM'ın Leyla ŞAHİN/Türkiye davasında türbana ilişkin verilen kararı eleştirirken mahkemenin karar vermeden önce konuyu din ulemasına sorması, görüş alması gerektiğini iddia ederek, {{Quote|Söz söyleme hakkı din ulemasınındır <ref>Ek 37</ref>|ErdoganRecep Tayip Erdoğan }} demiş, benzer bir konuda davalı partinin milletvekili Mehmet ÇİÇEK' de {{Quote|Hakimler Diyanetten görüş alacak<ref>Ek.101</ref>|Mehmet Çiçek}} diyerek laik hukuku dönüştürmek konusundaki niyetlerini açığa vurmuşlardır.