Adalet ve Kalkınma Partisinin Temelli Kapatılması İstemine İlişkin Savcılık İddianamesi/D-3 İç Hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Siyasi Parti Kapatma Davalarında Esas Aldığı Ölçütler: Revizyonlar arasındaki fark

İçerik silindi İçerik eklendi
Değişiklik özeti yok
89. satır:
 
Mahkeme'nin üniversitede İslami türban takılmasını yasaklayan ve bu yasağa aykırı davranmayı disiplin yaptırımına bağlayan düzenlemelerin, din ve vicdan özgürlüğü hakkına müdahale olduğunu varsayımsal olarak kabul etmiş ancak üniversitelerde türbana izin vermenin Anayasa'ya aykırı olduğunun Anayasa Mahkemesi'nce açıkça belirtildiğini ve ayrıca İslami türban takılmasına ilişkin düzenlemelerin, başvurucunun Üniversiteye kayıt yaptırmasının öncesinden itibaren mevcut olduğunu vurgulayarak, davada "kanunen öngörülme" kriterinin gerçekleştiğine, "davanın şartlarını ve milli mahkemelerin kararlarındaki tabirleri dikkate alarak, … söz konusu tedbirin öncelikle başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunmasına ve kamu düzeninin korunmasına ilişkin meşru amaçları güttüğünü ve "takdir yetkisinin alanını göz önüne alarak, İstanbul Üniversitesinin İslami türban takılmasına sınırlamalar getiren düzenlemelerinin ve bunları uygulamaya yönelik tedbirlerin, güdülen amaçlarla orantılı ve haklı olduğuna ve demokratik bir toplumda gerekli olarak kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir."
 
AHİM'nin 29.06.2004 tarihli bu kararına müteakip başvurucunun davanın Büyük Daire'ye iletilmesini istemesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi 10 Kasım 2005 tarihli kararında: {{Quote|…Bu bağlamda, yükseköğrenim kurumları, bir dinin sembol ve törenlerinin tezahürünü değişik dinden öğrenciler arasında huzurlu ortak yaşamı sağlamak ve böylece kamu düzenini ve diğerlerinin haklarını korumak amacıyla böyle bir tezahürün yeri ve şekline sınırlamalar getirerek düzenleyebilirler. Küçük çocukların sınıfında görevli bir öğretmenle ilgili olan, Dahlab davasında, Mahkeme, diğer konuların yanı sıra öğretmenin başörtüsü takmasının temsil ettiği "güçlü dış sembol" üzerinde durmuş ve cinsiyet eşitliği ilkesiyle bağdaştırılması zor olan dini davranış kuralları kadınlara başörtüsü takma zorunluluğu getirmiş olduğuna göre, bunun bir tür başkalarını dini inancından vazgeçirme etkisi oluşturup oluşturmayacağını sorgulamıştır. Ayrıca, İslami başörtüsü takmanın, demokratik bir toplumda bütün öğretmenlerin öğrencilerine aktarması gereken hoşgörü, başkalarına saygı ve hepsinin ötesinde eşitlik ve fark gözetmeme mesajı ile kolaylıkla bağdaştırılamayacağını kaydetmiştir.<p>…Laiklik kavramı Mahkeme'ye göre Sözleşme'nin temelini oluşturan değerlerle uyumludur. (...) Bu ilkeye saygı göstermeyen bir davranış, kişinin dinini ifşa etmesi özgürlüğü kapsamında kabul edilmeyecek ve Sözleşme'nin 9. maddesinin korumasından yararlanmayacaktır.<p>…Mahkeme, Türkiye'de kendi dini sembollerini ve dini dogmalar üzerine kurulmuş bir toplum kavramını toplumunun tümüne empoze etmeye çalışan aşırı siyasi hareketlerin olduğunu gözden kaçırmamıştır.(…)<p>…Sonuç olarak, söz konusu kısıtlama, başvuranın eğitim hakkına zarar vermemektedir. (…)}}
 
Satır 102 ⟶ 103:
Örnekleri daha önce de yaşanan benzer olaylar karşısında siyasi iktidarın bu kurumların başına atadığı kendi dünya görüşlerine yakın baştabip, okul müdürü vb. idareciler soruşturmaları göstermelik, sudan gerekçelerle savsaklamışlar, adeta kamu kurumlarında türbanlı görevlilerin çalışmasını teşvik etmiş, cesaretlendirmişlerdir.
 
Örneğin; YÖK Başkanı [[:w:Yusuf Ziya Özcan]], henüz yasal değişiklik yapılmadan 24.02.2008 gün ve 225 sayı ile üniversite rektörlerine gönderdiği yazıda; üniversitelerde türban serbestîsini getirmeyi amaçlayan Anayasanın 10. ve 42. maddelerine göre uygulama yapılabilmesi için ayrıca kanuni düzenlemeye ihtiyaç olmadığını bildirmiş, bir örneği İçişleri Bakanlığı ve valiliklere de gönderilen yazı içeriğinde Anayasa değişikliği yapan kanun teklifindeki genel gerekçede belirtilen {{Quote|Yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir.}} ifadesi kullanılmıştır. <ref>Ek.174</ref>}} ifadesi kullanılmıştır.
 
Çoğu Üniversite rektörleri bu kanunsuz emre uymayacaklarını belirtip YÖK Başkanı hakkında görevi kötüye kullanmak ve benzeri suçlardan suç duyurularında bulunmuşlar, ancak konu resmi olarak kendisine intikal etmeden bir açıklama yapan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'Çelik, "{{Quote|Soruşturma açmaya yetkim var. Ama ben YÖK Başkanı'nın söylediklerinin suç teşkil ettiğini düşünmüyorum. Soruşturmaya izin vermeyeceğim." <ref>Ek.174</ref>|Hüseyin Çelik}} diyerek hiçbir araştırmaya gerek duymadan YÖK Başkanının bu kanun dışı eylemini onaylamıştır. <ref>Ek.174</ref>
 
Üniversitelerde başlı başına türban serbestisi getirmeyen Anayasa değişikliği henüz yürürlüğe girmeden ve Yüksek Öğretim Yasasının ek 17'nci maddesi değiştirilmeden birçok üniversitede türban ile derslere girme uygulaması başlatılmış, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere birçok davalı parti yetkilisi eylem ve demeçleriyle söz konusu yasadışı uygulamayı cesaretlendiren ve üniversitelerde bir kaos ortamının yayılmasına sebebiyet veren bir tavır sergilemişlerdir.
 
Başbakan Erdoğan, Vakıf Üniversitelerinin rektörleri ile yaptığı bir görüşmede, Yüksek Öğretim Yasasının Ek 17. maddesinde değişiklik yapılmadan Üniversitelerde türbanın serbestçe takılabileceğine ilişkin bir genelge yayınlayan YÖK Başkanının bu hukuk dışı tasarrufuna bir bildiri ile karşı çıkan Ünivesitelerarası Kurul'u (ÜAK) kastederek; "{{quote|… Sizin üniversitelerinizin rektörleri de ÜAK Üyesi. Ancak bildiriye imza atanlar oldu. Bu konuda daha ilkeli tavır bekliyoruz. Bu bildiriye niye karşı çıkmıyorsunuz? Tavır göstermenizi beklerdik…" <ref>Ek.164</ref> |Erdoğan}} diyerek YÖK Başkanının hukuka aykırı davranışına destek verilmesini istemiştir. <ref>Ek.164</ref>
 
YÖK Başkanlığının yukarıda hukuka aykırı olduğunu belirttiğimiz işlemi aleyhine açılan davada, Danıştay 8. Dairesi, Yükseköğretim Genel Kurulu'nun tesis edeceği işlemle düzenleme getirilecek bir alanda Yükseköğretim Kurulu Başkanı'nın tek başına işlem tesis etmek suretiyle düzenleme yapma yetkisi bulunmadığından, yetki unsuru yönünden açıkça yasaya aykırı olan dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir<ref>10.03.2008 gün ve 2008/1501 Esas sayılı kararı.</ref>
 
Başbakan Erdoğan Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin değiştirildiği süreçte söylem ve demeçlerinde toplumu geren ve kutuplaşmaya yol açan sert bir üslup takınmış; "{{Quote|… Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız. <p>(…)Bizlere karşı gösterilen bir farklı yaklaşım varsa cevapsız kalmayız. Zira bize de inanan, güvenen bir kitle var. O kitle, sessiz yığınlar olarak yıllar yılı bekledi. O dille tercüman olacak siyasetçiler olarak bizi buraya gönderdi. <p>(…) "Öfkeli olduğumu söylüyorlar, öfke de bir hitabet sanatı. <p>(…) Sabırla izliyorum. Bulunduğum makam nedeniyle. Ama şu anda böyle bir şeyin karşısında eğer gerilim taraftarı olsam o meydanlara 10 katını biz toplarız. <p>(…) 5 yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır sabır dedik. <p>(…) Din İşleri Yüksek Kurulu 1980'de Kuran-ı Kerim'den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu adetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir…|Erdoğan}}" şeklindeki sözleri ile dinsel inanç yada dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılacak düzenlemelerin hem devrim yasalarını hem de laiklik ilkesini ilgilendireceğini (Any. Mah. 9.4.1991 gün ve 1990/36-1991/8 sayılı kararı) dikkate almadan sorunlara yaklaşımda dini ve dince kutsal sayılan kuralları referans gösterme ve istismar etme eylemlerini sürdürmüştür.
 
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mir Dengir Mehmet Fırat, bu süreçte yaptığı konuşma ve mülakatlarda; {{Quote|Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin değiştirilerek Yükseköğretimde türbanın önünü açan düzenlemenin yürürlüğe girmesi halinde buna uymayan rektör dâhil tüm yöneticilerin cezalandırılması için TCK'ya bir madde eklenmesi|Mir Dengir Mehmet Fırat}} gerektiğini ifade etmiş, sonrasında da; {{Quote|Yasağı devam ettiren rektörler suç işliyor(…)savcılar harekete geçmeli,(...) Anayasa, kanunlar ve evrensel hukuk kaideleri ihlal edilerek genç kızlar giyim kuşamlarından dolayı üniversitelerde eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılıyor"(…)Benim tavsiyem bu nevi korkular ile hayatını zehredenlerin, başkalarının hayatını zehretmelerinin ötesinde bir doktora başvurarak, bu fobilerinden kurtulmalarıdır. Yani başını örterek ne rejimin tehlikeye gireceğini, kendisinin yaşam tarzının tehlikeye girmeyeceğini, ben inanıyorum ki bir psiyaktır kendilerine çok daha makul bir şekilde anlatır,(…) şu andaki yasalar çerçevesinde üniversitelere 'çırılçıplak' bile girilebilir,(…)Rektörlerin türbanlı öğrencilere üniversiteye almamakla anayasayı ihlal etmişlerdir.(…) ihbarlara rağmen savcılar görevlerini yapmıyorlar.(…) anayasa ihlali ağır bir suçtur, Türk Ceza Kanununa göre bundan dolayı insan idam edilmiştir, bir başbakan idam edilmiştir, iki bakan idam edilmiştir…<ref>Ek.174</ref>|Mir Dengir Mehmet Fırat}} diyerek Anayasa'da yapılan değişikliklerin Üniversitelerde türban ile öğrenim görülmesini sağlamadığı ve YÖK Yasasının Ek 17. maddesinde yapılması düşünülen değişiklik gerekçesinde belirtilen yasal düzenleme gerçeğini de göz ardı ederek Üniversite rektörleri ile hukukun uygulayıcıları olan Cumhuriyet savcılarına kuvvetler aykırılığı ilkesine de aykırı biçimde kendi düşünceleri doğrultusunda hareket etmeleri konusunda telkin ve tavsiyeler de bulunmuştur. <ref>Ek.174</ref>
 
Davalı partinin kurucu üyesi [[:w:Cüneyt Zapsu]], 5 Mart 2008 günü Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin türbanla ilgili gelişmeleri sormaları üzerine; {{Quote|…Türban takanların sadece yüzde 50'si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50'ye 'türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar' demekten farksızdır" (…) Türkiye'de her zaman din istismarı yapan partiler olmuştur. 'hatta bizimkiler bile yapmıştır'… <ref>Ek.174</ref>|Cüneyt Zapsu}} diyerek partisinin din istismarı konusundaki yaklaşımının seviyesini ortaya koymuştur. <ref>Ek.174</ref>
 
2008 yılı Şubat ayı içersinde de çok sayıda sağlık kuruluşu ve ortaöğretim kurumlarında doktor, hemşire, sağlık personelinin türbanla görev yaptıkları, öğrencilerin derslere türbanla girdikleri yönündeki basında çıkan haberler üzerine TBMM'de bu konuyla ilgili olarak verilen bir soru önergesine yanıt veren Sağlık Bakanı Recep AKDAĞAkdağ, basına yansıyan fotoğrafları kendisinin de gördüğünü, yerel yönetimlerin, vali ve kaymakamların görevlerinin bilincinde olduklarını, Anayasa değişikliği sonrasında farklı bir hava estirilmeye çalışıldığını söyleyerek "{{Quote|Türkiye'de son zamanlarda Anayasa değişikliği ile nerede, nasıl çekildiği belli olmayan, mekanı bile anlaşılmayan birtakım haberler yer alıyor. Devlet gazete haberleri ile yönetilmez…<ref>Ek."175</ref>|Recep Akdağ}} diyerek özelikle sağlık kuruluşlarında yoğun olarak yaşanan laikliğe aykırı bu durumu görmezden gelmiş, akabinde Bakanlık Müsteşarı imzasıyla bir genelge yayınlayarak, sağlık kurum ve kuruluşlarında fotoğraf ve kamera çekimini yasaklamış, laikliğe aykırı olası davranışları gizleme telaşına düşmüştür.<ref>Ek.175</ref>
 
Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ, Anayasa ve Yüksek Öğretim Kanununun ek 17. maddesinde yapılacak değişiklikten sonra, tıp fakültelerinin 6. sınıfında okuyan 'intern' denilen stajyer doktorların da başörtüsü takabileceklerini söyleyerek üniversitelerde türban serbestîsinin kamudaki olası genişlemesinin işaretini vermiştir.<ref>Ek.175</ref>
 
Kamu kurumlarında türbanlı çok sayıda personelin görev yapması ve bazı liselerde de türbanlı öğrencilerin derslere girdiğinin tespiti üzerine basına demeç veren AKP Grup Başkan Vekili Bekir BOZDAĞBozdağ, "{{Quote|…Görüntülerin çoğunun yalan çıktığı, başka haberlerden de anlaşılıyor. Bu konuda süreci tıkamak isteyenlerin, iyi niyetten uzak gayretlerinin ürünü diye düşünüyorum."|Bekir Bozdağ}} demiş, gazetecilerin basında yer alan fotoğrafları görüp görmediğini sormaları üzerine, " {{Quote|Gördüm. Daha önce de gördüm. Hepsi yalan çıktı…"|Bekir Bozdağ}} diye yanıtlamış, böylece kamuda gittikçe yaygınlaşan bu yasadışı tutumu, türbanın kamusal alanda yayılmasını onaylamış ve cesaretlendirmiştir <ref>Ek.175</ref>.
 
Bir özgürlük algısıyla topluma sunulan türbana karşılık ülkemizde kadınların yoksulluk ve aşırı dinsel taassup nedeniyle ataerkil erkek egemenliğine tabi oldukları, bu ve benzeri nedenlerle yüksek öğretim hakkından yararlanamadığı toplumsal bir gerçektir. Davalı parti bütün bu sorunlara aklın ve bilimin, Cumhuriyetin laik eğitim politikalarının yol göstericiliğinde çözümler üretmek yerine, tarihteki tüm köktendinci hareketler gibi toplumu çağın gerisine götürmek ve dönüştürmek noktasında yargı kararlarında siyasal simge olarak kullanıldığı belirtilen türbanı-başörtüsünü araç olarak kullanmaktadır. Oysa insanlığın aydınlanma süreci dinin toplumsal yaşamın tüm alanlarındaki egemenliğine karşı verilen ve insanın vicdanına yükseltilmesiyle sonuçlanan bir süreçtir. Aklın egemen kılındığı bu süreçte kadının da dini taassubun koyu karanlığından kurtarılıp özgürleştirilmesi, insan denilen varlığın diğer eşit bireyi haline gelmesi sağlanmıştır. Bugün davalı partinin toplumu dönüştürmek yolunda bir siyasal simge olarak kullandığı türban, aslında kadının tarihi özgürleşme mücadelesini ve Cumhuriyetin laik kazanımlarını yok sayacak bir araçtır.
Satır 131 ⟶ 133:
Anayasa'nın ikinci maddesinde laik bir hukuk sisteminin, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılması ve bu madde hükümlerinin değiştirilemeyeceğinin ve de değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğinin de dördüncü maddede vurgulanması karşısında; hukuk sistemimiz Türkiye Cumhuriyeti var olduğu sürece laik niteliğiyle varlığını sürdüreceğinden Anayasa ve yasalarda değişiklik yapılarak türbana serbestlik tanınması olanaklı değildir. Hukuk düzeni, kuşkusuz sadece pozitif düzenlemelerden oluşmamaktadır. Pozitif düzenlemelerdeki kavramların içeriğini somut olaylardan hareketle yargı kararları biçimlendirmekte, bu biçimlendirmede de türban olarak adlandırılan örtünme biçiminin, laik hukuk düzeni içerisinde koruma göremeyeceği açık ve tartışmasız biçimde ortaya konulmakta, türbanın laik bir sistemde özgürlük sorunu olmayıp, özgürlük alanı dışında kaldığı belirtilmektedir. Yargı kararlarına karşın türbanı özgürlük sorunu olarak göstermeyi ve sunmayı; türbanın özgürleşeceği, ilk adımı ılımlı İslam olan şer'i hukuk sistemine yönelik atılan adımlar zinciri içerisinde görmek gerekmektedir.
 
Tarihsel süreç irdelendiğinde, laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi'nce kapatılan Milli Nizam Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin aksine; Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri, bu partilerde yaşanan tecrübelerden hareketle, amaçlarına eylem ve söylemler itibarıyla tek adımda değil birkaç adımda ulaşmak ve bunu kademeli olarak gerçekleştirerek, olası tepki ve refleksleri bertaraf etmek amacındadırlar. Partinin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne uzanan süreçte izledikleri türban politikaları da bu düşünceyi doğrulamaktadır. Ancak yürüttükleri bu takiyye politikasına rağmen tabandan gelen baskılar karşısında gerçek niyetlerini her zaman saklayamamışlardır. "{{Quote|…Gönlümün derinliklerinde yatan hıçkırıklar var, <p>(…) Ama sabırlı olmaya mecburuz, <p>(…) Değişmedik. <p>(…)Hedefimize acele etmeden adım adım ulaşacağız. <p>(…) Sabredin. <p>(…)Bazen susarak, bazen baldıran zehiri içerek bu sorunu çözmeyi hedeflemeliyiz. <p>(…)Toplumsal mutabakatla sorunu çözeceğiz.,," <ref>Ek. 18, 25, 27, 36, 44, 117, 123, 129...</ref>}} gibi söylemler, kaynağı siyasal İslam olan bu yapının temel hedeflerinin değişmediğini göstermektedir.
 
Davalı siyasi partinin tüm eylem ve söylemleri; ilk aşamada İslami kural ve değerlerin ön planda tutulduğu ve referans olarak alındığı bir İslam toplumunu oluşturmak, ortaya çıkacak bu ılımlı model arkasından, hukuksal düzenlemeleri de gerçekleştirerek şeriata adım atmak kast ve amacını içermektedir.