Figen Yüksekdağ'ın 11 Mart 2019'daki savunması: Revizyonlar arasındaki fark

İçerik silindi İçerik eklendi
Kibele (Tartışma | katkılar)
Yeni sayfa: {{eser1 | önceki = | sonraki = | başlık ={{PAGENAME}} | bölüm = | eser sahibi =Figen Yüksekdağ | çevirmen = | notlar =HDP'nin önceki dönem Eş Ge...
 
Kibele (Tartışma | katkılar)
şapkalar
6. satır:
| eser sahibi =Figen Yüksekdağ
| çevirmen =
| notlar =HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın tutuklu yargılandığı davanın Sincan’da görülen 10. duruşmasında SEGBİS ile bağlanarak yaptığı savunmanın tam metni: Kaynak: [https://www.hdp.org.tr/tr/guncel/mahkeme-ifadeleri/yuksekdag-kendisini-padisah-sanan-zat-hala-benimle-ugrasiyor-kim-korkar-onlardan/12952 Yüksekdağ: Kendisini padişah sanan zat halahâlâ benimle uğraşıyor, kim korkar onlardan]
}}
 
75. satır:
Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından sonra hem kadınlar hem partimiz linç girişimi ile karşı karşıya kaldı
 
Kadınlara çok büyük bir nefret söylemiyle yaklaşarak bize hakaret ediyorsunuz. İthamı, iftirasıyla yaklaşan bir siyasi iktidardan bahsediyoruz. Kendi yalanına kendisi ikna değil. Çünkü ortada böyle bir durum yok. On binlerce insanın katıldığı bir eylemden bahsediyoruz. Ezan sesi başta olmak üzere yüzlerce sesin duyulmadığı, ıslık ve alkış seslerinden duyulmadığı bir eylemden bahsediyoruz. Ve bu ortamda ezan sesini duymayan kadınlar, ezana hakaret ediyor! Ve halahâlâ bu yalanı, bu saldırgan ve nefret söylemini sürdüren bir iktidardan bahsediyoruz. Bununla bitmedi. Dün akşam bu nefret ve kışkırtma dilinden sonra İstiklal Caddesi’nde sarıklı-cübbeli gruplar toplandı, “Ezana uzanan eller kırılsın” diye linç hazırlığına girişti. Ve bu linç girişimi dolaşıp HDP’nin İstanbul İl Binası’na geldi. Dün ayrıca Cumhurbaşkanı’nın bu konuşmasından hareketle hem kadınlar hem de partimiz bir linç girişimiyle karşı karşıya kaldı. Çok açık bir biçimde siyasi iktidar tarafından linç girişimiyle, iftira kampanyalarıyla katledilmekle tehdit ediliyoruz. Ve bu yönlü anlayışla, kadınların siyasetini, bütün bir toplumu dizayn etmeye çalışıyorsunuz. Bu koşullar içerisinde doğruyu, haklıyı ve olması gerekeni ısrarla vurgulamaktan başka seçeneğimiz yoktur.
 
Ne yapmışım? 2016’daki koşullarda, ne yazık ki aradan 3 yıl geçmiş, Türkiye’deki siyasette değişen bir şey olmamıştır. Dün de, benim bu konuşmayı yaptığım koşullar içerisinde de kadınlar sorgusuz sualsiz katliamlarla, baskılarla, şiddetle karşı karşıya geliyordu. Bugün de sorgusuz sualsiz katliamlarla, linç kampanyalarıyla karşı karşıya. 2016’da benim için hazırlanan fezlekede hendekler ve barikatlar gerekçesi varmış, ona sığınmışlar, hendekler ve barikatlar gerekçesiyle kadınlar linç edilmiş. Ben linç edilmek istenmişim. Ama bugün hendekler ve barikatlar yok. Onun yerine başka yalanlar, gerekçeler var. “Ezana hakaret” yalanı var, “sokağa niye çıktın” saldırganlığı var. “Gözünün üstünde kaşın var, niye muhalefet ediyorsun, niye bana itaat etmiyorsun” gerekçesi var. Gerekçeler birbirinden farklı ama davalar aynı. Demek ki mesele gerekçeler değil. Fezlekelerde, iddianamelerde yazılanlar değil. Gerekçe kadın düşmanlığı. Asıl gerekçe bu siyasi iktidarın en başta biz kadınlara ve tüm Türkiye toplumuna düşmanlığıdır.
89. satır:
Biz onlara yıkamazsınız demedik, biz onlara öldüremezsiniz demedik, biz onlara kan dökemezsiniz, vahşet uygulayamazsınız demedik. Çünkü biliyoruz ki onlar vahşeti iyi bilirler, onlar öldürmeyi iyi bilirler. Onlar yıkmayı iyi bilirler, onların tek bildiği bunlardır. Bu siyasi iktidar yıkmaktan, öldürmekten ve vahşetten başka hiçbir şey bilmiyor ama sevgili kadınlar onların bildikleri yine onları kurtarmaya yetmeyecek. Bu bildikleriyle ve yaptıklarıyla bu zulüm iktidarını ayakta tutamayacaklar. İşte bizim bildiğimiz de budur. Bu zulümle abad olamayanlar berbat olacak berbat. Onlar çöktüler ve çökecekler. Bu vahşetin, zulmün ortasında asıl zor olan asıl erdemli ve soylu olan dimdik ayakta durmaktır, zalimin önünde boyun eğmemektir ve geleceğe inanmaktır, yaşama inanmaktır. Kadın, yaşam ve özgürlük idealine kendini adamaktır.
 
Biz yaşama adadık kendimizi, kadınız yaşamın ve özgürlüğün tam orta yerinde dimdik ayaktayız. Dimdik ve onların önünde bu kadınlar eğilmedi asla da eğilmeyecek. Bu kadınlar hiçbir zaman durmadı ve durmayacak önümüze çıkardıkları bütün engellere ve barikatlara rağmen bütün vahşete, baskıya, diktatörlüğe rağmen bizler başlattığımız yaşam ve özgürlük yürüyüşünü menzile ulaştırmak için yola çıktık. O menzile varmadan da durmayacağız. Kimse bizi durduramayacak. Çünkü verilmiş sözlerimiz var. Yaşama verdiğimiz sözler var. O yaşam ve mücadele içerisinde kahramanca direnen o aydınlık yürekli, ak alınlı şehitlerimize, kadınlara verdiğimiz sözümüz var. Sakineye sözümüz var, Seve'ye, Pakize’ye, Fatma'ya sözümüz var. Taybet Ana’ya sözümüz var. Daha 2 gün önce Sur’dan çıkarılan siviller arasında bulunan ve hastaneye yetişemeden yaşamını kaybeden katledilen Fatma Ateş’e, Fatma anamıza sözümüz var. Cizre'de çıplak bedenini utanmazca sokakta sergiledikleri, o direnen kadın kardeşimize sözümüz var ve bu söz bizim boynumuzdaki ağır vebaldir ve bu söz bizim direnme ve kazanma azmimizdir. Sözünden dönen onlar gibi olsun. Bunlarla onları nasıl, bu siyasi iktidar nasıl kan içinde, vahşet içinde her gün daha fazla çöküyorsa, çözülüyorsa, sözünden dönenin de sonu öyle olsun ama bizler, kadınlar verdiğimiz sözden asla dönmedik dönmeyeceğiz tarih şahidimizdir. Bugün yine aylardır Sur ilçesi etrafındaki abluka sürüyor ve sürdürülüyor. Cizre'de yaptıklarını Sur’da da tekrar etmek için uğraşıyorlar. Sur’da yeni bir katliamın peşindeler. Bugün halahâlâ sivilleri tahliye ettik ediyoruz demelerine rağmen onlarca sivil, hamile kadın ve çocuk Sur sınırları içerisinde mahsur bırakılmış durumda. Siyasi iktidar diz çöktüremediği bir halkı, Kürt halkını böyle eziyet ve işkence ile teslim almaya çalışıyor. Taktikleri çok açık ve net “Eğer diz çökmüyorsanız biz size zorla diz çöktüreceğiz, zorla da diz çökmüyorsanız size böyle işkence edeceğiz” diyorlar ama bilmedikleri ihmal ettikleri bir şey var. Biz bu felaket ve işkence çemberlerinden ilk defa geçmedik ve yine geçeriz. Cizre'de o yakıp yıktıkları yüzlerce insanımızı vahşetle katlettikleri o kentte bakın bizim gururumuzun onların utancının tablosu vardır bugün. Biz gururluyuz çünkü o yıkıma o vahşete rağmen Cizre kadınıyla çocuğuyla yaşlısıyla genciyle başı dik ve onurlu gururlu toprağına değerlerine sahip çıkıyor. Cizre halkı o vahşeti mahkum etti mahkum ediyor. Bu bizim gururumuzdur.
 
Biz artık yaratmak istedikleri korkunun bütün barikatlarını berhava ettik
 
Mehmet Tunç’un da söylediği gibi; biz Cizre'nin kahramanlarıyla bu halkın kahraman, yiğit kadınları ve erkekleri ile gurur duyuyoruz ama onlar tarihin sayfalarında tarihin sayfalarında bir utanç ve suç iktidarı olarak anılacaklar. Ama o kadar faşizme boğulmuşlar ki utanmak nedir bilmiyorlar değerli kadınlar. Ar duymak haya duymak onların defterinde kitabında yazmıyor artık. Yazanı da silmişler atmışlar ama tarihin sayfalarında ve bugün Cizre'de işledikleri savaş suçlarının hesabını verecekler. Bu büyük utanç ve vahşet tablosunun hesabını verecekler. Bizler yürüdükçe bizler direndikçe onların çöktürme planları çökecek. Bakın nasıl kadınların direnişi ile halkın mücadelesi ile demokrasi ve özgürlüğü her şeyin önüne çıkaran o kararlı duruşumuzla siyasi iktidarın bütün zor aygıtları, silahları, topları, tüfekleri işlevsizleşiyor. Artık onların tanklarının toplarının hükmü kalmamıştır. Artık onların kullandıkları ölüm makinalarının, vahşet, kıyım makinalarının hükmü kalmamıştır. Biz artık eşiği aştık biz artık yaratmak istedikleri korkunun bütün barikatlarını berhava ettik. Artık karşılarında özgürleşmiş kadın ve zafere özgürlüğe yürüyen bir halk var. İşte bunun için bu kadar büyük bir güç içerisinde korkuyorlar. İşte bunun için her yerde her yerde halkın ve kadınların iradesine engel çıkarıyorlar. Siyasi iktidara, Başbakana, Cumhurbaşkanına sorarsanız bu topraklarda kamu düzenini sağladılar. “Kamu düzenini sağladık” dedikleri yerlerde bu düzenin ne anlama geldiğini bütün dünya gördü. Yıkılmış evler, viraneye çevrilmiş sokaklar vahşet bodrumlarında halahâlâ kaldırılamamış yanmış insan kemikleri, nehir kıyılarında dökülen insan bedenlerinin parçaları, cenazeleri. Düzen dedikleri bu. Onların bu vahşet düzenini tanımıyoruz. Bu insanlıktan çıkışı tanımıyoruz. Bizler bu vahşetin içerisinde tam da insanlığın değerlerini, kadının özgürlük değerlerini koruyacağız ve bunu bir direniş gücü olarak, bunu direnişimizin bir bayrağı olarak taşıyacağız. Onlar insanlık değerlerini paspas edip çiğnedikçe, bizler ezilen insanlığın o mukaddes değerlerini ve ahlakını bayrak edip kuşanacağız ve yürüyüşümüze devam edeceğiz.
 
Güçlü iseniz, kudretli iseniz niye acizleşiyorsunuz
123. satır:
Bugün hiç istemediğimiz tablolarla karşı karşıya kalabileceğimiz bir noktaya geldik. Hem süresiz açlık grevi hem dışarıdaki bütün toplumsal alanlarda halkımızın üzerindeki baskıların ulaştığı boyut artık Türkiye’yi zorunlu bir virajı alma aşamasına getirmiştir. Ama freni patlamış gibi giden bir siyasi iktidar bu kavşaktan dönmeyi başaramaz. Geçmemiz gereken bir viraj var ama bu virajı bu freni patlamış kaptanla geçemeyiz. O nedenle Türkiye’de demokratik kamuoyunun devreye girmesi gerekiyor. Tecrit ve çözümsüzlük politikasına bir son verilmesi gerekiyor. Kadınların en önemli taleplerinden birisi de budur.
 
Ben 2016 Mart ayında bunu nasıl haklı ve meşru bir talep olarak dile getirdiysem bugün de haklı olduğunu belirtiyorum. Bunda bir yanlışlık yoktur. Biz siyasetçilerin düşüncemizi çözüm yolunu işaret ederek ifade etmekten başka bir fonksiyonumuz yoktur. Bir kadın siyasetçi olarak ben orada görevimi yaptım. Çözümün yolunu işaret ettim. Konuşmalarım halahâlâ günceldir.
 
Terör örgütü propagandası yapmakla itham ediliyorum. Ama öyle bir gerçek kırılması var ki. Her bir fezleke Türkiye toplumundaki bölünmüşlüğü yansıtıyor. O kadar tek taraflı ki, tek taraflı demek hafif kalıyor. O kadar gerçek dışı ki gerçekten bizim kabul edebileceğimiz bir biçimde açıklanması mümkün değil. Siyasi iktidarın zihniyetinin yansıması, uzantısı.
231. satır:
Bizler iç savaş hazırlığını engellemeye çalıştık
 
Bizler, DTK vesilesiyle, orada yaptığımız konuşmalar vesilesiyle bunun olmasını engellemeye çalışıyorduk. Türkiye’de bir iç savaş hazırlığı ve donanımı oluşturulmasını engellemeye çalışıyorduk. 6-8 Ekim sürecinden bu yana bakın biz bir tarafın sorumluluğunu üstlendik. Siyasi iktidar bu sorumluluğu üstlenmiyor. HalaHâlâ aynı, güya hani beş bin defa terör örgütünün kökünü kazıyacaklardı. Birazcık aklı olan sorar, soruyorlar da ama maalesef ki aklın sorduğu soruları hiç kimse televizyon ekranlarından duyamıyor, basından duyamıyor. Sözün ve gerçeğin özgürce dolaşma hakkı olmadığı için akıllı insanların sorduğu sorular ve verdiği cevaplar bugün toplumun büyük bir kısmı tarafından duyulamıyor.
 
Kürt sorunu çözümsüz kalırsa kendisi kullanacak bir malzemeye sahip olacak
245. satır:
Öyle bir canavar yarattılar ki kendileri bile kendilerinden korkuyor
 
Siyasi iktidar Türkiye’yi en tehlikeli yörüngeye sokma politikasında ısrar ediyor. Kürt’le dost olmak varken, Kürtle barışmak varken, Suriye’yle uğraşıyor, Irak’la uğraşıyor. Onların özgürlük taleplerini anlamak varken bununla uğraşıyor. Sokaktaki kadın yürüyüşünü bir beka bir inanç istismarına dönüştürüyor. Bir iç savaş psikolojisi uyguluyor. HalaHâlâ aynı zihniyet. Dün de bize bunu yapıyorlardı, bize karşı nefret örgütlüyorlardı. Bizi terör propagandası yapan suçlular ilan ediyorlardı. HalaHâlâ buna devam ediyorlar. Bugün tüylerimiz diken diken olarak izliyoruz. Aklın vicdanın izah edebileceği bir şey değil. Öyle bir canavar yarattılar ki kendileri bile kendilerinden korkuyor. Nefret ayinleri düzenlenmeye başlanıyor.
 
Dün İstanbul'da az kalsın linç hareketi örgütleniyordu
270. satır:
Yeryüzünün gördüğü en kötücül güçlerle ittifak
 
Böyle bir süreç içinde, böyle bir tıkanmışlık içinde bizler sorun çözmeye çalışıyoruz. O dönem içinde siyasi iktidar sanıyorum sadece demokratik haklarını isteyen bu insanlara karşı "ben yeryüzünün gördüğü en kötücül güçlerle ittifak yaparsam sadece karşıdakiler kaybeder, ben bir şey kaybetmem" diye düşünüyordu. O dönemde bine yakın insan yaşamını kaybetti. Birileri canını, birileri malını kaybetti. İnsanların evleri yok, bir dikili taşları yok. Evlerine dönemediler, yerlerini hafızalarını kaybettiler. Bir tarih yıkıldı yakıldı. Ama sonuçta kaybeden sadece oradaki halk olmadı. Kaybeden Türkiye oldu. Bakın bu ülkede abluka alanlarında örgütlenen darbe halahâlâ duruyor, halahâlâ kendisini bir tehdit olarak koruyor. Siyasi iktidara gelmiş bir darbe olarak yerini koruyor.
 
Konuşmamı tekrar okumayacağım. Ama bir özet yapayım. o konuşmada söylediğim şey şudur.
 
“Acının gözyaşının, yaşanan ölümlerin ve akan kanın ve bütün coğrafyamızı saran karanlığın içerisinde ortaklaştığımız bîr heyecan ve başladığımız yol ve yolculuk olarak tanımlayabiliriz. Bugün bu deklarasyon’un ilanını. Bu deklarasyon da söylenen sözlerin her birisi sadece yürüyeceğimiz yolu değil bu zamana kadar yürüdüğümüz yolu da tanımlıyordu. Bu zamana kadar yürüdüğümüz bütün mücadele yollarından, geçtiğimiz bütün aşamalarından süzülmüş, ortaya çıkmış taleplerin, özlemlerin yeni bir yaşam ve siyasal modern ihtiyacının dile getirilişidir. Bugün açıklanan deklarasyon ve büyük bir ortaklaşmanın ürünüdür aynı zamanda. Gerek DTK birleşenlerinin gerekse de bugün iki günden bu yana bu kongrede bulunan büyük demokrasi ve özgürlük güçlerinin ortaklaşmasını ve bu ortak iradenin ifade edilmesini tanımlar ve dile getirir. Bu deklarasyon aynı zamanda bir ortaklaşma çağrısıdır. Bölen kutuplaştıran, ayrıştıran, savaş ilan eden, yakan, yıkan ve çözümsüzlüğe saplanıp kalmış bir siyasi iktidar karşısında halahâlâ ortaklaşma için bir şans olduğunu halahâlâ çözüm için bir çağrı yapıldığını ifade eder bu deklarasyon. Ben diliyorum ki bugün dilinde ayrıştırma ve nefretten başka söz kalmamış ve elinden silahtan başka enstrüman kalmamış bu siyasi iktidar bir halkın ortaklaşan iradesini dikkate alacak beceriyi, basireti, liyakati bir parça dahi olsa göstersin bugün bu liyakati ve basireti göstermeyenler çözüm ve ortaklaşma zeminine yönelmeyenler kaybedecekler. Bugün bu deklarasyonda ifade eden söz ve talep uzun zaman süren mücadelemizin hem de bugün devam eden demokrasi direnişin, özyönetim direnişinin talebidir. Bugün yaşanan direnişler nedensiz değildir. Bu direnişe kaynaklık eden taleplere yanıt vermeyen siyasi iktidarın zulmü, hoyratlığı ve yaşanan bu şiddet ortamında nedensiz değildir ve bundan sonraki süreçte bu deklarasyon etrafımızdaki ortaklaşmadan yola çıkarak bu nedenleri direnişe neden olan su sorunları bir çözüm gücüne dönüştürmek için yine hep birlikte mücadele yürüteceğiz. Burada sözümüzdeki ortaklaşmayı bu zamana kadar ki hareketimizdeki ortaklaşmayı halklarımızın demokratik başarısına dönüştürmek için devam ettireceğiz ve büyüteceğiz. Artık bütün Türkiye halkları, Kürdistan ve bölge haklarının yeni bir siyasi model için, yeni demokratik bir Türkiye için gücünü ve hareketini daha da ortaklaşması ve büyütmesi gereken bir döneme geldik. Bizler halkların demokratik partisi olarak bu deklarasyonda ifade edilen tanımı bulan iradeyi batı halklarının, Türk halkının Türkiye'de yaşayan bütün uluslarının, inançların ve ezilenlerin iradesine mücadelesine dönüştürmek için var gücümüzle kendimizi ortaya koyacağız ve bütün Türkiye halkalarına yapılmış bir ortaklaşma çağrısıdır. Birleşerek mücadele etme ve kazanma çağrısıdır bu deklarasyon diyeceğiz. Seçeneksiz değiliz. Darbeye karşı demokrasinin gücünü ayağa dikmek tekçi, merkeziyetçi ve otoriter rejime karşı demokratik bir siyasal yapıyı ve rejimi kurmak elimizde ve bugün bu halk siyasi iktidarın sunduğu 40 satır 40 katır seçeneğini asla ve asla kabul etmediğini bir kere daha ifade etti. Bizler için yeni bir seçenek üçüncü yol olduğunu biliyoruz ve bugün bütün Türkiye halkını da bu üçüncü yola demokrasi, barış ve özgürlükler yoluna davet ediyoruz. Ben bir kere daha kongre iradesini burada bulunan bulunmayan duruşuyla ve direnişiyle bu iradeye güç katan bütün değerli halkımızı, kardeşlerimizi ve yoldaşlarımızı selamlıyorum yolumuz açık olsun. Bundan sonraki mücadele sürecimiz bütün halklarımıza hayırlı olsun”
 
Konuşmalarımız değil, konuşmalarımızın yargı konusu olması suçtur
304. satır:
Bugün girdikleri yerel seçimlerden sonra iktidarlarını yerelde sağlayamadıktan sonra yapacakları ilk şey önlerinde bekleyen ekonomik savaş ve daha da önemlisi siyasi bölgesel savaş planlarını uygulamaya geçirmek. Bunun ayrıntıları siyasetin konusu ama bu planlar önlerinde. Bizler nerede olursak olalım bu gerçeği ifşa etmekten vazgeçmeyeceğiz. Bizi cezaevine koymuş olabilirler, aktif siyasetin dışına çıkarmış olabilirler ama bizler vazgeçmeyeceğiz.
 
Kendisini padişah sanan zat halahâlâ benimle uğraşıyor
 
Bu ülkeyi yöneten koskoca haşmetli kudretli siyasi parti lideri halahâlâ bizimle uğraşıyor. Geldin tamam. Kazandığını söylüyorum, büyük insan, hikmetinden sual olunmaz. Neden halahâlâ HDP’nin eşbaşkanlarıyla uğraşıyorsun? Bakın ben 2 buçuk yıldır hapis yatıyorum. Ben parmağımı uzatamıyorum bu taraftan öbür tarafa, zulüm altındayım, psikolojik ve fiziksel işkence ortamı içerisindeyim. Yeri gelir biz her zaman kan kusar kızılcık şerbeti içtik deriz. Onun bu zulmü umurumuzda olmaz. Ama gerçekten söz ediyorsak biz hem mahpus edilmişiz hem de her gün işkence altındayız. Ama kendisini padişah sanan zat halahâlâ benimle uğraşıyor. HalaHâlâ mahpus eşbaşkanlarla, milletvekilleriyle uğraşıyor. Geriye ne kaldı? Bizi öldürmediler sadece.
 
Miting meydanlarında bize karşı nefret kampanyaları örgütlüyor
 
Yarın öbür gün belki bunu da getirirler, sizden ölüm cezasını vermesini de belki bekliyorum. Öldürmek dışında yapabilecekleri her şeyi yaptılar bize ama halahâlâ bizimle uğraşıyorlar. Miting meydanlarında benim görüntülerimi, tutuklanmadan önce eş genel başkan iken yaptığım konuşmaları, Selahattin Demirtaş’ın yaptığı konuşmaları kullanarak, “işte bunlar kötü bunlar terörist destekçisi diyerek” bize karşı nefret kampanyaları örgütlüyor. Bu siyasi faaliyetle sizi yönetiyorlar, bölmeye çalışıyorlar.
 
Benim yargı sürecime doğrudan müdahale ediyor
 
Tabii ki ben yargılanma sürecimin adaletine karışırım. Benim yargı sürecime doğrudan müdahale ediyor. Yargının bağımsızlığını korumakla mükellef zat, bu dönemin başı, yargıya doğrudan müdahale ediyor. Ve biz elimiz kolumuz bağlı hapishanede, onların siyasi saldırganlığının hedefi olarak yaşamak zorunda kalırken halahâlâ saldırılarının hedefi haline geliyoruz. Bu ne demektir? Bu bizim acizliğimiz demek değildir, bizim gücümüzdür. Demek ki Halkların Demokratik Partisi, bu halkın gerçek temsilcileri, yine bir halk deyimiyle yanıt vereyim sürünse de aslan gibidir.
 
Hapishanede siyasi hedefsek bu onların zayıflığıdır
 
Biz hapishanedeyiz ama halahâlâ bir saldırı hedefi olarak varlığımızı ilan ediyorsak bu bizim zayıflığımızı değil onların zayıflığını gösterir. Siyasi iktidar kendi suçunun hesabını vermek yerine bizi haksız yere bu zindanlarda hapsetmenin hesabını vermek yerine bize karşı nefret ve linç politikası yürüterek hem yargı hem de dava süreçlerimizi baskı altına alıyor.
 
Halkımız 31 Mart’ta bundan önceki bütün seçimlerde olduğu gibi kazanacaktır