TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu/Bilgisine başvurulanlar: Revizyonlar arasındaki fark
İçerik silindi İçerik eklendi
yazım |
|||
10. satır:
VIII.BİLGİSİNE BAŞVURULANLAR
1-
2-Kemal Yazıcıoğlu
120. satır:
== 1-Korkut Eken 27.12.1996 tarihli ifadesinde; ==
Kendisinin 1965 yılından itibaren ordu mensubu olarak görev yaptığını, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatına katıldığını, 1978 yılında Silahlı Kuvvetler özel birliklerin tim komutanlığına atandığını, çeşitli kurslar gördüğünü, özellikle komando harekatına yönelik, rehineli harekata yönelik kurs gördüğünü, 1982
1988 yılında MİT Raporu olaylarının meydana geldiğini, çalıştıkları dairenin bu raporu hazırlamış olması sebebiyle Müsteşar Yardımcısı Hivam Abbas, Daire Başkanı Mehmet Eymür ve kendisinin emekliye sevk edildiklerini, daha sonra Mehmet Eymür’le birlikte 2 yıl dışarıda çalıştıklarını, Mehmet Eymür’ün dayısının yardımıyla kurulan bir fabrikasında birlikte çalıştıklarını, kendisinin parası olmadığından sadece % 8 hissesi bulunduğunu, daha sonra bu hisselerin Eymür tarafından kendisinden istendiğini ve onun da bunları iade ettiğini bu ve bazı şahsi nedenlerle buz fabrikasından münakaşa ederek ayrıldığını ve sonra da Eymür ile görüşmediğini,
126. satır:
1980 yılında Botaş’a girdiğini, bir sene müfettişlik ondan sonra da koordinatörlük görevi yaptığını,
Eylül 1983 ayında Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın kendisini çağırarak emniyet mensuplarının yetiştirilmeleri konusunda çalışmasını istediğini, sevinerek bu görevi kabul ettiğini ve hemen eğitime başladığını, kadrosunun
Belirterek, kendisini tanıtmasının ardından; Tarık Ümit’in öldürülmesi olayında;
Tarık Ümit’i 1987 yılında Milli İstihbarat Teşkilatında çalışırken Mehmet Eymür vasıtasıyla tanıdığını, özellikle kaçakçılık ve narkotik konularında çok haber getiren bir eleman olduğunu,
Emniyet Genel Müdürlüğünde iken Tarık Ümit’in kendisini arayarak, önemli bir kaçakçılık olayı olacağını bunun mutlaka önlenmesi gerektiğini, bunun üzerine onu Genel Müdür Mehmet Ağar ile tanıştırdığını, Genel Müdürün Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanı Tuncay Yılmaz’a konuyla ilgilenmesi için talimat verdiğini, sonradan çok büyük miktarda asit anhidriti bu ihbarla yakalatmış olduğunu öğrendiğini,
138. satır:
Milli İstihbarattan ayrılıp Emniyet nezdinde çalışmanın Mehmet Eymür’ü kızdırmış olabileceğini,
Devletin istihbarat birimleri arasında çok koordineli bir çalışma yapılması gerektiğine inandığını, bu birimler arasında şahsi kin, nefretten doğan çekişmeler sen-ben davası, sen başarılısın, ben başarılıyım kavgası olduğu müddetçe bugün Susurluk olayı çıktı ise yarın, altı ay sonra başka bir olayın çıkabileceğini, bu tür mücadelede 200 bin kişi olduğunu, bunlar içinde yanlış yola girmiş olabilecek görevliler ya da kişiler bulunabileceğini, bunun polis, asker ya da korucu olabileceğini, ancak bunun çözümünün basına sızdırılarak yapılmaması gerektiğini, Devletin resmi birimleri arasında bu tür sorunların koordinasyon ile çözülebileceğini, yanlış yapanlar hakkında da yasal işlem yapılarak konunun aydınlığa kavuşturulabileceğini, resmi polis ve askerin dışında kimseyi eğitmediğini, sivil hiçbir şahsı eğitmediğini, gerek polis eğitiminde, gerekse özel tim eğitiminde hem psikolojik, hem de manevi eğitim yaptırıldığını, bu insanların hata yapma ihtimallerinin az olduğunu, özel yetişmiş birimlerin ifade almayı dahi bilmediklerini, bunların sadece kırsal kesimde mücadele etmek için yetiştirilmiş olduklarını, ancak görev sırasında müşterek faaliyette asker ve polis timlerinde, emir komutasının Asker’de olduğunu, polis özel timinin başında Emniyet Müdürü rütbesindeki personel bulunmasına karşılık Askeri timin başında Astsubay veya Teğmen olduğunu, ovadaki askeri birlik komutasının istemi olmadıkça özel timlerin arazide göreve çıkamadığını, Halkın özel timlerden rahatsız olmaları ile ilgili konunun tamamen belli
Sedat Bucak’ın babasını tanıdığını, Bucak aşiretinin PKK’ya karşı mücadelesinde, zamanının çoğunu
Abdullah Çatlı’yı tanıdığını, Mehmet Eymür’le birlikte, emekli olduktan sonra tanıdığını, Mehmet Özbay ismini de bildiğini, ancak “Ekli” adını bilmediğini, Abdullah Çatlı’nın devlet için istihbarati çalışmalar yaptığını, yurtdışına yönelik olarak özellikle Almanya’daki PKK faaliyetlerine yönelik olarak istihbari bilgiler verdiğini, 15-16 senedir 80 öncesinden itibaren devlete çalıştığını bildiğini, kendisinin onu 1987-1988 yıllarında tanıdığını,
Alaaddin Çakıcı ve Dündar Kılıç’ı herkes gibi tanıdığını,
== 2-Kemal YAZICIOĞLU İstanbul Emniyet Eski Müdürü 27.12.1996 tarihli ifadesinde; ==
Ömer Lütfi Topal cinayetinin işlenmesini takiben olayı çözmek üzere çalışmalara başladıklarını, bu cinayet konusunda Asayiş Şubesinin ihbar aldığını bu ihbarda üç özel harekat mensubu ile iki sivil şahsın bu eylemi yaptıklarının belirtildiğini, bunların hepsi aynı gün Emniyet Müdürlüğüne alındığını, yapılan incelemede ve olay yerinde kalan silah üzerindeki şarjörde bulunan band üzerinde kalan parmak izi ile bu şahısların parmak izinin karşılaştırıldığını, ve herhangi bir bulguya rastlanmadığını, bu konuda yardımcısı Bilgi Ünal’ın olayı takip ettiğini, ertesi gün Sedat Bucak’ın kendisini aradığını, özel harekatçıların neden alındığını sorduğunu, o anda konuyu kendisi de bilmediğinden inceleyeceğini söylediği, ikinci kez aradığında da tahkikatla ilgili alındıklarını söylediğini, daha sonra da birkaç kez aranmış olduğunu ancak bir daha görüşme fırsatı bulamadığını, daha ertesi gün Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ’un kendisine geldiğini, Bakan tarafından gönderildiğini, alınan şahısların neden ve niçin alındığını sorduğunu, kendisinin de alınan bir ihbarın değerlendirilmesi sonunda alındıklarını, ancak bir bulguya rastlanmadığını, öğleden sonra Bakanın İstanbul’a geldiğini ve Vali ile birlikte onu karşıladıklarını, Vali ayrıldıktan sonra Bakanın kendisinden olayı sorduğunu, ona da olayı anlatarak herhangi bir bulguya rastlamadıklarını ilettiklerini, onun da peki o zaman Emniyet Genel Müdürlüğü de bir incelesin, bir mahzur var mı? diye sorduğunu, kendisinin de bir mahzur bulunmadığını zira suç teşkil edecek herhangi bir bulguya rastlanmadığını belirttiğini, Bakanın da gönderin o zaman dediğini kendisinin de talimat verilmesini istediğini, Bakanın peki ben hallederim seni ararlar dediğini bunun üzerine Yardımcısının talimat verdiğini ve Bakan talimatı bunları Genel Müdürlükten gelip alacaklar dediğini, akşam saatlerinde İbrahim Şahin’in kendisini arayarak konuştuklarını, ona Bilgi ile irtibat kurarsa onları alabileceğini söylediğini, Basının yanlış değerlendirmeler yapması nedeniyle, görmemeleri için bunları
İkrar havi bir belge bulunmadığını, sadece kendisinde bir takım karineler olduğunu, bunları anlatmasının mümkün olmadığını, bunun açıklanmasının sisteme zarar verebileceğini, bunu ancak konuyu bilenler huzurunda rahatlıkla açıklayabileceğini,
154. satır:
Basında Mesut Yılmaz’a belge, kaset verdiğinin söylendiğini, ancak hiç kimseye belge, bilgi, kaset veya herhangi bir şey vermesinin mesleki hiyerarşisi dışında mümkün olmadığını,
Abdullah Çatlı’yı tanıdığının gündeme getirildiğini, Mehmet Özbay adına atılan bir tebrik kartının kendisine geldiğinin doğru olduğunu Abdullah Çatlı’nın sahte ismi Mehmet Özbay olarak kendi bilgisayar kaydında isim ve adresinin
Olay mahallinde iki adet
Olay mahallindeki silahlar üzerindeki parmak izinin karşılaştırma yönünden zor bir yapı oluşturduğunu çünkü Emniyet Teşkilatında 10 milyon parmak izi bulunduğunu, parmak izinin yanında diğer parmak izleri ya da daha geniş bir sathın olması halinde o zaman kategorileştirilebilineceğini o zaman bile karşılaştırma sayısının 3 bin olacağını, bu nedenle bu tür parmak izlerinde sağ el işaret parmağının tek boğumundaki iz için yönetmelik gereği olay olduğu yerde muhafaza edildiğini, şüphelilerle karşılaştırıldığını,
166. satır:
İfade tutanağı bulunmamakla birlikte, Genel Müdürlük yetkililerine teslim edilirken, teslim tutanağı ile işlem yapıldığını,
Ömer Lütfü Topal olayında soruşturmanın çok yönlü yapıldığını Antalya yada
İstihbaratın çok çeşitli kanallardan geldiğini istihbaratın hem istihbarat birimlerince verilen istihbarat, hem de telefonla gelen bilgiler olduğunu, bazen gazeteden alınan bir haber, bir haberin değerlendirilmesi olayı olduğunu, bunların tümünün istihbarat olduğunu,
182. satır:
Hüseyin Kocadağ’ı tanıdığını, özel harekat menşeli olduğunu, atak ve gözüpek birisi olduğunu onunla birlikte çalışmadığı için mesleki yapısı hakkında fazla bir bilgisi olmadığını,
Bu işin nereye gideceği konusunda endişeleri olduğunu, medyada çıkanların ne derecede doğru olduğunu onların incelenmesi gerektiğini, peşinen
== 3- MERAL ÇATLI 22.1.1997 tarihli ifadesinde; ==
1980 ihtilalinden yaklaşık 20 gün sonra eşinin arkadaşlarıyla birlikte yurtdışına çıktığını, eşine devlet tarafından (pasaport v.b. konularda) yardımcı olunduğunu, eşinin Ankara’da bulunduğu zamanlarda Ülkü Ocakları ikinci başkanlığını yaptığını, bu görevi yaptığı sıralarda 7 TİP’linin öldürülme olayının eşinin üzerine atıldığını, bu konuyu eşine sorduğunda bu olayı kabul etmediğini, 1978’de İstanbul’a taşındıklarını, 1980’e kadar 7 TİP’li olayından dolayı eşinin kaçak yaşadığını, 1982 yılında kızlarıyla birlikte kendisinin de yurtdışına çıktığını, kendisine pasaportları kimin verdiğini bilmediğini, İstanbul Hava Limanında kendisini uçağa bindiren kişiyi ilk defa gördüğünü, eşiyle İsviçre’de buluştuklarını, daha sonra Fransa’ya yerleştiklerini ve oradaki Türk ailelerinin yardımlarıyla geçindiklerini, eşinin Türkiye’den görüştüğü kimselerden aldığı telefon neticesinde Paris’te kiraladıkları evde 27 gün kaldıktan sonra, eşinin evden ayrıldığını ve 6 yıl geri dönmediğini - cezaevine düştüğünü - 1984’te kendisinin ve çocukların Türkiye’ye 1 haftalığına tatile geldiklerini, Mete isimli birinin kendilerine yardımcı olduğunu, yurtdışında eşinin yanında olduğu zamanlarda, eşine Türkiye’den ASALA’ya karşı görev verildiğini ve yurtdışında 28 olayda eşinin rolü olduğunu, Türkiye’ye 1984’te gelişlerinden
- 1980 ihtilali olduğunda sıkı bir denetim vardı. Pasaport almak, düzenlemek kolay bir şey değildi. Demekki eşime yardımcı olundu. 20 gün sonra eşine pasaport getirdiklerini, kimin getirdiğini bilmediğini,
196. satır:
Yalova’da annesinin yanında iken, kendisini Yalova’dan aldıklarını ve doğrudan havaalanına gittiklerini gelenlerin resmi görevli olmadıklarını, Viyana’dan araçla Almanya’ya, Almanya’dan İsviçre’ye, orada eşi ile buluşup trenle Fransa’ya geçip Paris’in kasabası Potie’de kaldıkları,
1984 yılında Türkiye’ye ailecek geldiklerini, 1 hafta kaldıklarını resmi görevli bir kişinin kendilerini karşıladığını, adının Mete olduğunu, soyadını bilmediklerini, sadece Mete ağabey dendiğini. Bu kişinin konuşma ve hareketleri askerdi. “Asker şeyi vardı”. (Netekim)
Eşiyle beraber geldiklerinde Türkiye’den bir görev verildiğini duyduğunu, bu görevin de Konsolosluklara yapılan haksızlığa tepki, yani Asala olayında eşine verilen bir görev olduğunu, 28 olayda da eşinin başarılı olduğunu,
208. satır:
Tolga Atik’in politikadan hoşlanmayan birisi olması, babasının da asker olması ve teşkilata büyük sempatisi olduğu için geldiğini, yeni başlayan her personel gibi belli bir kurs döneminden geçtikten sonra Malatya’ya tayin edildiğini, ancak basında yer almaktan rahatsız olduğunu ve teşkilattan ayrılma döneminde olduğunu,
1988’deki raporun o tarihteki Müsteşar Hayri Ündül Paşa’ya bilgi vermek maksadıyla ve yazılı olarak hazırlandığını o raporu o tarihlerde kurumun mensubu olan Cumhurbaşkanlığı’nda görevli Erkan Gürbüt’e görüşünü almak üzere verdiğini, o da raporun
Tarık Ümit’in MİT Teşkilatının görev sahasına giren konularda istihbarati olarak kullanılan bir kişi olduğunu, ortadan kaybolması üzerine bazı araştırmalar yapmak durumunda bulunduklarını, araştırmalar sırasında en son İstanbul Divan Pastahanesinde yemek yediği sırada Özel Harekat Polislerince alındığını ve ondan sonra da ortadan kaybolduğunu tespit ettiklerini, bu konuda yasal araştırmalar yaptıklarını, bu araştırmalar sırasında, aracın bulunduğu mahal Silivri bölgesinde olduğu için tahkikatın Jandarma Astsubayı Ahmet Altıntaş’ın yürüttüğünü, onunla görüşüldüğünde, kendisinin Özel Harekatçı Ayhan Akça’yı gözlem altına aldığını, Ankara’dan Özel Harekat Başkanlığından müdahale edilmesi üzerine “ifadesini alamayacağı konusunda” bırakmak mecburiyetinde kaldığını,
242. satır:
== 5-Tuncay ÖZKAN 18.2.1997 tarihli ifadesinde; ==
Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, gizli servislerin uyuşturucu kaçakçılarıyla birlikte iş yaptıklarını, onlarla birlikte şirketler kurduklarını, onları açığa çıkarmak için çeşitli çalışmalar yaptıklarını, Abdullah ÇATLI ve ülkücü arkadaşlarının haklarındaki mahkeme kararlarına ve arama tezkerelerine rağmen, zaman zaman ANAP gibi partilerin kongrelerinde izleyici, Bakanlıklarda Bakanların misafiri, Emniyet Genel Müdürlerinin arkadaşı, içlerinde Tansu ÇİLLER’in de bulunduğu Başbakanların görüşme gereğini duydukları kişiler arasında olduklarını, Turgut ÖZAL’ın sık sık görüşme
== 6- Dündar Kılıç 1.3.1997 tarihli ifadesinde; ==
292. satır:
Kendisinin Almanya’ya tedavi için gitmek istemesine karşılık 5 yıl pasaport vermediklerini,
Semra Özal’ı tanımadığını, Abdullah Çatlı’yı tanımadığını,
MİT’in infaz timi içinde Çakıcı’nın olduğunu, Sivaslı 3-4 çocuk bulunduğunu, bunlardan iki tanesinin polis tarafından arandığını, ancak yakalanmadıklarını, Mehmet Eymür’ün bazı solcuları, hatta Nihat Evim’i öldürenleri Burca’da bir mahkemede 8-10 kişiyi beraat ettirdiğini ve onları dışarıdan kullanacaklarını, bunları Nasrullah Ayan vasıtasıyla yaptığını belirtmiştir.(Ek:179)
334. satır:
Emniyet Müdürünün gazetelere ilan verdiğini, Yeşil Kocaeli Gazetesinde ben Hadi’yi teslim almayacağım, kendin yakalayacağım dediğini, İzmit Emniyet Müdürünün Sefa’dan aldığı paranın miktarının belli olmadığını, Ayvalıkta verilen villalar, kendisinin yakalanmasından sonra Emniyet Müdürüne alınan 17 milyar lira civarındaki arabayı herkesin bildiğini ve konuştuğunu,
Malatyalı Engin diye bir delikanlının açtığa Engin Döviz diye bir yer var, İzmit’in en büyük faizcilik olaylarından birisini yaptığını, kollu makinalara para kaybettiğini, büyük borca girdiğini ve iflas ettiğini, Belsa Plazanın otoparkını Engin Dövize vereceklerini duyunca, Rızaya bu yeri Alaattin Keskin’e vermelerini söylediğini, bize halktan yana olun dediğini, bunun üzerine kendisine 20 milyar teklif ettiklerini, yanında da Kırmızı Kocaeli’nin Genel Müdürü Güngör Asman’ın olduğunu, bunu telefonla teklif ettiklerini bu konuda şahitlerde bulunduğunu, ancak kendisinin bu parayı kesinlikle istemediğini, alırsa avanta almış olacağını söylediğini,
Seyfi Aydın diye birisi, şu anda cezaevinde bulunduğunu, çete üyeliğinden içeri girdiğini, ancak kendisinin bu adam ile yakından ya da uzaktan ilgisinin bulunmadığını, Adamın yeğenini hırsız diye yakalatmışlar, bunlar dağ köylerinde oturuyorlar dağlara villalar yapılmaya başlayınca birinci sınıf turistik bölge ilan edildiğini, Derbent Jandarmasında dayak zoruyla suçu kabul ettirdiklerini, cezaevine girdiğini 5.5 ay sonra asıl hırsız yakalandığını, çaldığı malların iade edildiğini, bu sayede bu çocuğun tahliye olduğunu, Seyfi Aydın’ın hırsızlık yapanlara sen bizi lekeledin, hata yaptın 200-300 bin dolar para vereceksin dediğini, aralarının gerginleştiğini, birbirlerini tehdit ettiklerini,
348. satır:
İskenderunda 1500 ton petrolün Demir Çelik’e satıldığını, bunun parasını paylaşanlarında kendisine bir haftalık çek vereceklerini söylediklerini, bunun üzerine Ankara’da buluştuklarını, gittiği binanın kapısında Bucak A.Ş. yazdığını, Haluk Kırcı’nında orada bulunduğunu ve Sedat Bucak’ında orada olduğunu, parayı öderken, kendisine gözdağı vermeye çalıştıklarını, kendi hakkı olan 6 milyar lira yerine 500 milyon lira verilmeye kalkınca kendisinin tepki gösterdiğini ortağın % 50 alması gerektiğini, münakaşa ettiklerini, verilen parayı almadığını, aralarında soğuk harp başladığını, bu nedenle kendisinin eniştesi olan trilyoner Ali İhsan Kaya ile irtibata geçtiklerini Sami Hoştan ile gelip villa yapma gerekçeleriyle samimiyet kurduklarını, sonrada Hadi’nin onu öldüreceği hususunda korkutmaları ve kendisine karşı yönlendirdiklerini, daha sonra ofluların yönlendirdiklerini, tüm çabalarınında kendisinin yakalanması olduğunu, bu nedenlerle Emniyet 2. Şube Müdürü ile dolaştıklarını, çünkü 2. Şube Müdürü Kamil Toprak’ın sahiplerine koruma verdiğini, yakalandığında da 2. Şube Müdürünün hemen oradan sürüldüğünü, kendisinin Kanal 7’nin programcısı ile birlikte Rize’de bir gün çalıştıklarını, şimdi verilen ifadelerin aynısını Kanal 7’ye verdiğini iki üç dosya doldurduklarını, ertesi gün programını bitiremeden yakalandığını, o bantlarda Mehmet Ağar’ı suçladığını, Emniyet Müdürünü Ankara’ya götürdüğünü ama kime verdiğini bilmediğini, Mehmet Ağar’ın o band yüzünden görevinden alındığını, belki de bandın Mesut Yılmaz’da olabileceğini, Emniyette kendisinden Abdullah Çatlıyı yakalamak üzere ifade aldıklarını söylemeleri sebebiyle bildiklerini anlattığını 15 gün savcılığa çıkaralım dediklerinde de kızıp tepki gösterdiğini,
Yine petrol ile ilgili olarak Makedonya asıllı, şu anda İngiliz vatandaşı olan, müslüman İdris Feyzuni diye bir adamın arkadaşının annesi olduğunu, kendisine petrol alışverişi dolayısıyla İzmit’te Turgay Çelebi’den 1 milyon 200 bin dolar alacağı olduğunu, adamın bunları dolandırdığını ve Interpolüde bağladığını hukuken alamadıkları için, yardım (kendisinden) istediklerini, Turgay ile müşterek dostlarını bulduğunu, ödeyeceğini beliren senetler falan yapıldığını, ellerinde hiç belge olmadığından senetlerinin belge olduğunu, bunun İdris Fevzi Öz’ün hoşuna giden bir hadise olduğunu, bu adamında İngiltere’de oturduğunu, Dünya Bankasının Arap Ülkelerinin temsilcisi olabileceğini, İran ve Suudi Arabistandan çok büyük yerleri alan bir adam olduğunu, o tarihlerde Bosna Heresek’te savaş olduğunu, Bosna-Hersek’in Iraktan alacakları olduğunu Saddam’ın bunu petrol olarak ödediğini ancak parası olmadığından ödeyemediğini,
366. satır:
Veli Küçüğün İl’inde Alay Komutanlığı yaptığını, teslim olacağı zaman onunla telefonla görüştüğünü, Samsunlular olayını yapan çocuğun bırakıldığı zaman, Albayın telefonla bu çocuğun belinde silah cebinde esrar varken bırakıldı, başka kimlikle bırakıldı dediğini, bu Salman’ın adının Abdi Nakış olmayıp, Sultan Nakış olduğunu bildirdiğini, bu adamın 4 cinayet 7 yaralamadan dolayı cezaevi firarisi olarak arandığını ve bu adamın saklandığını söylediğini, onun üzerine Sultan Nakış’ın ifadesini kendisinin aldığını, bilerek yanlış aldığını o ara Sedat Peker’e ilişkin bir uygulama yapmak için ifade aldığını, ancak polisin Sedat Peker’in polis tarafından alınıp, dönüldüğünü ve birçok konuda konuşturulduğunu, Veli Küçük ile kendisinin hiçbir ilgisinin olmadığını,
Hüseyin Kocadağ ve Ali Şen’in arkadaş olduklarını, o ikisininde Fenerbahçenin yönetiminde bulunduklarını, İzmit’te herkesin Saffet’in olayından Ali Şen’in 3-4 milyon doları akladığını, ancak kimsenin bunu ispat etmediğini, kendisinin edebileceğini ancak kendisininde hapiste olduğunu, Hanefi Avcı’yı tanımadığını, Veli Aktaş isimli arkadaşının Galatasaraylılar cemiyetinin Ankara Şubesine bakan ve Gazi Üniversitesinde profesörlük yaptığını Abdullah Yılmaz ile kendisini onun tanıştırdığını, kendisinden 15 seneden bu yana ilk defa böyle bir şey istediğini, konuyu bilen Bilal Atak isimli arkadaşı olduğunu, bu adamların 150 bin dolar ayırarak Bulgaristan’a gönderdiğini, Türkiye’ye kömür getirilmesi için Bulgaristan da bir adamla tanıştıklarını,
== 9- Şahin TEKDEMİR 14.03.1997 tarihli ifadesinde; ==
374. satır:
Suçunun Hadi Özcan’ı tanımak olduğunu suçlandığı konular içerisinde Of’lu Muzaffer’i öldürmek, bunların silah temin etmek, bunlarla çete kurmak gibi ilgisi olmayan suçlardan cezaevine gönderildiğini,
Hadi Özcan’ı abisinin 1980 öncesi öğretmen
Abisinin siyasî bir yönü bulunduğunu, halen açığa alınmış durumda bulunduğunu, İbrahim Şahin’in koruması olduğu için açıkta olduğunu, 1985 ya da 1986 da özel harekata girdiğini, kursların sonunda Siirt’e gittiğini, 4-5 yıl kaldığını, sonra tayinen İzmir’e gittiğini, İbrahim Şahin’in Özel Harekat Daire Başkanlığına gelmesi üzerine tayininin Ankaraya çıktığını,
420. satır:
Emniyet Müdürünün Cumhurbaşkanı ile görüşmeyi kendisinin talep ettiğini, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanının İstanbul Valisinden bu olayla ilgili bilgi talep etmediklerini,
Emniyet Müdürünün kendisine
Cumhurbaşkanından destek alarak, yetki almak amacıyla görüşme oldu ifadesinin Cumhuriyet Savcılarının niyabeten Emniyet güvenlik kuvvetlerinin adli bir araştırma yapmasında hukuken bir aksaklık bulunmadığını, bu yetkilerinin kullanılmasını adli yada idari mercilerden kaynaklanan bir engel bulunmadığını, parmak izinin yüzde yüz hiç değişmesi mümkün olmayan bir delil olduğunu, sonrasınında bağımsız Türk Adliyesine ait olduğunu,
578. satır:
== 15- Hasan Celal Güzel Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı 17.02.1997 tarihli ifadesinde; ==
1945 yılında Gaziantep’te doğduğunu, 1975 yılında Süleyman Demirel’in özel müşaviri olarak Başbakanlık’ta görev yaptığını,1977 yılının ikinci yarısında II MC Hükümeti sırasında Korkut ÖZAL’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Müsteşar Yardımcılığı, Turgut Özal’ın Müsteşarlığı döneminde, onun yardımcılığını yaptığını, 1980 yılında 12 Eylül’den önce yayınlanan gizli bir genelge ile Devletin Güvenlik Koordinatörü yapıldığını, Emekli Korgeneral Rüştü Naipoğlu, Emekli Hava Korgenerali Refik Işıtman ve Emekli Albay Kadir Bilgen’den oluşan o tarihte artan terör olayları ile meşgul olan bir güvenlik koordinasyon ekibi kurduklarını, MİT, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet İstihbarat Dairesinden gelen bilgilerin bu kurulda değerlendirildiğini ve o tarihte Başbakan olan Süleyman Demirel’e arz edildiğini, o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal’a da bilgi verildiğini, Başbakanlık Müsteşar Vekilliği ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekilliği görevlerinde bulunduğunu,12 Eylülden sonra da 35 gün Başbakanlık Müsteşarlığına vekalet ettiğini, Necdet Calp’in Başbakanlık Müsteşarlığına getirilmesi üzerine onunla 5 ay süre ile çalıştığını, Şubat 1981 ayında Süleyman Demirel’i ziyarete gitmesi nedeniyle görevinden alındığını, görevinden istifa ederek Kayseri Erciyes Üniversitesinde öğretim elemanı olarak çalıştığını, 1983 yılı sonunda Anavatan Partisinin iktidara geldiğinde Başbakanlık Müsteşarlığına getirildiğini, 1986 yılının Ağustos ayı başına kadar bu göreve devam ettiğini, o tarihteki ara seçimlerde Gaziantep’ten Milletvekili adayı olduğunu, Milletvekili seçildiğini, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak göreve başladığını,1987 erken seçimlerinde Gaziantep Milletvekili olarak yeniden seçildiğini, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı olduğunu, Mart 1989 tarihinden itibaren de ANAP Gaziantep Milletvekili olarak devam ettiğini,17 Haziran 1989 tarihinde ANAP’tan istifa ettiğini, 20 Ekim 1991 seçimlerine iştirak etmediğini, 23 Kasım 1992 tarihinde de Yeniden Doğuş Partisini kurduğunu, halen Genel Başkanlık görevini yürüttüğünü,
Babasının Demokrat Parti yöneticilerinden, Dayısı Ali İhsan Göğüş’ün de Halk Partisi Bakanı olduğunu, kendisinin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde iken Türkiye’de sağ denilen öğrenci lideri olarak uzun süre çalıştığını, bütün hadiselere iştirak ettiğini, Hür Düşünce Kulüplerinin merkez sağ çizgide, demokrasiyi savunan, meşruiyetçi çizgide bir teşkilat olduğunu, o tarihte İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın, hatta Adalet Partisi’nin bu teşkilata müdahale etmek istediğini, zira iktidar partisi olmasına rağmen üniversitelere hiç giremediğini, müdahale etmelerini istemediklerini belirtmelerine rağmen dinlenmeyince Adalet Partisi gençlik kollarına el koyarak meseleyi çözdüklerini,
584. satır:
Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisinin bir bürosunu Siyasal Bilgiler Fakültesine kurmuş olduğunu, Türkiye İşçi Partisinin tamamen öğrenci gençliğe dayandığını, Hükümet olan Adalet Partisininde sağcı gençliği solcu gençliğe karşı kullanma staretejisi içerisine girdiğini, İsmet İnönününde bunu hep dile getirip, şikayet ettiğini, Fransada 1968 olaylarını başlatan meşhur Kızıl Rocky’nin Siyasal bilgiler Fakültesi yurdunda bir hafta kaldığını ve polis saldırısına karşı fakülteyi nasıl koruyacakları konusunda sosyalist, marksist öğrenci liderlerine taktik verdiğini gözleriyle gördüğünü,
MHP Ülkü Ocakları Teşkilatının kendisinin de samimiyetle inandığı şekilde son derece vatansever, millîyetçi, millî ve manevi değerlere itibar eden gençlerden oluştuğunu, onların bu hislerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatına bağlı kişilerin istismar ettiğini, kullandığını, kendisinden de bu konuda destek istendiğini ancak kendilerinin Türkiye de bir takım terörist olayların meydana gelmesine, dış müdahalelerin olmasına karşı olduklarını ve böyle bir kullanıma karşı çıktığını, bu gençlerden bazılarının resmen Milli İstihbarat Teşkilatında ve Emniyet Genel Müdürlüğünde görev aldıklarını, belli seviyelere kadar da gelebildiklerini,
Devletin istihbarat ve güvenlik örgütlerinin teşkilatların her kesiminden bilgi alması lazım geldiğini, bunun aksinin düşünülemiyeceğini ancak bilgi toplarken bu kesimlerdeki kişileri bilginin ötesinde operasyonel faaliyetlere sokmalarının fevkalade yanlış olduğunu, operasyonların bu teşkilatların elemanları vasıtasıyla yapılması gerektiğini, problemin bu olduğunu, Çatlı hadisesinde de problemin bu nedenle ortaya çıktığını,
Gerek Süleyman Beyin Döneminde gerekse Turgut Beyin döneminde “Sadece Sayın Başbakan tarafından açılacaktır” ibaresi bulunan zarfları onların verdikleri yetki ile açtığını, okuduğunu ve özet bilgileri onlara aktardığını, devletin bu tip bilgilerine sahip 3-4 kişisinden birisi olduğunu,
Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü arasında çok belirgin bir koordinasyonsuzluk, rekabet hatta zaman zaman sürtüşme ortaya çıktığını, MİT’in istihbarat görevinin kendilerinde olduğunu, Emniyetin sadece adli vakalarda istihbarat yapması, onun ötesine karışmaması gerektiğini, Emniyet Genel Müdürlüğünün de MİT’in iyi istihbarat yapamadığını, Türkiye genelinde birinci şubelerce yapılan kendi istihbaratlarının olmaması halinde dağılacağını, hazıra konduğunu, iyi çalışmadığını iddia ettiğini, bunun özellikle kaçakçılık istihbaratı konusunda ortaya çıktığını, Emniyette Atilla Aytek’in çok kuvvetli bir polis müdürü olduğunu, gözüpek işinin ehli, uyuşturucu kaçakçılığı işi ile çok etkin mücadele ettiğini, ancak bu vasıflarını bilmesinden dolayı Genel Müdürünü bile takmayan, dediği dedik bir müdür haline geldiğini, onun dönemi MİT içerisinde o tarihe kadar kurulmamış kaçakçılık istihbaratı adıyla bir birimin kurulduğunu, Emniyet MİT’in bu işin içerisine girmesinin gereksizliğini savunduğunu, MİT’inde kaçakçılık istihbaratınında kendi konularına girdiğini ve kaçakçılık istihbaratının siyasî konularla da ilişkili hale geldiğini bu nedenle yapmaları gerektiğini savunduğunu bunun uzun seneler tartışıldığını, daha sonra Emniyetteki bu birim ile Mit’teki bu birim arasında problemler çıktığını, Emniyetteki birimin gayrıresmi şefliği daha sonra İstanbul Emniyet Müdür Muavini iken Mehmet Ağar tarafından üstlenildiğini,
Mehmet Ağar’ın Özallarla yakın irtibatının kurulmasının bu olaylara rastladığını, Zeynep Özal’ın Asım Ekren isimli bir müzisyenle münasebeti bulunduğunu, Zeynep ve Semra Özalın gece eğlencesini çok sevdiklerini, bu nedenle sık sık eğlence yerlerine gecenin geç saatlerinde gitmelerinden dolayı koruma sorunu doğduğunu, Başbakanın kızının ve eşinin korunmasının Devlet görevi olduğunu,bu nedenle Emniyet Müdürü Ünal Erkan ile muhatap olduklarını, onun ise politik yanının bulunmaması sebebiyle bu işlerden hazzetmediğini, Mehmet Ağar’ın politikaya daha yatkın olduğunu, kibar nazik, zeki herkes tarafından sevilen, çok süratli hareket edebilen iyi polis denecek özelliklere sahip olduğunu, sivil sektörle çok yakın ilişkileri bulunduğunu, kendiliğinden koruma konularında onun daha öne çıktığını, Zeynep Özal ve Asım Ekren’in Antalyaya kaçmaları ve evlenmelerine ilişkin olaylarda Ekren’in İstanbuldaki aydınlık olmayan çevrelerle münasebetleri bilindiğinden evlenme olayının aile tarafından hiç istenmediğini, bu nedenle polisin koruma görevi altında Antalyaya gitmelerinin kontrol edildiğini, bu olayın Mehmet Ağarın Özallara yakın olmasını sağladığını, çünkü onu tanıdıklarını, Semra ve Turgut Özal ile çok yakın samimi olduğunu, âdeta onların emrinde, özel bir polis gibi olduğunu, Ankara Emniyet Müdürlüğüne terfian getirilmek istenildiğinde Bakanlar Kurulunda kendisinin karşı çıktığını, münasebetleri yönünden bu atamanın yanlışlığını anlattığını, ancak Turgut beyin dediğini yaparak, Ağarı Ankara Emniyet Müdürlüğüne getirdiğini, sonrada Ağar’ın kendisine gelerek, kendisinin aleyhinde olduğunu bilmesine rağmen, ’emriniz varmı sayın Bakanım’ diye sorduğunu, bu tavrının da son derece hazımlı son derece sempatik ve olgun bir insan olduğunu gösterdiğini,
Hiram Abbas’a Emniyet Mit çekişmesinin sebebini sorduğunda, MİT’in bu mafyadan bilgi aldığını, hem uyuşturucu kaçakçılığı bakımından, hemde siyasî bakımlardan bilgi aldıklarını, Emniyetinde bilgi aldığını, Mafyanın dininin imanının para olduğunu, başka birşey düşünmediğini
Milli İstihbarat Teşkilatının aslında devletin en önemli ve gerekli bütün ülkelerde olan bir teşkilatı olduğunu, MİT’in 1960 yıllarına kadar sivil kişiler tarafından yönetildiğini,27 Mayıs ihtilalinden sonra asker kişilerin eline geçtiğini, süreç içerisinde MİT Müsteşarlığının Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kadro ve tayin makamı haline geldiğini ve bunun fevkalade yanlış olduğunu, bu kadronun Korgenerallerin tayin yeri haline geldiğini, tüm parti liderleriyle yaptığı konuşmalarda MİT Müsteşarlığının Başbakandan çok Genel Kurmay Başkanına bağlı ve yakın olduğunu değerlendirdiklerini,12 Mart ve 12 Eylül istihbaratını özel olarak yapmadığını söylediklerini, 12 Eylül döneminde bir tesadüf sonucunda arkadaşı olan bir kişinin bilgi vermesi üzerine öğrenmesine karşılık MİT’in tam bir sessizlik içerisinde olduğunu, buna karşılık, askeri sistemin bürokratik yapısının çok iyi çalışması sonucu kodlu olarak Başbakanlığa ertesi gün ihtilal yapacaklarını bildirdiklerini, bu nedenlerle de ne kadar Başbakana bağlı görülse de hiçbir şekilde Genel Kurmay’ın dışında kullanılamayacağını, ilk sivilleşme harekatının buradan başladığını, Müsteşarlığın boşaldığında önce Vecdi Gönül’ü, sonra Saffet Arıkan Bedük’ü yani sivil birisini bu göreve getirmek istediklerini, olmadığını, daha sonra teşkilattan olan Hiram Abbas’ı önerdiklerini ancak uygun görülmediğini, o zaman Teoman Koman Paşanın getirilmesi söz konusu olduğunu, kendisinin emekli olmasını ve bu teşkilatın başına getirilmesini istediklerini ancak onunla yapılan görüşmede asker olarak yükselmek istediğini, bunun içinde ordu komutanı olması gerektiğini ve kıta hizmetine çıkacağını, bu durumdu du en fazlaa 3 yıl için orada kalmasının söz konusu olduğunu ve atamanın yapıldığını, sivilleşme uzantısı olarak da Evren Paşa’dan Hiram Abbas’ı Müsteşar Yardımcılığına atama tavizini aldıklarını, onun atanması ile birlikte Nuri Gündeş’in kendisine gelerek ayrılmak istediğini söylediğini, ayrılmaması için ikna edemediğini, onun emekli olduğunu bunun
Mit'te Teoman Koman Paşanın Turgut Beyle dostluğu zaviyesinde ilişkilerin yumuşatılmasıyla devam ettiğini, ancak istedikleri gibi sivilleştiremediklerini, Sönmez
Başbakanlık Teşkilat Kanunu’nun bir maddesine göre Başbakanlık Güvenlik Başkanlığı’nı kurduklarını, bu birimin tamamen bir değerlendirme ve istihbari bilgilerin koordine edildiği bir yer şeklinde olduğunu, icrai, operatif hiç bir yönünün bulunmadığını, Başbakanlık Güvenlik Kurulunun başına Rüştü Paşa’nın getirilmesinin sivilleşmeye mani bir durum olmadığını çünkü; onun antimilitarist bir kişi olduğunu burda Orduya karşı olduğu anlamında değil, militarizmi bir anti demokratik rejim olarak alma konusunda dediğini “The man on the horce back” isimli kitabı tercüme eden kişi olduğunu bunun sivillerin bile yapamayacağı bir şey olduğunu, döneminin birincisi olduğunu, Genel Kurmay Başkanı olması gerekir iken olamamış birisi olduğunu, bu sebepten bu işe getirildiğini,
Başbakanlık’ta ilk defa bir kripto servisi kurduklarını, çok gizli evrakların Başbakanlıkta toplanmasının son derece tesadüfü olması sebebiyle 5-6 kişilik bir ekip kurduklarını, bunların değerlendirme yaptığını, gizli evrakı muhafaza ettiklerini, arşivlediklerini, gerektiğinde kendilerine verdiklerini, ayrıca Başbakanlıkta MİT tarafından şifrelenen bir kasa bulunduğunu, bunun içerisine çok gizli, kripto evrakı, millî savunma ile ilgili evrakları özel olarak muhafaza ettiklerini, bundan Başbakanlık Güvenlik İşlerinin bilgisi olduğunu,
Batılı anlamda denetim ve teftiş, araştırma işlerinin yapılamaması sebebiyle bu tür işlerin ortaya çıktığı görüşüne aynen katıldığını, Emniyet teşkilatında Teftiş Kurulunun kızak yeri olarak kullanıldığını, kariyer sisteminin kesinlikle bulunmadığını, öncelikle bunun kurulması gerektiğini, birçok müfettişin fezleke yazmayı bile bilmediğini, orasının bilindiği gibi bir teftiş kurulu olmadığını, her devirin değişmesinde korunanların teftiş kuruluna, daha az korunanların APK.’na alındığını, Osmanlı’dan bu yana Emniyet Genel Müdürlüğüne getirilenlerin emniyet dışından olduğunu, emniyetçilerin Genel Müdürlüğe son zamanlarda tam bir sistemle hakim olduklarını, Mülki
Emniyette Pol-Der ve Pol-Bir klikleşmesinin Devlete faturasının çok fazla pahalıya mal olduğunu, Emniyetin Mülki İdarenin kendisine müdahalesinden çok sıkıntı duyduğunu, ve bunu hep dile getirdiklerini, polisin kirlenmesi durumlarında Mülki İdareden takviye alınmak gerektiğini, Mülki İdareden Emniyete gidenlerin hep dışlandığını, bunları korumak içinde sonradan bunların Vali yapılmasının gerektiğini ve hepsinin Vali yapıldığını, Bu uygulamalarla karşılaşılmaması için orta bir sistem gerektiğini, poliste kalitenin artmış olduğunu, polisin kalitesinin ve teçhizatlanmasının gerektiğini, polis müfettişinin meslekten yetişmesinin sağlanması, polisteki kadroyu kırmadan mülki idareden polise doğru gelme olması gerektiğini, polisten mülki idareye eleman alınırken çok dikkatli ve cimri davranılması gerektiğini, polisin hemen büyük bir il valisi olması halinde bir netice alınamayacağını,
Emniyette Narkotiğin çok iyi işleyen bir teşkilat olduğunu, dünyanın en iyi narkotikçilerinin Türkiyede olduğunu, interpolünde bunu kabul ettiğini, Türkiyenin uyuşturucu kaçakçılığını devlet çerçevesinde düşünmediğini, bunun Türkiyeye çok büyük bir haksızlık olacağını, Susurluk meselesinin istismar edilmesinin Türkiyeyi terörist devlet ilan edilmesi aşamasına getirdiğini, tabii ki Ermeni Anıtını Abdullah Çatlıya dinamitlettirildiğinin söylenmesinin buna neden olduğunu, işi bu hale getirmenin ihanete varan bir yanlışlık olduğunu, Türkiyenin bir mafya devleti olamıyacağını, hiç bir zamanda olmadığını, Türkiyenin sadece 12 eylül döneminde kendi içinde bir hesaplaşmaya girdiğini, yanlış yaptığını, şu anda Türkiyenin bir hukuk devleti olduğunu ve iftiralara da karşı çıkmaak lazım geldiğini,
Türkiyenin bütün narkotik maddelerin uyuşturucu maddelerin üzerinden geçtiği en büyük köprü olduğunu, buna rağmen Türkiyenin devamlı olarak mücadele verdiğini, eğer Türkiye bir başka türlü devlet olsaydı,50 milyar dolardan fazla böyle bir avantajla çok daha değişik noktalara gelebilecek ekonomik güç sağlayabileceğini söylediğini,
Önce karşı çıktığı sonra kabul ettiği
Örtülü ödeneğin nasıl kullanıldığını biraz bildiğini, belirli dönemlerde o dönemlerde de böyle özel kişilere operasyon yapsın diye örtülü ödenekten bir para verilmediğini,
Mit raporlarının tüm gönderilen yerlere aynı nitelikte gönderildiğine inandığını, Susurluk meselesinde esas bilgilerin MİT tarafından verildiğinin aşikar olduğunu bir bakıma Emniyet Genel Müdürlüğünü karşısına aldığını ve kendisine göre bir maç kazandığını, bunların dış ülkelerde de olduğunu bu tür olayların asgariye indirmek gerektiğini, Sayın Demirel’in son dönemi ve Sayın Özal’ın Başbakanlığı dönemlerinde bu şekilde bir mafya ilişkisinin örgüt kuracak seviyede olduğu kanaatinde olup olmadığını, şu anda ise böyle bir örgütün olduğu ve kullanıldığı konusunda hiç bir bilgisinin bulunmadığını, son dönemde devletin dışında olduğunu,
662. satır:
1990’lı yıllardan itibaren polisin elinde müthiş bir kudret olduğunu, PKK ile mücadele olduğunu, kumarhanelerin kurulduğu, bu kepazeliğinde ANAP döneminin yüz karası olduğunu, maalesef Türkiyede kumarhanelerin kapatılacağı yerde, Turizm Bakanlığı’nın CHP’nin elinde olduğu dönemde aynı temaüllerin devam ettiği, Refah Partisinin kumara karşı olduğu açık olduğu halde, aynı temaülünün olduğu, Türkiyede kumarhanelerin tamamen kapatılmasının bir şey kaybettirmeyeceğini, çünkü buralardan elde edilen paraların büyük bir bölümünün dışarı kaçtığını, PKK’ya yardım ediyor diye Topal’ı vurmanın gereği olmadığını , onu takip edip PKK’ya para transferine mani olunduğunda gizliden gidilip, adamın vurulmasına ihtiyaç kalmayacağını, hukuk devletinde işin böyle yapılması gerektiğini,
Ahmet Karaevli’nin Oral Çelik’in 1984 yılında uyuşturucu kaçakcısı olarak tutuklanması üzerine İsviçreye gidip, ilgili makamlarla görüşerek ondan kurtaran kişi olduğu hususunda bir bilgisi bulunmadığını, ancak şimdi sorulduğunda ilk aklına gelen ismin o olduğunu, görevden alınma sebebinin Kemal Horzum ile İsviçrede buluştuklarının tespiti, Antalyada hayali ihracaat yapan bir gemiye el konulması sebeblerine dayalı olarak görevden alındığını, Turgut Beyin en büyük endişesinin hayali ihracaat sebebiyle ihracaatın durabileceği ve ekonominin bozulabileceği hususu olduğunu,
Kendisi ile iddia edilen hususun hukuk önünde ortaya çıktığını, aşk ilişkisinin ve kripto meselesinin olmadığının yargı kararı ile kesinleştiğini, bu dava sonunda 3 DGM Başkanının Yargıtay üyesi olmayı başardığını, davayı uzatmaları karşılığı yargıtay üyesi yapılacaklarının taaahhüt edildiğini ve yapıldıklarını, son kararı veren DGM Başkanının da Konya Devlet Güvenlik Maahkemesine üye olarak sürüldüğünü, Yargıtaydan da bu konuda karar geldiğini, bu konunun tamamen Türk siyasetinin, idaresinin hatta yargısının bir yüzkarası olarak tarihe geçtiğini,
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının yurtdışındaki işçi sorunlarıyla ilgili Bakanlar seviyesinde bir koordinasyon komisyonunun olduğunu, Burada yurtdışındaki vatandaşlara sahip çıkma şeklinde çalışmalar yapıldığını, TİB’in bundan başka Türkiye üzerinde Ermeni-Rum tezviratına karşı savunma konusundaki psikolojik Hareket Projesi ve benzeri projelerin bulunduğunu, Türk vatandaşı işçilerin diğer dinlerin misyoner faaliyetlerine maruz kaldığı konusundaki ciddi iddialar üzerine Diyanet İşleri Başkanlığınca DİTİB teşkilatlarının kurulduğunu, bunun gizliliği olan bir proje olduğunu belirtmiştir.(Ek:188)
== 16-Hanefi AVCI 4.2.1997 tarihli ifadesinde; ==
|